ATLIKARINCA – DÖNME DOLAP

ATLIKARINCA – DÖNME DOLAP

Bir yerlerde bir çocuk ağlıyorsa bilin ki; büyük bir olasılıkla atlıkarınca veya dönme dolap isteği anne veya babası tarafından yerine getirilmediği içindir.

Atlıkarınca

Gerçekten de bir çocuk için başlangıçta en önemli ilgi alanı her türden şekerli şeyler, balon, rüzgârgülü, pamuk helva, koz helva, çiklet ve benzer şeylerdir. Daha sonra çocuğun istekleri hareketli şeylere yönelir. Oyuncak arabalar, salıncaklar, dönme dolaplar ve atlıkarıncalar gibi. Kız ya da oğlan çocuklarının hepsi için bir panayır yerinin en dayanılmaz çekim yeri lunaparklardır. Lunapark denince ilk akla gelenler ise atlıkarıncalar ve dönme dolaplardır. Bir çocuğu bu aletler ile yeteri kadar oynatmadan oradan ayıramazsınız. Disneyland bir çocuk için fantastik bir dünya, büyüklerinden dinledikleri, zihinlerinde canlandırmaya çalıştıkları cennettir. Çocuklar hazır cennetin kapısına kadar gelmişken içeri girmeden, kana doya keyfini yaşamadan oradan ayrılırları mı? İşte ağlamaları bu yüzdendir. Çocuklar haklı olarak park ve bahçelerde, şimdilerde alışveriş merkezlerinin bir bölümünde ilginç oyun aletleri ile oynayarak bedensel ve zihinsel gelişimlerini sağlamaya çalışırlar. Dijital dünya, bilgisayar oyunları, çeşitli canlandırma gösterileri çocukların düşünme ve yaratıcılıklarına bir ölçüde yardımcı olsalar da bedensel gelişmeleri için olumsuz sonuçlar doğurur. Yüz yüze (face to face) bir iletişim olmadığı için etkileşimde sorunlar yaşanabilir. Çocuklarda benmerkezcilik ağırlık kazanabilir. Empati ve karşılık gözetmeden iyilik etme yetenekleri körelebilir. Şiddet yanlısı olurlar, çevresine karşı yıkıcı tutum ve davranışlar gösterirler. Yaşıtları ile aralarınca dayanışma duyguları gelişmez. Her işi kendileri yapmak isterler arkadaşlarıyla takım halinde, topluca hareket etme duyguları gelişmez. Bir işi başaramadıklarında kendilerine güvenleri sarsılır. Yalan söyleme, kaygı, kıskançlık gibi duygular gelişmeye başlar.

Bu sıralamaya çalıştığımız nedenlerle veya benzer nedenlerle çocukların ilk gelişim yıllarında, anaokulu ve kreşlerde onlara yardımcı olmak, onların yetenek ve becerilerini doğru belirlemek ve üstün oldukları alanlara yönlendirmek yaşamsal bir görevdir. Oyuncaklar, çeşitli oyunlar çocukların gelişmesi için olmaz ise olmaz şeylerdendir.  Tam bu noktada çocukları beden ve ruhsal yapılarına uygun olmayan yönlere çekmek, zorlamak iyilik yerine kötülük etmek anlamına gelmektedir. Doğru bildiğimiz yanlışları çocuğa aynen aktarmak ve düşünmelerine fırsat vermeden bir başka söyleşiyle düşünmelerini engelleyerek yaratıcılıklarını yok edip robotlaştırmak onlara yapılabilecek en büyük kötülüktür. Hele hele o yaşlarda kavrayamayacakları soyut kavramları ezberletmek bağışlanmaz bir kusur, bazen de suçtur.
Çocuklara “sen benimsin, bizimsin” gözüyle bakmaktan kesin olarak vazgeçmek, onların bizler gibi bu topluluğun bir bireyi olduğunu, onun da bizler gibi hak ve özgürlüklerinin olduğunu kabul etmek zorundayız. Onlara her an biz senin annen, baban veya öğretmeniniz diye kafalarına çivi çakar gibi sözler söylemek yerine onlarla arkadaş olmanın bir yolunu bulmalıyız. Onların sahip oldukları hak ve özgürlükler bakımından bizden farkları yalnızca yaşlarının küçük olmalarıdır. Elbette bazı hak ve özgürlükleri kullanırken büyüklerinin destek ve yardımları söz konusu olacaktır. Ancak bu yardım ve destekler, onların ileride özgür iradeleri ile olmak istedikleri insan özelliklerine aykırı olmayacak şekilde, onların yararlarını gözeterek bizlerin aracılığıyla kullanılacaktır.

Çocukların bedensel ve zihinsel eğitim ve gelişmelerini sağlamak için oyun oynamak ve okumak en önemli iki araçtır. Bu araçların doğru seçilmesi çok önemlidir.
Yukarıda değindiğimiz gibi çeşitli oyunlar, oyun aletleri arasında en uygun olanları anne, baba ve öğretmenler olarak seçmeliyiz. Çocukların bilgi ve görgülerini artırmak için para tuzağı olmaları bir yana panayırlar, festivaller ve disneyland gibi eğlence yerleri çok değerlidir. Bizim için eğlence yerleri onlar için aynı zamanda bir eğitim yeri, dersliktir.

Bu satırların yazarı olarak ben yıllar önce, pek de ne olacağını biteceğini düşünmeden, bir I Mayıs günü kutlamasını CGT ile Fransız işçiler arasında kutlamak istemiştim. Daha önceden hiçbir hazırlığım da yoktu. Sabah uyanıp onlarla birlikte olmak istedim. Sordum, soruşturdum, Paris’te bu gün her yer kapalı dediler, bugün bir tek bizim gibi çiçekçiler açık dediler. Elbette benim içimde yükselen o coşku, o heyecan bir anda 5 yaşındaki çocuğun elindeki balon gibi patlayıp sönüverdi. Çiçekçi tatlı bir gülümseme ve ardından olanca zarafeti le bir küçük “muguet” müge çiçeği buketini elime uzattı. Merci dedim, sonra kös kös otele geri döndüm. Yine aradan hayli uzun yıllar geçtikten sonra bu müge çiçeğinin öyküsünü ve anlamını öğrendim.
Arkadaşlar haydi dediler, Paris Disneyland’a gidiyoruz. Oyuncağı kırılmış çocuk gibi içimi çekerek değil ama üzülerek evet dedim. Bir otobüs ile Disneyland’a gittik. Kapısından içeri girer girmez içimdeki çocuk birden canlandı. Tut tutabilirsen! Ne atlıkarıncalar, ne dönme dolaplar kaldı, ne de hızlı trenler.
Yüksekten düşer gibi olup düşmeden, içinizdeki o boşalmayı bir düşünsenize… İçimde bin bir çiçek birden açıyordu. Uzay aracındaymış havası veren o programlar, uzayda fırlatılan bir kapsülden diğerine geçmek… Ne kadar büyük bir heyecan, sonu gelmez coşkular.
İnanın o gün kendime bir horoz şeker, eşime de elma şekeri aldım. Ne kadar büyük bir şekerciydi o? Tadı hala damağında…

Tehlikenin büyüklüğü tehlikeyi bir ucundan tutmadan anlaşılmaz. Yaşamak ile ölüm arasındaki çizgide tehlike diye bir şey vardır. Ama bu tehlike nasıl bir şeydir? Tehlikenin üstesinden gelmek mümkün müdür? Teldeki cambaz düşecek ya da düşmeyecek. Bu ikisinin ortasında elindeki sırık ile dengeyi sağladığı sürece düşmeyecek. Düşmek korkusu ile dengede kalmak arasında endokrinal bezlerin salgıladığı adrenalinin verdiği haz. Hiçbir güç bu mutluluğun yaşanmasını engelleyemez. Canlılardaki ve konumuz insan olduğuna göre insandaki hız ve haz duygusu öğrenmek ve başarmak isteği ile birleşince yeryüzünün her yanı bir lunapark alanı gibi olur.

Buraya kadar işin öyküsünü anlattık. Şimdi işimize bakalım. Atlıkarınca demiştik ya… Sahi bu isim tamlaması nasıl yazılıyor. Ayrı ayrı mı, bitişik mi? TDK bitişik yazın diyor. Siz hangisini isterseniz onu yazın. Çocuk dilinde bunun hiçbir önemi yok. 
Atlıkarıncanın at neresinde, karınca neresinde, bu ikisi nasıl yan yana gelmiş, niçin ve kim yan yana getirmiş hala bilmiyorum. Bunları böyle düşünürken araştırmalarımda gördüm; birisi bunun aslında atlı karaca olduğunu yazmış, hızını alamamış, Türk köy seyirlik oyunlarında böyle bir oyun olduğunu, tuluat tiyatrosunda da bunun bulunduğunu yazmış. Anladığım kadarıyla köy seyirlik oyunlarında sözü edilen ve oradan tuluat eserlerine de yansımış olan bu şekil ile atlıkarınca kavramı arasında hayli fark var.

Atlıkarınca sözcüğü insan kulağına hoş gelmekte, duyar duymaz insanların yüz kasları gevşemektedir. Bu sevimli sözcük kullanılarak nice şiirler, öyküler, masallar yazılmıştır.

Atlıkarınca diye diye, sora soruştura yaptığım araştırmalarda karşıma 2010 yılı yapımı senaryosu İlksen Başarır’a ait olan ve yönetmenliğini de İlksen Başarır ile Mert Fırat’ın üstlendikleri, Altın Portakal ödülüne layık görülmüş bir film çıktı. Romantik komedi tadında, konusu işitme engelli bir kişinin üzerinde geçiyor ve ensest bir ilişkinin getirdiği sonuçlar ve ortaya çıkan sıkıntılar anlatılıyormuş. Bu filme niçin bu ad verilmiş onu da anlayamadım.

1968’ li yıllarda Ajda Pekkan’ın meşhur ettiği, Fecri Ebcioğlu’ nun Atlı Karınca Dönüyor adlı şarkısını da anımsıyorum.

Muammer Sun’ un “Koş Koş Atlı Karınca” adlı bir çocuk şarkısı da var.

Kültürümüzde yer etmiş olan bu kavramın anlam, kök ve kökenine ilişkin fazla bir bilgiye ulaşılamıyor. 
 
Avrupa’dan dünyaya yayılmış olan ve atlıkarınca şeklinde yapılmış müzik kutuları bulunmaktadır. Bunların içinde, atlıkarınca döndükçe bir yandan da Beethoven’ nin Für Elise adlı bestesinden kısa bir bölüm çalmaktadır. Belvedere Palace Vienna müzesinden bir anı olarak aldığımız bu küçük müzik kutusu evimizin bir köşesini güzelleştirmeye devam etmektedir. Bu kutular dün olduğu gibi şimdilerde de özel günlerde hediyelik eşya olarak alınıp verilmektedir. İlk kez 1803 yılında Joseph Merlin adında bir saat ve çalgı yapımcısı, Londra Mekanik Müzesi için böyle bir atlıkarınca tasarlayıp yapmış.

Evliya Çelebi de ünlü seyahatnamesinde atlıkarınca için Avrupalılara özgü bir at arabası ifadelerini kullanmaktadır.
 
TDK 1966 basımı Türkçe Sözlük (s.59) ayrı yazdığı atlı karınca deyimi için yere dikilmiş bir eksen çevresinde döndürülen çeşitli binit takımlarından kurulmuş olan bir meydan oyuncağı açıklamasını yapmaktadır.

Meydan Larousse de (s.1/837) atlıkarınca (blş) bir merkezde birleşen eğik askıların uçlarına hayvanlar, arabalar, yapma gemiler veya uçaklar takılı olan ve dönen bir meydan oyuncağı ifadelerini kullanmaktadır.

Ali Püsküllüoğlu’nun sözlük setinde, İsmet Zeki Eyuboğlu ‘nun Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü’nde ve Sevan Nişanyan’ın Sözlerin Soyağacı’ nda atlıkarınca ile ilgili bir bilgiye rastlanmıyor.

Şemseddin Sami’ nin Kâmûs-ı Türkî’ sinde  (s. 26) şu açıklamayı okuyoruz. 1- Atlı karınca= Karıncanın bir büyük cinsi (gerçekten de doğada böyle bir karınca türü bulunmaktadır) 2- Atlı karaca= Çocukların binmesine mahsus tahtadan tekerlekli at.

Kubbealtı dijital sözlükte atlıkarınca (atlı karaca sözünden halk etimolojisiyle) bayram yerlerinde, lunaparklarda, toprağa saplanmış kalın ve uzun bir direk etrâfında dönen, üzerine çocukların bindikleri yapma at, motosiklet, otomobil vb.den kurulmuş meydan oyuncağı olarak açıklanmış.
Hem basılı ve hem de dijital bu sözlükte atlı karaca birleşik adı için İtalyanca carrozza: Karoça “araba” sözcüğü köken olarak gösterilmekte ve bunun atlı karınca sözünün eski ve asıl şekli olduğu üzerinde durulmaktadır.

Dikili bir eksen etrafında dönen ve döndükçe açılarak yükselen birer veya ikişer kişilik salıncakları da atlıkarınca olarak nitelendirebiliriz.

Buraya kadar olanları özetlersek at karaca veya atlı karaca olarak köy seyirlik oyunlarında geçen biçim bir çocuğun beline bağladığı bezler ve ön kısma bezlerden yapma at başı,  arka tarafa da yine bezlerden yapma kuyruk eklenerek oynanan bir oyundur. Oyuncunun elinde bir kamçı vardır. At gibi yürürken bazen de at gibi sesler çıkartmaktadır. Sözlüklerimizde her ne kadar atlı karaca ile atlıkarınca arasında bir ilgi kurulmaya çalışılmış olsa da bunun bir zorlama olduğu kanısına varılmaktadır. Nitekim Atlıkarıncanın Avrupa kökenli olduğu Evliya Çelebi tarafından da ifade edilmektedir. Şemseddin Sami de atlıkarınca için bir karınca cinsi açıklamasını yapmaktadır. Belki de Şemseddin Sami’nin bu sözlüğü yazdığı tarihlerde Türkiye’de atlıkarınca yaygın değildi.

Buna karşılık atlıkarıncanın geçmişini 12. yüzyılda Türk ve Arap atlı askerlerin oynadıkları ve Haçlı Seferleri sırasında Avrupa’ lıların görüp öğrendikleri bir oyuna dayandıranlar da bulunmaktadır. Bu oyunda biniciler, bir daire içinde dörtnala giderken birbirilerine top fırlatırlarmış. Süvarilerin binicilikte ustalaşmak için bir egzersiz olarak oynadıkları bu oyun, İtalyanca carousse ve İspanyolca Garusso (Savaş oyunu) olarak adlandırılmış daha sonra Türkçede carousse veya garusso sözcüğü karaca olarak kabul edilmiş. Doğrusunu söylemek gerekir ise Türk ve Arapların kendi oyunlarını Avrupalılara öğretip daha sonra onların diliyle bu oyunu adlandırmış olması bana hiç inandırıcı gelmemektedir.

Fransız Devrimi sonrasında Fransa’da ve özellikle Paris’te atlıkarıncalar yaygınlaştı. Geçmişte sadece soyluların ve askerlerin bindikleri tahtadan süslü atlar, halkın eğlence aracı olmuş.

Ancak Fransa’ya da Fas’ tan geldiği yönünde yazılar bulunmaktadır.

Paris’ teki caroussel’ ler daha çok ünlenmiştir. Bu kentte 20 ayrı yerde böyle atlıkarıncalar olduğunu duymuştum. Bunların arasında Eiffel, Trocadero, Jardin du Luxembourg, Sacré-Coeur Basilica Montmartre vd…çok ünlüdür.

Atlıkarınca Fransızcası carrousel: Exercice de parade pour cavalier. Çevirisi süvarilerin geçit töreni tatbikatı olarak yapılabilir. Eskiden, Osmanlı döneminde bu kişilere, askerlere cündi, yaptıkları gösterilere de cündi hünerleri deniyormuş. İstanbul’da Feshane ve Aya İrini çevresinde cündi meydanları bulunuyormuş.

Sözcüğün 1640’lı yıllarda İtalyanca carusiello’dan Fransızcaya girmiş olabileceği düşünülmektedir.  Kökeni carro “chariot” olup, Latince carrus “iki tekerlekli vagon” sözcüğünden türetilmiştir. 1895 yılından sonra ise bir eğlence aracı olarak tasarlanmıştır. Bu yeni tasarım için carrousel/ atlıkarınca sözcüğü kullanılmıştır. Char Fransız dilinde savaş arabası anlamına gelen bir sözcüktür.  Başlangıçta atlıkarıncalar insan veya hayvan gücü ile çalıştırılmaktaydı. 19. yüzyıl ortalarından sonlarına kadar atlıkarıncaları çalıştırmak için velespit, buhar motoru ve elektrikli bisiklet gibi farklı yöntemler denenmiştir.

Bilindiği gibi “car” Batı dillerinde araba anlamına gelmektedir. Cargo/ kargo da araba, taşıma sözcüğünden türetilmiştir.
Karoser/ carrosserie  ise bir arabanın motor, akü, fren, balata, teker, şasi gibi ana parçaları dışında kalan kısmı, deyim yerindeyse kabuğu anlamındadır.
Fransızca’ dan dilimize geçen carrière/ kariyer sözcüğünün de kökeninde yine car/araba kökü bulunmaktadır.

Atlıkarınca sözcüğünün İngilizce karşılığı carousel, İspanyolcası carrusel ve Almanca karşılığı da karussell’dir. Redhouse Türkçe-İngilizce Sözlükte  (s.94) atlıkarınca sözcüğünün archaic şeklinin karaca olduğuna da değinilmiştir.

Bu irdelemeler sonucunda bu ad tamlamasına karıncanın nasıl ve niçin girdiğini yine belirleyemiyoruz. Belki de dilimize yapılan çeviri sorunu nedeniyle bu belirsizlik doğmuştur.
Zaman içinde bu tamlamanın bileşenlerinin anlamı geriye itilerek bu hali ile dile yerleşmiş olmaktadır. Etimolojik belirsizliklere karşın atlıkarıncalar çocukların olduğu kadar romantik gençlerin ve hatta yaşlıların bile ilgisini çekmeye devam etmektedir.

Dönme dolap

Dönme dolaplar da salıncaklar gibi insanların çevrelerini yüksekten seyir zevkini yaşatmak ve heyecan tutkularını gidermek amacıyla tasarlanmışlardır. Eğlence alanlarında, bir eksen çevresinde yukardan aşağıya dönen ve oturma yerleri olan, oturma yerlerine binilerek eğlenilen bir eğlence aracıdır.

İlk dönme dolap George Washington Gale Ferris, Jr., tarafından 1893 yılında Chicago’daki Kolomb Dünya Fuarı’nın bir simgesi olarak tasarlanmıştır. Daha sonra dünyanın birçok yerine yayılmış, yaygınlaşmıştır.
6 km2 lik bir park alanı olan Prater içindeki Lunaparkta Viyana’nın sembollerinden Riesenrad (Türkçe: Dönme Dolap) 1896 yılında İmparator I.Franz Joseph’in tahta çıkışının 50. yılı dolayısıyla İngiliz mimar Walter B. Basset’e 30 adet, vagonlu olarak yaptırılmıştır.
London Eye 135 metre yükseklikte, Avrupa’nın bilinen en yüksek dönme dolabıdır. Yılda üç milyona yakın turist çekmektedir.
Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) ticaret merkezi Dubai’de dünyanın en büyük dönme dolabı bulunmaktadır. Bu dolapta aynı anda 1750 kişiye hizmet verilebilmektedir. Araplar buna Ain Dubai (Dubai’nin gözü) adını vermişler. 48 kabini bulunmakta ve bir turunu 38 dakikada tamamlamaktadır. 360 derecelik kesintisiz şehir görüntüsü verebiliyor. Araplar “en” leri çok seviyorlar. Böyle olmasının nedeni para kazanmanın “en” kolay yolu, topraklarındaki petrolü pazarlayarak bulmuş olmalarından kaynaklanmaktadır. Bluewaters Island’da bulunan bu dev dönme dolap 250 metrelik yüksekliğiyle dünyada türünün en yüksek ve en büyük yapısıdır. Bu simge yapının her ayağı 126 metre yüksekliğindedir.

Dönme dolap da atlıkarınca gibi birçok şiir, resim ve filme konu olmuş. Dönme Dolap, Zeki Alasya ve Metin Akpınar’ın başrollerinde oynadığı; Süleyman Turan’ın senaryosunu yazdığı, Zeki Alasya’nın yönettiği 1983 yılı yapımı bir Türk filmidir. Bu adı taşıyan yapıtlar da bize kavramın anlamı, kök ve kökenine ilişkin bir fikir vermemektedir.

Sözcüğün İngilizcesi ferris wheel, Fransızcası grande roue, İtalyancası ruota panoramica, Almancası Riesenrad, İspanyolcası da rueda de la fortuna. Görüldüğü gibi iki sözcüğün birleşmesiyle oluşturulan bu kavramlarda dolap veya benzer bir eşyayı çağrıştıran bir sözcük yoktur. Türkçede ise dolabın dönmesi esas alınmıştır. Dönme dolap deyimi bize dolap beygiri deyimimizi çağrıştırmaktadır.

Dolap beygiri bahçe, bostan sulama işinde, kuyudan su çekmede kullanılan, aynı yerde dönüp durarak çarklı düzeneğin işleyişini anlatmakta kullanılan bir deyimdir. Düzeneği aynı çember üzerinde dönen bir at hareket ettirir. Deyim bir işteki tekdüzeliği akla getirir. Deyim içinde geçen dolap sözcüğü diğer anlamları yanında dönen bir çarkı, çıkrığı ifade etmektedir.

Dolap aynı zamanda içine bir şeylerin konduğu saklandığı genel olarak ahşaptan yapılmış bir kutu anlamına da gelmektedir. Bu anlamda dönme dolabı dönen, döndürülen bir çark olarak anlamak gerekmektedir. Eğlence amaçlı bu hareketli çarklar da sulamada kullanılan dolaplara benzetilerek dönme dolap deyimi türetilmiştir.

Dönme dolaplar bayramlarda düzenlenen şenliklerde belli yerlere kurulan ve oturma yerlerine çocukların bindiği, çarklara bağlanmış, aşağıdan yukarıya sonra tekrar yukarıdan aşağıya inip çıkan büyük bir meydan oyuncağıdır.

Bir de eski köşklerde, konaklarda harem ve selâmlık arasında kadın ve erkeklerin birbirlerini görmeden yiyecek ve içeceklerin bir odadan diğer odaya alınıp verilmesini sağlayan dolaplar vardır. Dolabın bir yanı kapalı diğer tarafı açıktır. Dolap ekseni etrafında döndürülünce yiyecekler öbür taraftan alınabilmektedir. Bu düzeneğe de dönme dolap adı verilmiştir.  Ancak bizim konumuz eğlence amaçlı olan dönme dolaptır.

Dolap çevirmenin en sevimsizi ve kötüsü hiç kuşkusuz hileli yolla düzenbazlıkla, para kazanmayı amaçlayan şeklidir.  Biz bunu da geçelim lunaparklardaki dönme dolaplara dönelim. Bu dolaplar artık hayvan gücüyle, buharlı makinelerle falan değil elektrikle dönmektedirler. Dönüş, duruş ve kalkışları, güvenlikleri bir bilgisayar yazılımı ile kontrol altında tutulmaktadır. Oturma yerleri yerçekimi yasasına meydan okurcasına havada neredeyse yere paralel olacak kadar açılmakta, dönüş hızı azalıp artmakta ve kullanıcılara heyecanlı anlar yaşatmaktadır.
Çocukluk dönemlerimizin bu güzel aletleri Lunapark alanlarında veya ToysR Us gibi oyuncakçılardadır. Yazımıza son vermeden bir de Lunapark ne demekmiş kısaca ona bakalım.

Çarlık Rusya’sında yaşayan ve Marksist devrimci bir düşünür olan Anatoli Vasilyeviç Lunaçarski 1905 yılında ülkesinden Fransa’ya kaçmak zorunda bırakılınca, yaşamını sürdürebilmek için kendi adını verdiği bir park kiralamış ve bu parkta tam on iki yılını nişan tahtaları, sallanan tahta atlar, tahterevallilerle buralarda oynayan çocuklara sandviç satarak geçirmiş. Ama Bolşeviklerle bağını hiç kesmemiş, onların Avrupa’daki ileri bir karakolu gibi işler yapmıştır.. Aynı zamanda bir siyaset adamı olan Lunaçarski aslında bir sanat ve edebiyat tarihçisidir. İşler yoluna girince, yani 1917 Ekim devriminden sonra ülkesine dönmüş ancak Paris’ liler onun adını bu parkı aynı adla işleterek yaşatmışlar.

İngilizce Luna Park kavramının 1902’ de New York yakınlarındaki Coney Island”da kurulan eğlence parkının ticari adı olduğunu ve kökeninin buradan geldiğini ileri sürenler de vardır. Luna ilk kez 1901’de Buffalo Dünya Sergisinde sergilendikten sonra Coney Island’a taşınan kanatlı uzay gemisinin adı imiş. Bilindiği gibi Latincede Luna ay anlamına gelmektedir.

Lunapark kavramının bu ikili kökeninin hangisine inanmalı o bir yana ama insanların özellikle çocukların ilgi ve merakı sayesinde Lunaparklar dünyanın her yanına yayılmıştır. Lunaparkı varsa artık o kente eksiği kalmamış gözüyle bakılmaktadır.

18.07.2023
Ali Can Polat

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.