YAS VE YAS TUTMA

YAS VE YAS TUTMA

 

Yas çekilen acıların ifadesi, çaresizliğin itirafıdır.
Yas komutla olmaz. Yas yasakla tutulmaz.
Yas tutma – Çare bul – Derman ol.

TDK Dijital Sözlük’ te yas sözcüğünün hangi dilden olduğuna değinilmemiş ancak anlamı ölüm veya bir felaketten doğan acı; matem olarak açıklanmıştır.
Aynı sözlüğe göre matem de Arapça (ma:tem), Türkçe yastır.
Aynı Kurumun 1966 basımı sözlüğünde yas kavramanın çok sevilen bir kimsenin ölümünden duyulan veya yurdun başına gelen bir felaketten duyulan büyük acı, matem ve yas tutmak kavramının da bu acıyı eğlencelerden kaçınmak ve karalar giymek gibi davranışlarla açığa vurmak olduğu ifade edilmiştir.

Şemseddin Sami’nin Kâmûs-ı Türkî’ sinde yas maddesine yer verilmemiş ancak bir sıfat olarak yaslı sözcüğünün (s. 1183) karşılığı olarak bir hısımın ölümünden dolayı matem tutan, matem alameti olarak siyahlar giyinmiş ve zevk ve eğlenceden müctenip/(müçtenip: içtinap eden, çekinen, sakınan) açıklamaları yapılmıştır. Aynı sözlükte matem kavramı karşılığında yaslı sıfatı için yapılan açıklamalar aşağı yukarı yinelenmiştir. Ayrıca muharrem ayında yaşanan tarihi olay nedeniyle mersiyelerin okunmasından aşure dağıtılmasına kadar yapılan bir dizi gelenek açıklamalarına yer verilmiş ve matem gede/ matem tutulan ev, yas evi kavramlarına da yer verilmiştir.

Ferit Develioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat’ ında yas maddesine yer verilmemiştir. Aynı Sözlüğün (s.677) de Arapça matem sözü karşılığında hüzün, keder, musibet zamanındaki ağlayış, yas açıklaması yapılmış ayrıca muharrem ayının ilk on günü yas tutularak mersiyeler (birinin ölümü üzerine duyulan acıyı anlatmak üzere yazılmış lirik metinler, ağıt) okuma âdeti örnek olarak gösterilmiştir.  

İsmet Zeki Eyüboğlu’ nun Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü’ nün (s.733) Arapça ye’s (acı, üzüntü, sıkıntı) den yas, ses uyumuna göre bir değişme sonucu olduğu açıklanmıştır.

Yine TDK yayınları arasında bulunan Hasan Eren’in Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü ’nde (s. 560) çok önemli bilgiler verilmektedir. Yās sözcüğünün eski Türkçeden başlayarak kullanıldığı, bilimsel yayınlarda Arapça’ dan geldiği sıklıkla dile getirilmişse de Nemeth’in de vurguladığı gibi Arapçadan alınmış olamaz, Macarcada aynı anlama gelen  gyasz sözcüğü de Türkçeden alınmıştır denilmektedir. Eski Kıpçak dilinde yas biçiminde geçtiği, Oğuzcada ölüm, yıkım anlamına geldiği anlatılmaktadır. Sözcüğün anlamının ölüm veya felaketten doğan acı olduğu ifadelerinin yanında Türkmencede ölü gömüldükten sonra dağıtılan yemeğe de bu ad verildiği bilgilerini ediniyoruz.

Sevan Nişanyan Sözlerin Soyağacı adlı eserinde (s.516)  yas sözcüğünün eski Türkçe yās “ölüm, kayıp, hüsran” sözcüğünden evrilmiş, açıklaması vardır.

Elimdeki Mahmut el-Kâşgarî’ nin Divan-i Lugâti’t-Türk adlı eserinde, Kabalcı Yayınları.2016 (s.572) ‘ de yās: zarar, ziyan (al-waḍīˁa wa’l-χusrān /kayıp ve hüsran). Buradan alınarak (anıŋ telim yası tegdi ) O çok zarar etti cümlesi kullanılmıştır. Yās: Oğuz lehçesinde “ölüm, helak (mawt, halak) anıŋ oġlı yas boldı /onun oğlu halâk oldu veya öldü açıklamalarını okuyoruz.

Nişanyan, sözcüğün Kıpçakça: [Ebu Hayyan, Kitabu’l-İdrak, 1312] yās: al-ˁazā [eza, üzüntü] anlamına geldiğini de not etmiştir.
Nişanyan, matem sözcüğünün kökeninin Arapça msd mastarından ma’tam olduğunu, Türkçe yas karşılığı ölünün ardından uygulanan saygı ve üzüntü davranışları ayrıca cenaze töreni, cenazede ağıt yakan kadınlar topluluğu anlamalarına da geldiğini belirtmektedir.

İlhan Ayverdi’ nin dijital ortamdaki güncel Kubbealtı Sözlüğünde yas i. (Eski Türk. yās) Ölüm veya çok büyük bir felâketten duyulan acı ve bu acıyı belirtmek üzere yapılan şeyler, mâtem açıklaması yapılmıştır. Yas tutmak da bir acıyı, büyük bir üzüntüyü bâzı davranışlarla belli etmek şeklinde anlatılmıştır.
Aynı sözlükte matem sözcüğü içinde şu açıklamalar yapılmıştır. Sözcüğün kaynağı Arapça (ﻣﺎﺗﻢ) i. (me’tem > mātem) ‘dir.
1. Sevilen bir kimsenin ölümünden duyulan büyük acı ve bu acı sebebiyle ağlayıp inleme, zevk ve eğlenceden uzaklaşma.
2. Mağlûbiyet, ayrılık, istîlâ gibi büyük dert ve felâketlerin sebep olduğu derin üzüntü, keder ve ümitsizlik.
3. Muharrem ayının ilk on gününde Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesi ve Ehlibeyt’in uğradığı büyük felâketler sebebiyle, daha çok Şiîler’in vücutlarına zincirlerle vurup ilâhî ve mersiyeler okuyarak yaptıkları yas töreni.

Dilimizde matem sözcüğünden çok daha yaygın olarak kullanılan yas sözcüğünün Eyüboğlu’nun değindiği gibi Arapça ye’s sözcüğünden bir fonetik benzeşme sonucu dilimize girmediğini ve çok daha eskilerden başlayarak kullanıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Matem sözcüğü daha az da olsa kullanılmaktadır ancak matem sözcüğünün daha çok şiir, şarkı dilinde geçtiğini görmekteyiz.

Yas ve matem sözcüklerinden türeyen ad tamlamalarımız da bulunmaktadır. Yas/ matem tutmak, yasa bürünmek, karalar bağlamak, ağıt yakmak, yaslı, yas evi, yas yemeği gibi…

Daha önce https://www.kavrammutfagi.com/makale/bassagligi-taziye-kavramlari-uzerine ve
https://alicanpolat.com/1535-2/

Başsağlığı ve taziye kavramları ile ilgili olarak yukarıda linkleri bulunan yazıyı yazmış ve ölüm olayından sonra duyulan acıyı, çaresizliği, insanların bu acılarını ve üzüntülerini azaltabilmek için çaba gösterişlerini anlatmaya çalışmıştım. Bu okumakta olduğunuz yazı ise ona bir ek olduğu söylenebilir.

Yukarıda yas kavramının etimolojisini sözlükler aracılığı ile açıklamaya çalıştık. Sözlüklerin anlatımlarından “ yas ” olarak tanımladığımız kavramın konuşulabilmesi için öncelikle ölüm veya doğal bir afetin gerçekleşmiş olması gerekir. Aynı şekilde başsağlığı ve taziye kavramları konuşulabilmesi için de

a) Yas için bir insanın veya insanların ölmüş olması gerekir. İnsan dışında başka bir canlının, bir hayvan veya bitkinin ardından elbette acı ve üzüntü duyulabilir ama yas tutulmaz, başsağlığı dilenmez, taziyede bulunulmaz. Toplumumuzda son yıllarda sevilen bir hayvanın ölümü üzerine de özellikle sosyal medyalarda sıkça başsağlığı dilendiğine ilişkin yazılı, sözlü paylaşımlara rastlanılmaktadır. Ne var ki; bunlar, içinde moda-fantezi barındıran özentili davranışlardır. Bir ciddiyeti yoktur. Toplumumuzda bu kavramlar üzerine gelenekselleşen adetler yapılmaz. Örneğin bir taziye çadırı kurulmaz. Bir yas yemeği verilmez.
Yine bir başka örnek verilmek gerekir ise bir fabrikada patlama olmuş ancak ölüm veya yaralanma olayı yoksa yas tutulmaz.
Doğal olmayan bir olay nedeniyle, örneğin gıda zehirlenmesi nedeniyle insanlar hastaneye kaldırılmış ve hatta yaşamlarını yitirmiş olsalar da bir yas halinden söz edilemez.

b) Deprem, tayfun ve sel gibi doğal afetler nedeniyle yas tutulması veya yas ilan edilmiş olması o felaket nedeniyle insanların kayıplara uğramış olmasından değil uğranılan bu kayıpların yerine konması için geçen sürede çekilebilecek sıkıntılar nedeniyle duyulan acılardır.

 c) Üçüncü olarak gerçekleşen olayın büyük olması ve meydana gelmemesi için insanların elinden bir şeyin gelmemiş olması yani bir çaresizlik durumunun olması gerekmektedir. Eğer olayın engellenmesi için veya zararın ortadan kaldırılması için bir şeyler yapılabilecek ise bunların yapılmayıp yerine yas tutulması anlamını yitirmektedir.

d) Dördüncü olarak da meydana gelmiş üzücü, acı veren olayın oluşunda yas tutacak kişinin doğrudan bir eyleminin bulunmaması yahut da o olaya yardımının, katkısının olmaması gerekmektedir. Örnek göstermek gerekir ise bir katilin maktulünün yasını tutması veya yakınlarının yasına katılması söz konusu olamaz. Eğer o izlenimi verecek üzüntü belirten eylem, tutum veya davranış varsa bu iyi niyetten uzak, amacı başka bir ikiyüzlülüktür.

Hangi hallerde yas tutulacağını böylece belirledikten sonra nasıl nasıl tutulur o kavrama geçebiliriz. Yukarıda sözlüklerdeki açıklamalarda görüldüğü gibi yas bir acıyı, büyük bir üzüntüyü insanların belli tutum ve davranışlarla belli etmesidir.
Yasın ilk göstergesi ağlamaktır. Neşenin, sevincin, başarma duygusunun belirteci nasıl ki gülmek ise acı ve üzüntünün belirteci de ağlamaktır. Ancak ağlamak kişiden kişiye değişen bir davranış biçimidir. Kimisi ağlayamaz ama acısını içinden yaşayabilir. Ona böyle bir olay nedeniyle sen niçin ağlamıyorsun denilemez. Ağlamanın iki yönü vardır. Gerçekten de insan içinde yıkılan, bozulan ve yok olan şeylere karşı üzüntü duyar ve o acı ile elinde olmadan ağlar.
Bazı toplumlarda örneğin cenazenin ardından gözyaşı dökmek yerine çok daha farklı ritüeller yapılmaktadır. Afrika’da ve Yeni Gine’de yerli kabileler arasında cenaze şarkılar söylenerek içkiler içilip dans edilerek kaldırılabilmektedir.
Romanya’nın Maramureş İlçesi, Săpânța köyünde bulunan bir mezarlık görenleri ağlamak yerine gülümsetiyor.  Mezarlığın adı Merry Cemetery.  Parlak renkli mezar taşları (çoğu ahşap) ve orada gömülü olan insanların özgün ve şiirsel dille anlatılan yaşam öykülerinden küçük kesitler, sözler ve naif resimler görülmeye değer. Cenazenin burada defin işlemi de bir o kadar ilginç imiş ama rastlantı o ki bizim ziyaretimizde ölen, defnedilen kikse yoktu. Cenaze töreninde ağlamak yokmuş, köyün bandosu eşliğinde çalınıp söyleniyormuş. Şarkının sözleri de genel olarak ladini şeylermiş, ölenin sevdiği müziklermiş.

Cenaze başında veya başka bir yerde bir de “bak ben de üzülüyorum” diyebilmek için ağlayanlar vardır. Bunların amacı aslında yas tutmak değil yas tutar görünüp ölüm olayının sonrasında oluşabilecek nimetlerden yaralanmaktır.

Yas tutmanın önemli göstergelerinden biri de ağıttır, ağıtlardır, ağıt yakmadır. Batı kültüründe bunun adı requiem’ dir. Büyük bestecilerin günümüzde de aynı ilgi ile dinlenen ünlü requiem’leri bulunmaktadır.

Bilindiği gibi ağıt, ağlamak eyleminden türetilmiş bir sözcüktür. Yas törenine katılanları ağlatmak amacıyla ölünün arkasından ağlanarak söylenen sözlere ve bu sözleri söyleme eylemine ağıt denilmiştir.

Ağıt sözcüğünün Arapçadaki karşılığı mersiyedir. Mersiyenin anlamı bir kimsenin ölümünden sonra onun iyiliklerini, üstün bilgi ve becerilerini, toplum içindeki saygınlığını ve ölümünden duyulan acıyı dile getirmek için yazılan manzûme, ağıt veya sagu/sağudur. Mevlana Celaleddin Rumi’nin ölüm yıldönümlerinde şeb-i arus töreninde söylenenler ve yapılan sema gösterileri bu konuda önemli bir örnektir.

Ağıtın tarihi Sümerlere, eski Çin’e kadar gitmektedir. Çin’de ölenin ardından 7 gün ağlama töreni düzenlenirmiş, Eski Orta Asya Türklerinde de ölünün ardından haykırarak ağlamak şeklinde bir yas tutma varmış. Yahudilerin ağlama duvarları ise herkesin bildiği bir konudur. Antik Yunan mitolojisinde de birçok öyküde yas tutulduğunu bilmekteyiz. Birçok kültürde ağıtın varlığı, uygulama şekilleri bilinmektedir. Şii mezhebine inananlar da Kerbela’da yaşananları anmak için Muharrem ayının ilk 10 günü yas tutmakta, bu süre içinde insanların zincirlerle bedenlerine vurarak kendilerini yaralamalarına da rastlanılmaktadır.

Ağlama için özellikle kadın “oyuncular” kullanılmaktadır. Cenaze sahibi ekonomik gücüne göre yeterli sayıda kadın ağlayıcı tutmakta ve onlar taziye sırasında ağlamaktadırlar. Onların arasında saçlarını yolanlar, üstünü başını yırtanlar ve daha önceden yazılmış ağıtları, şiirleri okuyanlar da vardır. Bu kadınlar bu sayılan işleri profesyonel olarak yapmaktadırlar. Nerede cenaze varsa oraya koşmaktadırlar. Yüzlerindeki peçeyi kaldırsanız nerede ise gülebilecek bir yüz ile karşılaşabilirsiniz. Ankara’da ben orta öğrenim yıllarında Numune Hastanesi bahçesinde böyle kadınlar görmüş,  inanmakta çok zorlanmıştım.

Yas tutmanın önemli bir şekli de zevk ve eğlenceden uzak durmaktır. Bu insan doğasına uygun bir davranıştır. Gülme ve ağlama eylemleri aynı anda yapılamaz. Gülmek ve ağlamak yaşamın iki yüzüdür ancak bunların yerleri ayrıdır. Gülünecek yerde ağlanmayacağı gibi ağlanacak yerde de gülünmez. İnsanlar acıları, üzüntüleri taze iken çevrelerinde neşeli, eğlenceli şeyler görmek istemezler. Diğer insanlar da gerek ölüye ve gerekse ölenin yakınlarına duydukları saygının bir sonucu olarak bu kurala uyarlar.
Şimdilerde azalsa da eskiden cenaze çıkan evde, ölü evinde veya daha doğru bir anlatımla yas evinde bir süre radyo ve televizyon açılmazdı. Şarkı türkü söylenmezdi, içki de içilmezdi. Cenaze yakınları siyah giysiler giyerlerdi.
Yas, kişiler, yakın akraba, eş dost arasında tutulacağı gibi toplumun çoğunluğunca tanınıp sevilen kişiler veya toplumun çoğunluğunu ilgilendiren, üzen felaketler için de tutulabilir. Zaman zaman devlet tarafından bu gibi durumlarda yas ilan edilmektedir. Devlet tarafından yas ilan edilmesi öncelikle bayrağın yarıya indirilmesi, televizyon ve benzer kitle iletişim araçlarında ekranların bir köşesinde siyah kurdele şekli konulması, eğlence programlarının yayından kaldırılması ve ölenin yaşam öyküsüne ilişkin bilgiler verilmesi gibi şeylerdir. Ölen kişi veya yaşanan felaket için mevlit veya Yasin okuma, okutma, ilahiler söyleme gibi şeyler yas değil tümüyle dinsel yakarı ve dualardır.

Sorun bu kararların alınıp uygulanmasında değil yasaklanan iş ve eylemlerin, yayından kaldırılan programların eğlence kavramına girip girmediği noktasında toplanmaktadır. 1991-1995 yılları arasında Eski Yugoslavya’yı oluşturan bölgelerden Hırvatistan ile Sırbistan arasında yakın tarihin en kanlı iç savaşlarından biri yaşanmıştır. Aynı apartmanda iki ayrı daireyi kullanan aileler sabah birbirlerini öldürecek bir kardeş kavgasına uyanmışlardır. Halkın yaşamı atılan bombalardan ve keskin nişancıların mermilerinden korunabilmek için sığınaklarda geçmektedir. İşte öyle bir savaş ortamında TRT’nin yaptığı bir belgeseli televizyonda seyretmiştim. Kendisi ile röportaj yapılan genç bir bale öğretmeni idi. Çevresinde yaşları çok küçük kız ve oğlan öğrenciler vardı. TRT yapımcısı soruyor, korkuyor musunuz diyor. Cevap olarak öğretmen elbette korkuyoruz, ama burada, bu sığınakta güvendeyiz diyor.  Bu savaş ortamında siz bale eğitimi veriyorsunuz, bunun bir çelişki olduğunu düşünüyor musunuz diye yeni bir soru soruyor. Öğretmen hiç duraksamadan hemen cevabını veriyor. Hayır diyor, sığınak dışında askerlerimiz ve diğer görevlilerimiz gerekeni yapıyor. Bizim, öğrencilerin ödevleri teorik ve pratik derslerini en iyi şekilde yapmaktır. TRT muhabiri gördüklerini anlayamıyor ve dışarıda birileri ölürken siz burada bale dersi veriyorsunuz!  şeklinde yeni bir soru daha soruyor. Bu kez öğretmen biraz ciddileşiyor ve biz ders veriyoruz, öğrenciler eğitim alıyorlar.
“Hiç birimiz eğlenmiyoruz, yasımızı tutuyoruz ama dersimizi aksatmıyoruz” diyor.

İşte böyle bir durumda hangi programlar eğlence programı sayılacaktır, sorun budur. Bir klasik müzik festivali konserleri ve festival master class çalışmaları yahut da bir tiyatro eseri, bir sinema gösterisi eğlence sayılabilir mi?

Eğlence amaçlı müzik veya başkaca benzer sahne gösterileri konumuz dışında kalmaktadır.

İçki satışı yasakları veya lokantada içki servisi yasağı yas tutma uygulamasına niçin aykırı olur? İçki içmek bir eğlenme biçimi midir? Eğer bu doğru ise içki içmemek bir üzülme biçimi midir? Bunu anlamak zordur.
Eskiden 10 Kasım günü de benzer bir yasak söz konusu idi. Turgut Özal döneminde kaldırıldı. Yaşananlar göstermiştir ki; bu yasaklar hiçbir işe yaramamaktadır. Komutla tutulan yas “şekilde” kalmaktadır. Yas insanın içinde bulunduğu güçlü duyguların sonucu olarak yaşanır. Yas tutulması, yasaklansa bile o acıyı çeken, yaşayan insan o duygularının önüne geçemez. Ağlar, durgunlaşır, aştan ekmekten kesilir… Çevresi ile etkileşimi zayıflar.

Yas ve yas tutma empatinin bir türüdür. Ölenin, ölürken çektiği acıyı insanın kendi zihninde içselleştirmesidir. Veya onun ölümü ile yakınlarının duyduğu eksikliği, bu eksikliğinin yarattığı sıkıntıları onların her birinin yerine kendini koyarak anlamaya çalışmaktır. Onların yanında olduğunu, onlara yardım için hazır olduğunu açıklamaktır.

Büyük şairimiz Nazım Hikmet’in “Güneşi İçenlerin Türküsü” adlı şiirinin bir dizesi  “Vaktimiz yok onların matemini tutmaya” şeklindedir. Bu dize ile Nazım Hikmet yas ile oyalanmanın zamanı değil ondan daha önemli işlerimiz var derken ölenlerin acılarını yüreğinin en derinlerinde duymakta ve yaşamakta, yaslarını gözyaşı dökmeden tutmaktadır.  

Belli bir kimsenin ölümünden sonra veya büyük bir felaket yaşanmasının ardından elbette devlet tarafından yas ilan edilebilir veya bir ulus için belli günler yas günü olarak kabul edilebilir. Bunlar ulusun kıvançta olduğu kadar tasada da birlik olduğunu, olabildiğini gösteren güzel uygulamalardır. Bu kararların alınmasında ve uygulanmasında yetki ve görev sahiplerinin niyet ve amaçları sorunun da cevabıdır. Bu kararları alacak politik gücün iç ve dış kamuoyu beklentileri ile hareket etmesi kabul edilemez. Bu türden kararlar, örneğin festivallerin yasaklanması için bir bahane olarak kullanılmamalıdır.

Bu yasaklamaların en günceli halkın ödediği vergilerle halka anayasal sınırlar içinde bağımsız ve tarafsız yayın yapması gereken TRT’ nin Cumhuriyetimizin 100. Yıl kutlamaları kapsamında program düzenini değiştirmesidir. Gerekçe 7 Ekim 2023 tarihinde terörist HAMAS ile sağcı-faşist Netehyahu yönetimi arasında başlayan ve her an çevresine yayılma olasılığı bulunan pis bir savaşta yaşamlarını yitiren, evleri yıkılan ve açıkta kalan Filistinli ve İsrailli sivillerin acılarıdır. Özellikle Filistinlilerin acıları gerekçe gösterilmiştir. Gösterilen bu gerekçelerin amaçları anlaşıldığı kadarıyla insani olmaktan çok dini kaygılardır.

Ortadoğu’da yaşanmakta olan trajedi yas tutmayı değil üzerinde kısa, orta ve uzun vadeli politika perspektifleri içinde düşünmeyi gerektirmektedir. Sadece insani yardım amaçlarıyla sınırlı bir düşünce yeterli değildir. Bu bölgede akan kanı durdurduktan sonra kalkınmayı, kalıcı bir barışı sağlayıcı plan ve programlar uygulanmalıdır. Yapılması gerekenler bölge insanları, komşu ülkeler ve Birleşmiş Milletler için bunlardır. Bunlardaki çaresizliği gizlemek, bir şeyler yapmış olmak görüntüsü vermek için yas ilan edilmesi, kendi adıma söyleyeyim, doğru bir karar değildir. Hele de benzer maceralar yaşamış, emperyalizmin satırının altından kıl payı kurtulmuş bir halkın laik, demokratik bir hukuk devleti ülküsünü sağlam bir temele oturtmuş olmanın kıvancını, bu coşkunun 100. Yılını kutlamaktan vazgeçmek büyük yanlıştır. Türkiye 100 yıllık deneyimleri ile dünya halklarına örnek olabilecekken sanki bu bir kusur imiş gibi kutlamaktan sakınmak, çekinmek başka amaçlara hizmet eder.

Yukarıda anlattığımız Hırvat bale öğretmeninin inançla söylediği gibi yasımızı da tutabilir kıvançla kutlamamızı da yapabiliriz. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın, halkımız o olgunluk düzeyindedir.

21.l0.2023
Ali Can Polat

 
 

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.