PISA NEDİR

PISA  NEDİR

 

Pisa ya da piza denince aklımıza önce İtalya’da kulesiyle ünlü o Pisa kenti ve o eğri kule gelir. Bu kule devrilir mi, devrilirse ne zaman devrilir diye düşünürüz. Okulda öğrendiğimiz fizik, statik denge bilgilerini birbirimize anlatırız.
Sonra yine İtalyanların yine ünü dünyaya sarmış, üzeri akla gelen gelmeyen her şeyle çeşnilendirilmiş, öncesinde üzerine domates salçası sürülmüş pidesi yani pizzası gelir. Bir taraftan yer, bir taraftan da içimizden bizim pidemiz daha güzel diye söyleniriz. Kimimiz de “aa, olur mu, bunun tadı bambaşka” diye karşımızdakine hava atarız. Üstüne üstlük karşımızdakini “köylü” diye küçümsemeye kalkarız. Ben o pizzanın nasıl çıktığını anlatmaya çalıştığımda aynı fiyakalı kişiler, foyası ortaya çıkmış insanlar gibi kendine değil de bana düşman olurlar. Şimdi konu edeceğimiz PISA onlara hiç benzemiyor. PISA denen şeyin üzerinde hep konuşuyoruz da aslını ne kadar biliyoruz. PISA’ yı biraz daha yakından tanıyalım mı?.  

Eveet, PISA İngilizce (Programme for International Student Assessment), merak edenler için Fransızca (Programme international pour le suivi des acquis des élèves) ve Türkçe açılımı ile de “Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı” dır.

PISA, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından üçer yıllık dönemler hâlinde, 15 yaş grubundaki öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendiren bir uluslararası bir araştırmadır.

PISA’ nın amacı, öğrencilerin okulda öğrendikleri bilgi ve becerileri günlük yaşamda kullanma yeteneklerini ölçmektir. Gençlerin aralarında dostluk, dayanışma ve rekabet duygularını geliştirmek, öğrenme merak ve isteklerini, derslerdeki ilgi ve başarı düzeylerini ve öğrenme ortamları ile ilgili seçimlerini belirlemeye yardımcı olmaktır

PISA’ da zorunlu eğitimlerinin sonunda örgün eğitimlerini sürdüren 15 yaş grubundaki öğrencilerin;

a) Matematik okuryazarlığı,
b) Fen Bilimleri okuryazarlığı ve
c) Okuma Becerileri konularında değerlendirme ve sıralama yapmak.  
Bunların dışında, öğrencilerin tepki ve davranışları, kendileriyle ilgili görüşleri, öğrenme biçimleri, okul ve aile ortamlarına ilişkin verileri toplanmak.

PISA değerlendirmelerinde “okuryazarlık” kavramının anlamı: Öğrencilerin bilgi ve becerilerinin artırılarak onların toplum ilişkilerine daha etkin katılımlarının sağlanmasıdır.

PISA etkinlikleri OECD gözetiminde Yönetim Kurulunca belirlenen bir konsorsiyum aracılığıyla yapılmaktadır.

PISA araştırmaları, başarı testleri ve anketleri, ülkemizde Nisan ayı içerisinde uygulanmaktadır.
Araştırmaya örgün öğretimde kayıtlı, 15 yaş grubu öğrencilerin bulunduğu tüm okullar (Ortaokul, Anadolu Lisesi,  Fen Lisesi, Sosyal Bilimler Lisesi, Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi, Spor Lisesi, Anadolu İmam Hatip Lisesi, Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi,  Çok Programlı Anadolu Lisesi)  katılabilmektedir.

PISA programı 2000 yılında uygulanmaya başlamıştır. Üçer yıllık dönemler hâlinde uygulanan araştırmaya ülkemiz, ilk kez 2003 yılında katılmıştır.

PISA’ da; çoktan seçmeli, karmaşık çoktan seçmeli, açık uçlu, kapalı uçlu gibi değişik soru türleri kullanılmaktadır.

Öğrenciler, Bilgisayar Tabanlı Değerlendirme uygulamasının ardından anket uygulamasına katılmaktadırlar.

PISA araştırmasından elde edilen sonuçlar ulusal bir rapor hâlinde düzenlenmektedir. Bu sonuçlar, eğitim-öğretim programlarının geliştirilmesinde karşılaşılan eksiklerin giderilmesinde ve eğitim alanında yapılan araştırmalara kaynak olarak kullanılmaktadır.

PISA uygulamasının sonuçları, OECD sekreterliği tarafından her yılın Aralık ayında açıklanmaktadır.
Bu sonuçlara http://www.pisa.oecd.org  ve
https://www.oecd-ilibrary.org/fr/education/pisa-2022 assessment-and-analytical-framework_dfe0bf9c-en
sitelerinden, linklerinden ulaşılabiliyor.

2022 yılına ait sonuçlar aralık ayı başında açıklandı. Bu sonuçlara göre bir önceki değerlendirme göz önünde tutulduğunda öğrencilerimiz matematikte aynı düzeylerini korumuşlar, okumada 10 puan gerilemişler, fende ise 8 puanlık bir artış sağlamışlar. 81 ülke öğrencilerinin katıldığı PISA 2022’de Türkiye, matematikte 453, okumada 456, fende 476 puan almış. Bu 81 ülke içindeki sıralamaya bakıldığında ülkemizin yeri ortalamanın hayli altında kalıyor.
PISA 2022 uygulamasında Türkiye 81 ülke arasında 39’uncu, 37 OECD ülkesi arasında 32’nci sırada yer aldı. Yine bu araştırmalarda öğrenci ailelerinin gelir güzeyleri ile başarı düzeyleri arasında doğrusal bir orantılı bulunduğu görülmektedir. Ayrıca eğitimin ücretsiz ve kamu hizmeti olarak sunulduğu ülkelerde başarı düzeyinin görece daha yüksek olduğu gözlemlenebilmektedir.
 
Matematik ve fen konularını işin uzmanlarına bırakalım, aklımızın erdriği kadarıyla okuma becerileri başlığı altındaki konuya biraz bakalım.

Okuma becerileri nelerdir? Okuma çeşitli alt becerilerden oluşuyor. Derslerde öğretilmesi-geliştirilmesi gereken önemli okuma becerileri; 

PISA programının esas aldığı ölçüler doğrultusunda okuma becerileri;

Öğrencinin kendi dilinde
a) Sözcük dağarının genişliği,
b) Okuduğunu anlama,
c) Anladıklarından çıkarımlar yapma, ders çalışma, çalışırken araştırma becerileri olarak tanımlanabilir.

Kavram Mutfağı adı altında yapılan amatörce çalışmaların başlıca amacı toplumumuzda, günlük konuşma dilimizdeki kavramların kök ve kökenlerini araştırmak, yanlışları göstermek ve yeni kavramlar önermektir.

Herhangi bir konuda bilgi sahibi olabilmenin yolu öncelikle içinde bulunulan ortamın bilgi edinmeye uygunluğudur. İkinci olarak bilgi edinme için bir zaman diliminin ayrılmış olmasıdır. Genetik yeteneklerimizi bir yana bırakırsak öğrencinin doğup büyüdüğü aile ortamının çocuğa bilgi verebilecek düzeyde bilgili olması ve yeterli zaman ayrılarak çocuğa doğru yöntemlerle bu bilgileri anlatılmasıdır. Çocuğun da bu bilgileri alabilecek yaşta ve sağlıkta olması gerekmektedir. Çocuğa daha ileriki yaşlarda kavrayabileceği şeyler verilmeye çalışıldığına öğrenme değil ezberleme şeklinde yanlış bir durumla karşılaşılmaktadır.

Belli yaş ve sağlıkta olan çocuğun veya yetişkinlerin bu ortamlarda beş duyuları aracılığı ile elde ettiği duyumların zihinlerine engelsiz, kesintisiz ulaşmasının sağlanması da gerekmektedir. Bireyin “akıl daraltıcı” olarak adlandırabileceğimiz bu olumsuzluklardan arınmış olmaları zorunludur. Bu akıl daraltıcıların en önemlileri hamaset ve mukaddesat fanatizmidir. Daha açık söylemek gerekir ise konuları akıl ve bilim ile değil etnik ve dinsel önyargılarla açıklamaya çalışmak, düşünmenin ve ifade etmenin önüne yasaklar ve tabular dikmektir. Özgürce düşünmenin ve düşündüğünü özgürce ifade edebilmenin ancak laik bir eğitimle sağlanabileceği gerçeği asla gözden uzak tutulmamalıdır.

Bilindiği gibi beynimize ulaşan bu duyumlar zihnimizde işlenmekte ve bizim için yaşamsal veriler olarak belleklerimize kayıt edilmektedir. Her bir veri özne, nesne ve olaylar olarak ayrı ayrı sınıflandırılmaktadır. Bu verileri canlı zihnimiz, iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış, yararlı-zararlı gibi ölçütleri göz önünde tutarak değerlendirir. Bu sınıflandırmada ögelerin birbirleriyle belli bir korelasyon ve uyum içinde olması zorundadır. Bu uyum topluma ve doğaya uygunluktur. Aksi halde canlı bencilliğimiz “yıkıcı bir bencilliğe” dönüşebilir, bundan kaçınılması gerekir. Eğitim, öğretim programlarında bunun için gerekli önlemler alınmalı, düzenlemeler yapılmalıdır.  

Belleklerimize kaydedilmiş veriler zihnimize yeni gelen duyumların değerlendirilmesinde bize yol göstermektedir.  Önceden kayıtlı verilerimiz sayesinde biz bundan sonra ne olur, ne olabilir, biz ne yapabilir veya yapamayız tarzında öngörülerde bulunabilir, çıkarımlar yapabiliriz.

İşte, belleğimizde kayıtlı bu verilerin çokluğu ve bu çokluklar arasında neden sonuç bağlarını kurabildiğimiz ölçüde bizim “sorun çözme” yeteneğimiz artacaktır. Sorun çözme yeteneğinin artmasıyla doğanın işleyişine, yurt ve dünya sorunlarına bakış açımız genişleyecek, daha kapsamlı ve gerçekçi varsayımlarda bulunabileceğiz demektir. Bunun adına “kültür” diyebiliriz. Kültür akıl ve bilimle sağlanır, bilek gücü ise kültürün uygulanması anlamına gelir. Buna tasarım ve uygulama da diyebiliriz.  Yalnızca bilek gücünün doğanın kontrol altına alınması, genel olarak olanaksız kör, kaba güçlerinden farkı yoktur. Bu yolla sağlanan başarının sürekliliği de söz konusu olamaz.

Kültürün kendisi de taşıyıcıları olan dil de sözcüklerden, kavramlardan, terimlerden oluşmaktadır. Çok basite indirgeyerek açıklamak gerekir ise bir “kitap” ya da “gelmek” eyleminden söz edildiğinde örneğin kitabı belirleyen ögelerin neler olduğunu, kitabı bir kalemden veya elmadan ayıran şeylerin neler olduğunu bilmek gerekir. Aynı şekilde “gelmek” eyleminden de bir şeyin “a” noktasından “b” noktasına hareket etmesinin gerektiğini, bu imgelemlerin gözümüzde, belleğimizde canlanması gerektiğini anlarız. Örneğin dün ile bu günü, bu yıl ile binlerce yıl öncesinde yaşanmış olan bir uygarlığın doğru değerlendirilmesini yapabilmek için bir zaman perspektifimizin olması gerekmektedir.

Bu yetenekler beceriye dönüştürülmeden bir kimseye  “özgürlük”, “egemenlik” “bağımsızlık”, “demokrasi” ya da “sosyalizm” gibi kavramları anlatmak olanağı yoktur.

Bu nedenlerle belleğimizdeki kavram sayısını artırmak ve bunlar arasında bağlar kurmayı geliştirmek zorundayız. PISA ve benzeri programların amacı da budur.
Ne yazıktır ki; ülkemizde anlatmaya çalıştığımız bu zorunlu ilke ve kurallara taban tabana zıt olan bir eğitim-öğretim programı uygulandığı için başarılarımız OECD ülkeleri arasında alt sıralara düşmektedir.

Toplumda bazı güçler akıl gücüyle değil bilek gücüyle oluşan bir çoğunluğun varlığını isteyebilirler. Bu onlar için ucuz işgücü anlamında doğru da görülebilir.

Nitekim “uygar” bir ülkenin “ünlü” bir iş insanı işçilerine şöyle sesleniyordu: Ben size düşünesiniz, okuyasınız, bir şeyler öğrenesiniz diye değil daha çok vida sıkasınız diye ücret ödüyorum. Ben düşünen insan için birilerine zaten yeterince para veriyorum. Sizlerin ayrıca düşünmenize gerek yok. Siz böyle şeylerle enerjinizi boşa harcamayın, zamanınızı ve enerjinizi vidaları sıkmaya ayırırsanız daha çok ücret alır, evlerinize daha çok et, ekmek götürebilirsiniz. Bu da sizin mutluluğunuz demektir. Ahmak olmayın, kafanızı çalıştırın kendi mutluluğu kendiniz yakalayın.

Bu kafa ile düşünen iş dünyasının eğitimden anladığı iki şey vardır. İşçiler sabah işe gelirken otobüsün tepesinde yazan ve yön bildiren yazıyı doğru okusun, mesleğinde işi yapabilecek kadar bilgi edinsin ve bir de market reyonunda dizili ürünleri ve fiyatlarını doğru görsün, okusun. Bundan sonraki bilgiler insana mutsuzluk getiren yüklerdir.

Ülkemizde de durum bundan farklı değildir. İnsanlarımız okuduğunu anlayamıyor, anladığı şeyleri kavrayıp ondan sonuçlar çıkaramıyorsa, bildiğini sandığı şeyler arasında nedensellik bağı kuramıyorsa bu gençlerimizin ahmak, geri zekâlı olduklarını göstermez. Bu o gençlerin ve tüm toplum bireylerinin bilgiden bilerek veya bilmeyerek uzak tutulduğunu gösterir. Yanlış bir eğitim politikasını gösterir.

Öncelikle laik bir eğitim sisteminin tüm ilke ve kuralları ile ama, ancak demeden yerine konması gerekir. Eğitimde çift başlılığa izin verilmemelidir. Eğitim beşikten mezara kadar devlet tarafından ve ücretsiz karşılanmalıdır. Bu ülkenin eğitime ayıracak yeterli kaynağı vardır. Ezberci eğitime son verilmelidir. Eğitimin amacı kutsallığı olan veya olmayan bilgilerin ezberlenmesi ve istendiği anda bunları bir papağan gibi tekrar etmesi demek değildir.

Ezberleyen kişi, aklında irdeleyip bir sonuca vardığı bilgiyi, kendisine özgü yargı yerine birilerinin kendisine zorla bazen de dayakla ezberlettikleri şeyleri tekrar eder. Bir ezbercinin, örneğin bir hafızın, örneğin bir fırına girip hamur yoğurduğunu, yoğurduğu hamuru pişirebildiğini gördünüz mü, duydunuz mu? Elbette hayır. O bu haliyle bur una ve bir de fırında yanan ateşe bakar kalır. Hafız kafasında işlediği bilgileri değil, ezberlediği metinleri bize okur. Okuduğunu anlar mı, hayır, anlamaz. Çünkü okuduğu metin kendi dilinde değil başka bir dildedir. Esasen anlaması da istenmez. Anlamasından korkulur.  Bu gün için 120 binden çok hafız var, hepsi de devletten ödenekli. Bunların kaç tanesi okuduğunu anlıyor, okuduğundan anlamlar çıkarabiliyor.
Plüralist yapılı bir toplumda dinsel inançlarının gereğini yerine getirmek isteyenler için elbette yeterli sayıda din insanı yetiştirilecektir ama bu kişiler okuduğu metni anlayacak, anladığını anlatabilecek tarzda eğitileceklerdir. Arapçayı bilmeden bir metni ezberlemesinin yanlış ve eksik olduğu artık anlaşılmalıdır. Bu bir yana topluma anlamadığı şeyleri ezberletmenin yarardan çok zarar vereceği akıldan çıkarılmamalıdır. Gerektiğinde yabancı dillerden yetkin çeviriler ve sözlüklerden yararlanma yolu açılmalıdır. Bu konuda yasak ve engellere aldırış edilmemelidir.

Gençlerimizi de aynı şekilde, çok yanlış yetiştiriyoruz. Yalnızca kutsal metinleri değil kutsal olmayan ama bizim kendimizin doğru bildiğimiz yanlışlarımızı da çocuğun kafasına huni ile akıtıyoruz. Böyle bir durumda PISA’ da daha üst sıralara çıkma olanağı, olasılığı yoktur.

Konuşmakta olduğumuz dilimizde bulunan sözcük, kavram ve terimlerin, atasözü ve deyimlerin kök ve kökenlerini, anlamlarını öğrenir, bilirsek, yerli yerinde kullanırsak ve gençlerimize de bunları öğretebilirsek PISA ve başka her alanda başarının önündeki engellerden ilki kalkmış olacaktır. Öğretmenlerimizi de anne babaları da aynı şekilde eğitmek zorundayız.

Konfüçyüs’ün sözünü kendimize kılavuz yapmamız gerekiyor. O ben her şeyin adını bilmek isterim demiş. Toplumda barış ve gelişmenin anahtarı olarak dilde yetkinleşmeyi göstermiş.  Biz de kavramlarımıza sahip çıkar ve geliştirirsek toplumsal iletişimde ve toplumsal gelişimde başarılı olmamak için bir neden kalmaz.
Saygılarımla…

12.12.2023
Ali Can Polat
 

 

 

 

 

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.