TEVHİD VE HİLAFET KAVRAMLARI ÜZERİNE

 


TEVHİD VE HİLAFET KAVRAMLARI ÜZERİNE

 

TEVHİD: Arapça olan bu sözcük vahdet yani bir olmak kökünden türetilmiştir. İslam terminolojisinde bazıları Allah için kullanıldığında bu sözcüğe birleştirme, birleşik, bitişik, eklenti, karışım olma anlamları yüklenmesine de karşı çıkıp bunların Allah’a şirk koşmaya ortam hazırlayıcı olduğunu söylemektedirler. .

Tevhit sözcüğü Arapçada tawḥīd توحيد [#wḥd II msd.] birleştirme, bir kılma, köklerinden alıntıdır ve birlik anlamlarına gelmektedir. Whd kökünden, wahada: Bir idi, tek idi fiilinin tefˁîl vezni mastarıdır.

TDV İslam Ansiklopedisi kaynaklarına göre tevhid  التوحيد Allah’ın zâtında, sıfatlarında, mâbud (tapınılacak, kendisine ibadet edilecek tanrı) oluşunda bir ve tek olduğunu zihin ve kalp yoluyla kabul etme anlamında terimdir.

Yine aynı kaynağa göre kelime i tevhid de كلمة التوحيد İman esaslarının özünü ifade eden cümle için kullanılan bir tabirdir.

Yapılan açıklamalara göre de anlamı: Zât-ı ilâhiyyeyi zihinde canlandırılabilecek her şeyden berî kılmak” anlamındaki tevhîd ile burada “cümle” mânasına gelen kelimeden oluşan kelime-i tevhid (kelimetü’t-tevhîd) tabiri Allah’tan başka tanrının bulunmadığını ifade eden cümlenin adıdır.

Hat sanatında kelime-i tevhid denilince, onun değişik ibareler içinde tekrarından oluşanlarla kelime-i şehâdetin tamamı veya bazı kelimeleri yanında bu mânaya gelen diğer ifadelerin bilhassa celî yazılarla tertip edilmiş güzel örnekleri anlaşılmalıdır.

Kelime-i Tevhid bayrağı “La ilahe illallah, Muhammedün Resullullah” yazan bir bayraktır. Hilafet Bayrağı’nın diğer yüzünde görülebilir. Türkçe’de “Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed Allah’ın resulüdür” anlamına gelir

KELİME-i ŞEHÂDET  كلمة الشهادة Allah’tan başka ilâh bulunmadığına, Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna inanmayı ve bunu sözle belirtmeyi ifade eden bir terkiptir.

Kelime-i şehâdet (kelimetü’ş-şehâde) İslâm dininin beş temel esasından birincisi olup “tanıklık etme ifadesi” demektir. Dinî bir terim olarak, “Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna gönülden inanır, sözle de ifade ederim” anlamına gelen “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh” cümlesinin yerine kullanılır.

 

Kelime-i şehâdet, “Allah’tan başka ilâh yoktur” anlamına gelen kelime-i tevhidin başına “eşhedü” fiilinin eklenmesiyle meydana gelmiş olup muhteva itibariyle aralarında bir fark yoktur. Ancak kelime-i şehâdet özellikle tanıklığı (inancı ve bunu ifadeyi) vurguladığı için İslâm’a mensubiyeti belirtir

HİLÂFET  الخلافة İslam peygamberi Muhammed’in 632 yılındaki ölümünün ardından oluşturulan siyasi bir makamdı. Devlet başkanlığı kurumudur. Bu siyasi makamın başındaki kişilere halife denirdi.

TDV İslam Ansiklopedisi’nde Hilafet Bayrağı maddesi bulunmamaktadır.En azından ben bulamadım.
Sözcük, Arapça χlf kökünden gelen χilāfat خلافة  halifelik sözcüğünden alıntıdır. Arapça χalīfat خليفة  halife sözcüğünün mastarıdır.
Halife Arapça fiˁāl vezni mufāˁala ͭ vezni ile eş işlevlidir. Arapça bu fiil, dilimizde de kullanılan bir başka sözcüğü, muhalefet sözcüğünü de aklımıza getirmektedir.

Muhalefet, bir görüşe, bir eyleme, bir tutuma veya benzerlerine karşı olma durumunu, aykırılığı ifade etmektedir. Bu görüşte veya durumda olan şeylere, kişi veya gruplara da muhalif denmektedir.
Sözcük, Arapça  xfl kökünden gelen muχālafa ͭ مخالفة dan türetilmiş olup karşıt olma, karşıtlık,  Arapça χalafa خلف (birinin) ardından (hilafına) konuştu, topluluktan ayrı düştü, zıt gitti anlamlarında kullanılmaktadır.

Hilaf da yine Arapça aynı xlf kökünden gelen  χilāf خلاف sözcüğüdür.  A’ nın söylediğinin hilafına konuştu veya bir eylemde bulundu gibi.

Halef sözcüğü de Arapça χlf kökünden gelen xalafa/ χalaf خلف ‘dır. Türkçemizde yeni yeni yerini ardıl sözcüğüne bırakmaktadır Birinin yerine geçti, ardından geldi, birinin ardından konuştu, topluluktan ayrı düştü şeklindeki cümlelerde yer almaktadır. Bu sözcüğün Aramice/Süryanice χālaf חָלַף   geçme, yerine geçme, değişim sözcüğü ile eş kökenli olduğu söylenmektedir.

Selef sözcüğü ise halef sözcüğünün karşıtı bir anlamdadır. Sözcüğü Türk Dil Kurumu bir meslekte ya da görevde kendinden önce bulunan ya da yerine geçilen kimselere verilen ad olarak açıklamaktadır.

Selefilik sözcüğü daha çok dinsel anlamıyla öne çıkmaktadır. Sünni İslam içerisinde aşırı köktendinci reform hareketinin adıdır.

Selefîlik veya Selefizm (Salafizm veya Selefiyecilik olarak da bilinir. Arapça: السلفية Selefiyye, temelleri çoğunlukla İbn-i Teymiye ve öğrencisi İbn Kayyim el-Cevziyye tarafından atılmış bir İslâm inanç hareketidir. Günümüz Selefileri çoğunlukla, Vehhabîlik’in kurucusu Muhammed bin Abdülvehhâb’ın yazılarını ve görüşlerini kabul ederek eylemlerde bulunurlar.

Selef, önde olan anlamına gelir ve geleneksel olarak İslâm Peygamberini, sahabeleri ve onları görenleri esas alır. Onların görüş ve düşüncelerini yaygınlaştırmak isterler.

Son günlerde tevhit, hilafet konuları sıkça konuşulmaya, yapılan kimi gösteri ve mitinglerde “hilafet bayrağı” açılmaktadır. Yazımızın başında tevhit ve hilafet kavramlarının etimoloji ve anlamları üzerinde durduk. Bunu yaparken de herhangi bir tartışmaya yer vermemek için TDV İslam Ansiklopedisini kaynak olarak aldık. Hilafet bayrağı konusunda bir alıntı ile yazımızı sürdürelim.
*
Tarihçi ve yazar Necdet Sakaoğlu, kendisi ile yapılmış bir söyleşide: “Osmanlı Devleti’nin ilk resmi bayrağı III. Selim’in padişahlığı zamanında Nizam-ı Cedid’ in (Yeni Düzen) getirdiği bir yenilik olarak 18. yüzyılın sonundan itibaren kullanılmaya başlandı” diyor.  Sakaoğlu, “Osmanlı padişahlarının halifeliği hiçbir zaman bayrak, sancak ya da tuğrayla temsil edilmedi. Hilafet bayrağı diye halifelik makamını temsil eden bir bayrak hiçbir zaman kullanılmadı.” İfadelerini kullanıyor.

Tuğlar ve Peygamber’in sancağı

Eski Türkçe kaynaklarda savaşlarda ucuna bir bez parçası ya da hayvan kuyruğu takılarak kullanılan mızrak olarak geçen bayrak, topluluk veya askeri grubun sembolüydü.

İslamiyet öncesi ve sonrası Türklerde de devlet ileri gelenlerinin, komutanların, askeri birliklerin bayrakları vardı.

İslamiyet öncesinde manevi değer taşıyan hayvan şekillerinin yanı sıra kullanılan ay, yıldız ve güneş; İslamiyet sonrasında da sancaklara taşındı. Bunlara Zülfikar (çift uçlu kılıç) gibi eklemeler geldi.

Tarihçi Sakaoğlu, Osmanlı padişahlarının, imparatorluk sembolü olarak gittikleri yere dokuz tuğ (tepesinde at kuyruğu bulunan, altın uçlu mızrak) taşıdıklarını belirtiyor. Tuğ, bir nevi askeri güç sembolüydü. Dokuz tuğun altında rütbelerine göre vezirlerin tuğları olurdu.

III. Selim zamanında al zemin üzerine ay ve şualı ilk resmi bayrak kullanılmaya başlanmadan önce resmi olarak, sefere giderken tuğlar çekiliyordu.

Yeniçeri birliklerinin ve deniz kuvvetlerinin flamaları vardı. Ancak resmi ve genel değildi.

Öte yandan Sakaoğlu, Muhammed Peygamber’in kullandığına inanılan Sancak-ı Nebevî’ den bahsediyor. Topkapı Sarayı’nda Kutsal Emanetler arasında saklanan bu siyah bayrak, zamanla eskimiş ve parçalanmıştı.

“Yenileri yapılıp yerine kondu. Padişah sefere gideceği zaman dokuz tuğ ve Sancak-ı Nebevî saray kapısının dışına asılırdı. Bu, halka ‘Ordu savaşa çıkacak’ demekti. Manevi kuvvet olarak savaşa götürülürdü ama tabii artık orijinali değildi. Birliklerin ayrı sancakları da vardı”.

Sakaoğlu, halifeliği temsilen bir bayrak olmadığı gibi halifenin bayrak çekme gibi bir görevi de bulunmadığı belirtiyor: “Abbasiler döneminde Abbasi halifeleri büyük cami yapan hükümdarlara, siyah ve üzerinde fetih ayetleri yazan bir bayrak gönderirlerdi. O halifenin hükümdarı meşru saydığına dair bir simge idi. Daha sonra Selçuklu ve Anadolu beyliklerinde de devam etti. Bu bayraklar Osmanlı öncesidir, müzelerimizde de vardır”.

Son Halife II. Abdülmecid’in sembollerin değerini bilen biri olduğunu belirten Sakaoğlu, “Ama hilafeti temsilen bir bayrağı hiç olmadı. Vahdettin’in de yoktu” diyor.

Halife sıfatı nasıl kullanıldı?

Sakaoğlu, “Osmanlı padişahının halifeliği de Küçük Kaynarca Antlaşması’nın (1774) ardından imzalanan Aynalıkavak Tenkihnamesi (1779) ile tahtta I. Abdülhamid varken ilk defa vurgulandı” diyor. Ondan önce Osmanlı padişahlarının künyesinde halife lafının olmadığını belirtiyor.

Hatta bunu, anlaşmaya katılan yabancıların, Osmanlı’yı bir de o yönden baskı altına almak için önerdiğini belirten Sakaoğlu, “Osmanlı padişahını, İslam ülkelerinde çıkan karışıklıklar için de sorumlu tutmak için konmuş bir tuzaktır” diyor ve halifeliğin resmi bir anlamının olmadığını da ekliyor:

“Yarı resmi, yarı dini belgelerde halife sözü her zaman yalnız Osmanlı değil başka beyler, sultanlar tarafından da kullanılmıştır. Hazreti peygamberin kurduğu dine yardımcılık eden anlamındaydı, resmi bir anlamı yoktu”.

Padişah tahta geçtiğinde düzenlenen tören olan cülusun da camide değil sarayda yapıldığını vurgulayan Sakaoğlu, “Padişah olarak hitap edilirdi, halife hazretleri denmezdi” diyor.

“Halifeliğin en büyük göstergesi siyah sarık sarmaktı. Bütün Abbasi halifelerinin başında siyah sarık vardı. Bizimkilerde ise beyaz sarık, beyaz kavuk bulunuyordu. En son ise fes giyildi”.

Piyasada dolaşan “hilafet bayrakları”

Osmanlı İmparatorluğu’nda da ordu ve donanma birliklerinin flamaları vardı.

Bugün bunların bir kısmı Deniz Müzesi, Topkapı Sarayı, Askeri Müze gibi yerlerde bulunuyor.

Askeri Müze Bayrak ve Sancak Koleksiyonu’na göre, Osmanlı’da kullanılan ilk bayrak Selçuklu sultanının Osman Gazi’ye gönderdiği “ak sancaktı”. Ancak örneğin 1353’te Rumeli’ye geçiş sırasında gemilerde kırmızı sancak vardı.

Yavuz Sultan Selim’e ait olduğu düşünülen Topkapı Sarayı Müzesi Envanter kayıtlarında bulunan kırmızı sancakta, ortasında “Allah” ve “Ya Burhan” yazan bir Zülfikar’ın yanı sıra Fetih Suresi ve “kelime-i tevhid” de bulunuyor. Ortasında Zülfikar olan, yine “kelime-i tevhid” ve fetih suresi yazılı, dört halifenin isimlerinin de bulunduğu yeşil sancak ise Barbaros Hayrettin Paşa sancağıydı ve Deniz Müzesi bünyesinde bulunmaktadır.

Yani bazı Osmanlı padişahları, vezir ve paşaları da “kelime-i tevhid” ve ayetlerin yazılı olduğu, güneş, ay, yıldız, Zülfikar bulunan sancaklar kullanıyordu. Ancak Sakaoğlu’nun belirttiği gibi bunlar resmi bayrak olmadığı gibi halifeyi temsilen de kullanılmıyordu.

Son olarak yeşil zemin üzerine kelime-i tevhid yazılı ve Zülfikar bulunan bayrak, Suudi Arabistan’ın resmi bayrağı olarak kullanılıyor.

Sakaoğlu, “Sonra bu yeşil zemin üzerine kelime-i tevhid yazılı bayrak savaşlarda kullanılır oldu. Ama bu doğru değildir. Ayaklar altında kalır, karşı taraf yırtar, hakaret eder düşünceleriyle cepheye götürmeyip cephe arkasında tutulması gerekir” diyor.

Fatih Camii’nden Birinci Dünya Savaşı’na girildiği ilan ediliyor. Yani bir duyuru amacıyla kullanılıyor.

Hilal ve yıldızın bir arada kullanılması ise bilinen kaynaklara göre 16. yüzyılda, III. Mehmet döneminden itibaren başlıyor. Bu döneme ait Avrupa kaynaklarında da Osmanlı ordusu ay ve yıldızın bir arada olduğu, güneş ve Zülfikar motiflerinin bulunduğu gravürler var.

Nizam-ı Cedid’ le resmileşen kırmızı zemin üzerine ay ve yıldız, İkinci Meşrutiyet döneminde artık dikdörtgen şeklinde bir bayrak ve beş şualı halini alıyor.
*
Şunu bir kez daha yinelemekte yarar ve zorunluluk vardır. Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir. Bu gün bunları konuşabiliyorsak cumhuriyetimizin bu özellikleri sayesindedir. Cumhuriyetimizin bu özellikleri kim ne düşünürse düşünsün ve ne gibi eylemler yaparsa yapsınlar dayandığı sağlam temeller üzerinde sonsuza kadar aynı şekilde ayakta kalacaktır.

Hilafet ve halifelik yukarıda da değinildiği gibi (TDV İslam Ansiklopedisi) İslam peygamberi Hz. Muhammed’in 632 yılındaki ölümünün ardından oluşturulan siyasi bir makamdı. Kur’an’da halifelik adıyla bir Kurum bulunmamaktadır. Hz. Muhammed’in ölümünden sonra ortaya çıkmıştır. Dört halifeye de o tarihlerde halife değil Emir-ül Müminin adı verilmiştir. Hz. Ali’nin öldürülmesinden sonra otoriteyi ele geçiren Muaviye ve devamında Emevî hanedanlığı seçimle iş başına gelmeyi sona erdirmiş ve halifeliği babadan oğula geçen bir kurum yapmıştır. Üç ayrı yerde halifelikler ilan edilmiş bir diğerinin can düşmanı olmuştur.  Hilafet bir devlet başkanlığı kurumudur. Halifelik sürekli iktidar kavgalarına neden olmuştur. Abbasiler Emevileri, Hülagu Han Abbasileri kılıçtan geçirmiştir. Endülüs’ te ise hilafet ortadan kaldırılmış, Mısırda Fatimi’ ler döneminde de önemini yitirmiştir. 1517 yılında ise Yavuz Selim halifeyi kolundan tutup İstanbul’ a getirmiştir. Uzun yıllar Osmanlı sultanları halifeliği hiç önemsememişler, şeyhülislamlarla yetinmişlerdir. İmparatorluk iyice çöküşe geçmeye başlayınca ve ülkenin birçok yerinde milliyetçi akımlar yükselmeye başlayınca Müslüman tebaa arasında istenen birliğin halifelikle sağlanabileceği düşünülmüş ama düşünüldüğü gibi olmamış, Arap nüfusun çoğunlukta olduğu birçok bölgede isyan ve ihanetler birbirini izlemiştir. En sonunda TBMM tarafından 03.03.1924 tarihinde hilafetin varlığına son verilmiştir.  

Devletler zaman içinde halkın, ekonomik, toplumsal ve kültürel gereksinimleri doğrultusunda gelişirler ve değişirler, değişmek zorundadırlar. Osman bey zamanında kurulan beylik ile Fatih Sultan Mehmet dönemindeki devlet yapısı veya Sultan Abdülmecit dönemindeki devlet yapısı aynı değildi, olamazdı. Aynı şekilde II. Dünya Savaşı yaşandıktan her yer yanıp yıkıldıktan, bölgemizin ve dünyanın haritası yeniden çizildikten sonra Çanakkale ve Kurtuluş Savaşları sonrasında yeni bir devlet kurulduktan sonra devlet yönetiminin aynı kalacağı, değişen dünyada toplumun aynı eski anlayışlarla yönetileceğini, yönetilebileceğini düşünmek yanlıştır ve anlamsızdır.

Çağımızda teokrasi ve monarşi dönemleri kapanmıştır. Krallıklar, padişahlıklar, imparatorluklar dönemi sona ermiştir. Dinin ekonomi ve toplum yaşamındaki yeri değişmiş, din adamlarının topluma yön verme olanakları hem dünyamızda ve hem de ülkemizde sona ermiştir. Toplum yaşamı ekonomik sistemlerin koyduğu kurallar doğrultusunda şekillenmektedir. Başat ekonomik sistem olan kapitalizmin son aşaması emperyalizm din ve milliyet unsurlarını kendi çıkarları için kullanmaktadır. Bunun acı örneklerini yakın tarihimizde yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz.
Ortadoğu coğrafyasında yaşayanların ortak inançlarından biri olan İslamiyet de dünyadaki bu gelişim ve değişimin dışında kalamazdı ve kalamamaktadır.

Böyle bir tablo içinde 1400 yıl öncesinin yönetim anlayışını egemen kılma hareketinin hiçbir başarı şansı olmaması bir yana emperyalizmin güdümüne girip bölge halklarının hayati çıkarları için çekilmez sonuçlar getirecektir.

Hilafet heveslileri sanıyorlar ki; tüm İslam âlemi Türkiye hilafeti ilan etsin, biz de o birliğe koşalım şeklinde bir beklenti içindeler! Bu gün yeryüzünde yaşayan 8 milyar insandan 1,8 milyarının Müslüman olduğu ve bunların 60 ayrı ülkede yaşadıkları bilinmektedir. 1400 yıldır hiçbir zaman Müslümanlar hilafet altında veya başka bir birlik içinde bir arada olamamışlardır. Bu gün de bir arada olmalarını gerektirecek anlamlı bir neden bulunmamaktadır. Din, insanları birleştirmeye yetmemektedir. Aksine hizipleşme bu toplulukları daha da küçük parçalara bölmektedir. Bölünmelere sömürücü ülkelerin politikaları neden olmaktadır. Müslümanların birbirleriyle yaptıkları savaşlar başkalarıyla yaptıkları savaşlardan daha çoktur. Dolayısıyla hilafet altında Müslümanları bir araya getirip daha büyük bir güç oluşturacağı düşüncesi ham hayal değil içi geçmiş, kof, yere düşmüş çürümeye başlamış bir meyvedir.

Hilafet heveslilerinin kafalarında yaratmak istedikleri sistem toplumun din kurallarına göre yaşamasıdır. Oysa hilafetin esası din değil siyasettir. Bu da kim veya kimler ekonomik zenginlikten ne kadar pay alacağı anlamına gelmektedir. Din, dün olduğu gibi bugün de kişinin akıl ve vicdanı ile baş başa kalması, neye inanıyor veya inanmıyorsa kendi inanç sistemleri ile yaşamasıdır. Din dayatma ile kabul veya reddedilecek bir olgu değildir. İşin içine baskı, zor ve şiddet girince dinin dayanakları da, inandırıcılığı da yok olmaktadır.

Hilafet sisteminin ilk başından beri yaşadığı sorunları ve acıları tarih kitaplarından öğreniyoruz. Sorunlar ilk halifenin belirlenmesiyle başlamıştır. İlk dört halifenin üç tanesinin öldürülmüş oluşu hafife alınarak geçiştirilemez. Ortadaki bu sorunu hilafet heveslilerinin düşünmeleri gerekmektedir.
Hilafetin önemi devlet yönetiminde devletin diğer kurumlarının yanında her zaman çok sınırlı kalmıştır.

Hilafet bayrağına gelince; tarihi geçmişini tarihçi hocamızın söyleşisinden öğreniyoruz. Bu gün sanki yeni bir şey imiş gibi ortaya çıkarılması halka, Müslümanlara yararı olacak bir şey değildir. Halkı Müslüman olan ve olmayan veya hilafeti isteyen ve istemeyen şeklinde ikiye ayırarak birbirine düşman etmeye neden olmaktadır. Toplumda birbirine vatandaşlık bağı ile bağlanmış insanların, tasada ve kıvançta bir olup barış, huzur ve refah içinde özgürce yaşamak azmiyle kurdukları devletin yıkılmasına neden olacaktır. Toplumda bu yanlış düşüncelerin karşısında olan Müslüman olan ve olmayan sağduyulu insanların gücü ve çabası bu tehlikeyi önleyecektir.

Bu satırların yazanı olarak ben hilafet hevesi ile ortaya çıkanların hilafet konusunda yeterli ve hatta basit düzeyde bile bir bilgilerinin olmadığı kanısındayım. Hilafet veya tevhit bayrağı olarak ellerinde tuttukları pankart veya flamada yahut da bayrak üzerinde yazılanları Arapça olduğu için okuyamamaktadırlar. Bir an okuduklarını düşünelim anlayabiliyorlar mı? Bence hayır.
Kelime-i Tevhid veya Kelime-i Şehadet’ in anlamı tartışmaya neden olmamak için yine TDV İslam ansiklopedisinden aynen alınmıştır. Bayrakta Arap alfabesiyle  “La ilahe illallah, Muhammedün Resullullah” yazmaktadır. Türkçe’de “Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed Allah’ın resulüdür” anlamına gelmektedir. Alttaki kılıç ise İslam dini ile ilgili değil Suudi Arabistan devleti ile ilgilidir. Bu onların bayrağında yer alan bir simgedir.

Eğer Kelime-i Tevhid yazısının altına bir resim konacaksa “keserim haa…”  dercesine çatal uçlu bir KILIÇ konacağına Peygamberin sağlığında çok sevdiği söylenen bir şey,  “sizi severim, Allah da ona layık olduğunuzda sizi sevecektir “ anlamında bir GÜL konsaydı… Daha iyi olmaz mıydı? Bu tavır ve davranış peygamberin ve onun tebliğ ettiği dinin amacına daha uygun düşmez miydi?
Ne yazıktır ki;  tarih baba bu düşüncelere gülümseyerek bakmaktadır. Çünkü halifeliğin en başından aşlayarak varlık nedeni ve devamlılığı böyle zora, şiddete dayanmıştır.
Halifelik toplumda sorunlara sorun katacaktır. Bu gün yurttaşların sıkıntısı, iş, aş, adalet ve özgürlüktür. Hilafetin bu sorunların çözümüne yararı değil zararları olacaktır. Eline hilafet bayrağı alıp sallayanlar, avurtlarını şişire şişire tekbir getiriyorlar. Amaçları nedir? % 99’ unun Müslüman olduğu söylenilen bu toplumun İslam’ın ilk ve en önemli bu kuralını bilmemesi düşünülemez. Tekbir getirmekte ve bu cümleyi sesli olarak topluca niçin tekrar etmektedirler.  Allah birdir, tektir, ondan başka yoktur tapacak… Kuşkunuz mu var tamam biz anladık. Tekrar tekrar söyleyince daha mı iyi anlaşılacağını veya anlamayanların 123. kez tekrar ettiğinizde imana geleceğini mi düşünülüyor? Yoksa, yoksa bu ilahi nakaratlarla halkı duygulandırıp coşkulandırarak kendi dünyalıklarınızı mı kurmak, sürdürmek istiyorsunuz?
Sizin daha başka neler düşündüğünüzü bilemem ama halkın kafasından geçen bunlardır.
İslam, Kur’an’a göre hak dinidir, görevlilerin yapması gereken şey ise onu, onun doğruluğunu tebliğ etmekten ibarettir. Kabul edenleri yanlarına alıp militan yapmak etmeyenleri düşman ilan edip tekbir getirerek başlarını kesmek değildir.

Din veya konusu ne olursa olsun akla gelen her türlü düşünce insanlara korku salarak değil sevgi sunarak büyür gelişir.
Unutulmamalıdır ki; insan doğasına ulaşmanın altın kuralı katkısız, arı duru sevgidir.

09.01.2024
Ali Can Polat

 

.

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.