NAPOLYON KİRAZI – CHAMP ÉLYSÉE ’nin AT KESTANELERİ

 

NAPOLYON KİRAZI – CHAMP ÉLYSÉE ’nin AT KESTANELERİ

 

Bahar aylarının en güzel meyvelerinden biri de kirazdır. Adı bir yerlerde geçer geçmez güzelim çiçekleriyle, meyvesinin görünüşü ve tadıyla hemen yüzümüzü güldürür.

Bir dalda iki kiraz
Biri al biri beyaz
…….

Türkümüz de meyvemiz kadar güzeldir. Haydi, buyurun gelin birlikte bu güzellikler arasında bir yolculuğa çıkalım.

KİRAZ

Kiraz’ın anavatanı Giresun’dur. Karadeniz kıyısındaki bu şirin, bu güzel ilimiz adını bu meyveden almıştır.

Pontus Kralı Mithridatis ve Ermeni Kralı II. Dikran’a karşı savaşmak için Doğu Karadeniz bölgesine bir sefer düzenleyen Romalı komutan Lucius Licinius Lucullus (MÖ 118-MÖ57) Üçüncü Mithridatis Savaşı’ndan sonra M.Ö.74 yılında, ülkesine dönerken bizim Giresun ilinin bulunduğu yerde konaklar. Kendisine kiraz ikram ederler. Lucullus Roma ve başka yerlerde hiç görmediği bu meyveyi çok sever.
Lucullus dönüşünde bu kirazların fidanlarını Roma’ya götürmüş ve daha sonra kiraz tüm dünyaya yayılmıştır. Pontus Krallığının yönetimindeki bu bölgeye o tarihlerde Yunanca kiraz anlamına gelen ( κεράσι – kerási ) Kerasus veya Keresea deniliyormuş. Başka bir anlatımla Giresun adı kiraz anlamında bir sözcükten türemiş.

Kiraz bitkisinin kısa taksonomisi:

Plantae âleminden bir canlıdır. Familyası Rosaceae (gülgiller), cinsi Prunus (erik) ve türü de aviumdur.
Prunus aviumun da kendi arasında farklı özellikleri olanları bulunuyor. Örneğin prunus avium plena gibi süs kirazları, duracına, juliana, bigarella vb.
Ancak bunların içinde bir tanesi var ki; anmadan geçmek olmaz.

Sakura (Latince: Prunus serrulata; Japonca: 桜 veya 櫻; さくら;

Sakura Japon kültüründe büyük önemi olan bir ağaçtır. Japonya’nın ulusal simgelerinden biridir.
Dünyaca ünlü Japon sakura ağacları her yıl bahar aylarında çiçek açarak bir efsaneyi canlandırmaktadır. Ne var ki, bu güzel çiçekler meyveye durmamaktadır. Buna karşın Japonlar sakuraları başlarına taç etmektedirler. Japonca’ da “Sakura Zensen” olarak adlandırılan kiraz ağacının çiçek açması yediden yetmiş tüm Japonların katılımıyla festival ve karnavallar eşliğinde kitlelerin katılımıyla, coşkuyla kutlanmaktadır. Başka ülkelerden de bu ayları göz önünde tutarak turistik geziler düzenlenmektedir. Japonya’da çiçek açan bu ağaçların altına örtüler, pirinç sapından örülerek yapılan tatamiler serilerek adeta bir ayin havasında çiçeklerin açış anı (blossom) seyredilir. Ne yazık ki; Japonya gezimiz kiraz çiçeklerinin açma mevsimine rastlamamıştı, göremedik bu güzelliği. Bizim payımıza belgesellerde seyretmek düştü.

İki ülke arasındaki gitme gelmeler sıklaştığından olacak, ülkemizde de yetişebilen bu sakura ağaçlarına son yıllarda ilgi artmıştır.
Ben bir tanesini Sapanca’da gördüm. İki dal toprağa daldırdım. Harika çiçekler de açtılar ama köklendiremedim. Bu yıl aynı ağaçtan bahçemizdeki bir eriğe aşı yapacağım.

NAPOLYON KİRAZI

Aslında Napolyon kirazı diye bir şey yok. Ama kirazı ile ünlenen bir köyümüz var. Bursa’nın Karacabey ilçesine bağlı Ulubat veya Uluabat adıyla bir yerleşim yeri. Bu yerin özelliği (RAMSAR Alanı olarak kabul edilmiş olan) Apolyont gölünün kıyısında bulunuşu.

Söylenceye göre bu gölün bulunduğu yerde eskiden Apollonia Krallığı, şimdiki Mustafakemalpaşa’nın bulunduğu yerde de Melde Krallığı varmış. Apollonia kralının çok güzel bir kızı varmış. Çok iyi bildiğiniz gibi tüm kralların tüm kızları çok güzel olurlar. Melde Kralı, günlerden bir gün oğluna bu kızı istemiş. Ancak kızın gönlü yokmuş. Apollonia kralı, bir saray yaptırarak, orada saklamış kızını. Bu duruma çok kızan Melde Kralı, ben size yapacağımı biliyorum demiş ve Odryses (Mustafakemalpaşa) Çayını Apollonia kentinin bulunduğu topraklara doğru çevirivermiş. Irmak, tüm Apollonia topraklarını sular altında bırakmış. Prensesin bulunduğu sarayın çevresi sularla çevrili bir ada olarak kalmış. Apolyont (Uluabat) Gölü de işte böyle oluşmuş. Gölün suyu Odryses’in sularından beslendiği için tatlıdır.

İşte bu yörelerde, İstanbul’un alınışındaki bayraktar söylencesinin kahramanı olan Ulubatlı Hasanın köyünde kiraz üretip ailesinin geçimini sağlayan bir vatandaşın pazarda ürününü satmaya çalışırken dili Apolyont’a dönmeyince söylemesi daha kolay olan Napolyon sözcüğü çıkmış ağzından ve daha sonra da bu isim kulaktan kulağa yayılmış Apolyont kirazının adı olmuş Napolyon Kirazı.

Napoleon Korsika’nın Ajaccio kentinde doğmuş. Biz oraya gittiğimizde, müzeye dönüştürülen evini gezdikten sonra evin önünde dolaşırken sordum. Nerede sizin şu Napolyon kirazlarınız, bize bir gösterin bakalım dedim. Bizde kiraz var ama pek öyle güzel bir şey değil dediler. Ben aradığımı bulamamanın düş kırıklığı ile kırda, bir vadide dolaşırken harika çiçekler açmış bir sakura ile karşılaştım. İşte o an bu ağaçtan bir tane yetiştirmeye karar verdim. Mükemmel görünüyordu.
Kiraz çiçeklerinin bir özelliğini de burada söylemem gerekiyor. Bu ağacın çiçekleri bir hafta kadar dalında duruyor ve hiç kararmadan, solmadan olduğu gibi yere dökülüyorlar ve yerde fantastik bir örtü yaratıyorlar.

Gezi dönüşü araştırdım dünyada en çok kiraz nerelerde yetişiyor diye. Birinci sırada Türkiye var. Akdeniz’in kuzey kıyıları, Güney Kafkasya, Hazar Denizi, Kuzeydoğu Anadolu ve Anadolu’nun birçok yerinde kiraz var. Fransa’nın adı bile geçmiyor.

Sonuç olarak Napolyon kirazından Napolyon’un memleketinde ve Fransa’da kimsenin haberi bile yok. Ama biz kirazın özelliklerine göre daha iri ve diri olanına Napolyon demeye devam ediyoruz. Kavram bir kez böyle yerleşmiş!

KESTANE

Çoğu insanımız kestane ile at kestanesinin farkını bilmez, ikisini aynı ağaç zanneder. Kimisi de atkestanesini kestanenin yabanisi olarak bilir. Oysa bu iki ağaç birbirinden çok farklıdır. Karabiber (Piper nigrum) ile yalancı karabiberin (Schinus molle) farklı oluşu gibi.

Kestane, kayıngiller (Fagaceae) familyasından Castanea cinsini oluşturan ağaçların ve bu ağaçların yenilebilen tohumlarına verilen addır.

Kestane sözcüğünün etimolojisine baktığımızda bu adın Eski Yunan ana karasının Thessalia bölgesinde, Kastania kentinin adından doğduğunu görmekteyiz.

Yaprak döken bazen çalı biçimli orman ağaçlarındandır. Gövde abuğu çatlak çatlaktır. Yapraklar sarmal dizilmiş fakat bükük iki sıralı görünür.

Erkek ve dişi çiçekleri vardır. Meyvesi dikenli bir kapsül içindedir.

Kestane Türkiye’de en çok Aydın ilinde olmak üzere üretimin yaklaşık %70 Ege Bölgesindedir. İzmir, Kastamonu ve Sinop kestane üretiminde önlerdedir. Bursa’da Kestane Şekeri adıyla bilinen bir tatlı çeşidi de yapılmaktadır.

Kestanenin tohumu meyve olarak tüketilir. Ateşte közlenir, yani kebap yapılır veya suda haşlanarak tüketilir.

Bütün dünyada 2020 yılında toplam 2.321.000 ton kestane üretilmiş. Çin bunun 1.743.000, İspanya 188.000 ve Türkiye 76.000, Yunanistan da 35.500 tonunu üretmiş.

Kestane ağacının kerestesi meşeninki gibi dayanıklı ve dekoratif amaçlarla (parke) kullanılmaya uygundur. Kestanenin ve at kestanesinin çiçekleri arıların çok sevdiği çiçeklerdendir. Kestane balı da aranan bal çeşitlerindendir.

AT KESTANESİ

At kestanesi, Aesculus Hippocastanum Sapindaceae familyasından Aesculus cinsinden ağaç ya da çalı formundaki kışın yapraklarını döken bir bitkidir.

Yapraklar uzun saplı üzerleri tüylü, el görünüşünde kenarları dişli ya da düzdür. Sapı uzundur. Dizilişi karşılıklı; kenarları düz veya dişlidir. Çiçekleri bir evcikli ya da erdişidir. Bileşik salkım gibi ve yukarıya dönüktür. Dik duran uzun bir eksen etrafında toplanmıştır. Meyve üzeri dikenli veya düz büyük bir kapsüldür.

At kestanesi (Aesculus) olarak bilinen bu ağacın aynı adı taşıyan tohumları zehirli olup, kestaneden tamamen farklı bir bitki türüdür.

Boyları 15-20 metreyi bulan bu ağaçlar Anadolu, Avrupa, Orta ve Güney Asya ülkelerinde yabani olarak yetişmesinin yanı sıra park ve bahçelerde, yol kenarlarında bir süs bitkisi olarak da yetiştirilmektedir. Çiçekleri pembe, beyaz veya kırmızı renktedirler, hafif hoş kokuları vardır.

CHAMP ÉLYSÉE ’nin AT KESTANELERİ

Paris kentinin en güzel ve en ünlü caddesi Şanzelize Bulvarı (Avenue des Champs-Élysées) dır. Paris’liler daha da ileri giderek burayı dünyanın en güzel caddesi olduğunu iddia ederler. Cadde adını E.Yunan mitolojisinde cennet olarak gösterilen Elysion (tarlalarından) ovalarından almıştır.

Mısır’dan getirtilen Luksor Dikilitaşın bulunduğu Concorde Meydanından başlar ve Arc de Triomphe anıtının bulunduğu Étoile, Charles de Gaulle Meydanında biter. Caddenin bir yanında Élysée Sarayı bulunmaktadır.

Bu cadde ilk olarak 17. yüzyılda tasarlandığında, “Kraliçenin Yolu” olarak kullanılması öngörülen, Paris’in varoşlarının dışında, Tuileries Bahçelerine oradan da Seine Nehri’ne paralel ve saraya uzanan ikinci bir yoldu.

Tuileries Bahçesi’nin güzelliklerini iyi bilen Floransalı Marie de Medici (Fransa kralı IV.Henri’ nin eşi) 1615 yılında bu alanın güzelleştirilmesini ve iki yanının ağaçlarla süslenmesini istemiş.

Uzun araştırmalar sonunda daha önce İstanbul’u gören, bilen bir devlet görevlisinin önermesiyle at kestanesi ağaçlarının buraya dikilmesi kararlaştırılmış.

O yıllar İstanbul adeta bir at kestanesi ormanıydı. Fransa krallığı hemen Osmanlı İmparatorluğu ile ilişkiye geçti ve botanikçilerden oluşan bir kurul İstanbul’a gönderildi.

O sırada Osmanlı tahtında bulunan Padişah 1. Ahmet Fransa Krallığının bu isteğini geri çevirmedi, binlerce at kestanesi fidanını armağan olarak verdi. Fidanlar özenle, zarar görmeden Paris’e getirildiler. Ve sıra ile bu gün Chapms Elyisee olarak bilinen caddenin iki yanına dikildiler. Daha sonraki yıllarda bu ağaçlar kentin birçok yerine dikildi. Paris şimdilerde bir at kestanesi ormanı gibi oldu. Paris’i örnek alan birçok Avrupa kenti de bu ağaçları yetiştirdiler.

Buraya kadar çok güzel ama ya İstanbul’umuzun durumu hiç güzel değil. 1600’ lerin tersine neredeyse at kestanesi bulmak için elimize gün ışığında bir fener alıp dolaşacağız,

İnsan üzülüyor. Sanki içimizde yeşil bir dal kırılmış gibi oluyor. Hesapsız, kitapsız, plansız programsız bir betonlaşma o güzelim kentimizi tanınmaz bir hale getirdi.

Doğamızdaki, floramızdaki bu yoksullaşma dilimize, dilimizdeki kavramlara da yansıyor. Çoğumuz kestane ile at kestanesini ayırt edemez hale geldi. Çocuklar kafalarındaki yanlış ve eksik algılar nedeniyle sonbaharda yere düşmüş bir at kestanesi gördüklerinde bunun yenecek bir meyve olduğunu zannetmektedirler. At kestanesinde bulunan özünde bir glycoside olan esculin maddesi zehirlidir. Doğrudan tüketilmeye çalışıldığında zararlı olur. Ancak kimyasal işlemlerden geçirildikten sonra losyon veya krem olarak birçok derde deva olabilmektedirler. Napoleon’un sağlığında belki hiç yemediği bir meyveye insanımız onun adını veriyor. Bu kavramların temsil ettiği şeylerin değerlerini bilmiş olsak bu güzel ülke daha güzel olacaktır.
Saygılarımla…

Ali Can Polat
28.02.2022

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.