HAFIZA-İ BEŞER
“Hafıza –i beşer nisyan ile mâlûldür”
Bu özdeyiş Tanzimat dönemi şairlerimizden Muallim Naci´ye ait ya da onun olduğu söyleniyor. Kısaca söylersek anlamı; insan belleği unutma hastasıdır veya unutma eğilimlidir diyebiliriz.
Bu sözün ne kadar doğru olduğunu bugün bir kez daha anladım. Ben ve eşim yurtiçi ve yurtdışı gezileri severiz. Her gezi bizim dünyamıza yeni pencereler açar. Açılan her yeni pencerede, gördüğümüz, algıladığımız ve öğrendiğimiz yeni bilgiler ile daha çok aydınlanırız aynı ölçüde dünyamız biraz daha genişler.
Birkaç yıl önce Fest Travel ile komşu ülke Bulgaristan’a güzel bir gezi yapmıştık. Çok güzel ve yeni şeyler, güzel anılar biriktirmiştik. Örneğin Roma’ya karşı kölelerin isyanına liderlik yapmış olan Spartacus’un öyküsünü onun doğum yeri olan Sandanski kentinde adına dikilen görkemli heykel önünde anımsamıştık. Hemen oracıkta anısına birkaç dize de mırıldanmıştım.
Bu gezide rehberimiz Mustafa Peştereli ile (Peştere Bulgarstan’da bir kasaba) birlikte bir de tümülüs gezmiştik.
Sveshtari’deki Kraliyet Mezarı Tümülüsü:
Svesthari gözlerden uzak bir köy. Köyün biraz dışında küçük denebilecek bir Tümülüs ve bu tümülüsün içinde stilize edilmiş kadın (taşıyıcı) karyatid figürleri bulunuyor. Deklanşöre üst üste bastım. Doğrusu hiç beklemediğim bir anda ve beklemediğim bir yerde bunları görmek beni çok heyecanlandırmıştı.
Kraliyet mezarının içinde sıra ile dizilmiş bu on karyatid içeriye girenin ilk dikkatini çeken görüntüler. Kadın figürler, bir cenaze kültünün karakterleri, tümülüsün içinde gömülü olarak duruyorlar. Bunlar ölümsüz kutsal veya ölümlü olanın üzerindeki göksel kubbenin taşıyıcıları. Bu karyatidler ölüleri elleri üzerinde bir kahraman olarak öte dünyaya götürüyorlar. Mezar, M.Ö. 3. Yüzyıl sonu ile 2. Yüzyıl başlarına tarihleniyor.
Bu bölgede yaşayan halklara Traklar ve bu bölgeye de Trakya deniyormuş. Orada bunları öğrendik veya bildiklerimizi pekiştirmiş olduk. Bizim ülkemizin, İstanbul’un batısından Edirne’ye kadar uzanan kısmına da bu nedenle Trakya deniyor.
Hint-Avrupa kökenli, Doğu Avrupa’da yerleşmiş tarihi bir topluluk olan Traklar, Antik Çağ’da, günümüzdeki Doğu Trakya, Bulgaristan ve Kuzey Yunanistan’da yaşamışlar ve MÖ 4. yüzyılda Büyük İskender’in, topraklarını ele geçirmesiyle asimile olmuşlar. Herodot’a göre Hindulardan sonra dünyadaki en kalabalık halk imişler.
Bu kavmin en önemli boylarını Odris Krallığı, Getae ve Daklar oluşturuyorlarmış. Trakya bölgesinde, Traklardan günümüze kalabilmiş yapılar yalnızca bu kral mezarları olan yığma tepeler (tümülüs) imiş.
Troya kenti Trakların bir kısmına da başkentlik yapmış. Kral ve üst kesim burada yaşarken çiftçiler, at yetiştiricileri ve asker aileleri başkente Trakya’dan gelip hizmet etmekteymişler. Troya söylencesinde, kentte üstün Trakya atlarının salıverilmesi olarak söz edilmektedir.
Troya savaşında ağır yara alan, çok büyük kayıplar veren halkın bir kısmı buradan göç etmiş. Kalanlar ise bir daha eskisi gibi bölgeye egemen olamamışlar. Göç edenlerin büyük bölümü İtalya’ya yerleşmiş. Bu göçmenler orada Akhalılar tarafından Tyrrhenoi veya Tyrrsenoi adlandırılmışlardır.
Traklarla ve Trakya ile anlatılar bunlardan ibaret değil daha başka ve çok değerli bilgiler de bulunmaktadır. Benim asıl üzerinde durduğum unutkanlıklarımız.
Bu tümülüsü gördükten sonra müzeyi gezerken bu karyatidlerin birinin resmedildiği bir tişörtü eşim bana satın aldı ve üzerime giydirdi. Bu tişörtü zaman içinde unutmuşum, unutmuşuz. Aradan onca yıl geçtikten sonra, havalar ısındı al bunu giy diye eşim elime tutuşturunca anımsadım değil… Anımsayamadım.
Niye yalan söyleyeyim, ben bunu Kambodia’da danslarını da seyrettiğimiz ve hayran kaldığımız dans eden apsaralara benzettim.
Sonra neydi, neydi diye düşününce bulduk. Bunlar Kambodia’nın apsararaları değil Trakya tümülüslerinin birinde hala bozulmadan duran 2350 yıllık karyatidlerden biri.
Karyatid’ler başlığı ile bir de şiir yazmış ve bu şiirde Karia ve Karyai kentlerinden, Atina Akropolisi’nden Erechtheion tapınağından ve Romalı ünlü Mimar Vitrivius’tan söz etmiştim. Ne kadar hayıflandım; o şiirin kimyasına buradan bir tuz katamadığım için. Neyse ki; bu eksiklik şiirin temelinde, duvarında ve çatısında önemli bir eksikliğe dahası yaşamsal bir yanlışa neden olmamış.
Ama yine de kendime çok kızdım. Üzüldüm. Daha sonra üzüntüm geçti. Muallim Naci’nin başta yazdığım özdeyişini anımsadım, teselli buldum.
Unutmak… Ya unutmasaydık, unutamasaydık diye düşündüm. Unutmak belki de bizim yarattığımız ve icra ettiğimiz en önemli bir sanatımız.
Yukarıdaki özdeyişi şöyle de söyleyebiliriz.
“Hafıza –i beşer nisyan ile müsterihtir”
04.06.2024
Ali Can Polat