TESETTÜR ÜZERİNE KOPARILAN FIRTINA
İnsan insanlaşmadan önce memeliler sınıfının üyesi bir hayvandı. Diğer türdeşleri gibi o da kıllıydı. İnsan zaman içinde evrimleşti, kıllarından yoksun kaldı. Üşüdü, ellerini kullandı, deriden, kumaştan giysiler yaptı kendisini sıcaktan soğuktan korumaya çalıştı. Bu arada toprağı işlemesini, hayvanları evcilleştirmesini öğrendiler. Ancak Neolitik devrim insanlar arasında mülkiyet düşüncelerini de beraberinde getirdi. İnsanlar artık ben ve benim demeyi öğrendi. İnsanların erkekleri fizik gücü zayıf olan dişilerini, sahip oldukları şeyler gibi sahiplendiler. Aralarında kurallar koydular. Benim dedikleri şeyleri bu kurallarla korumaya çalıştılar. Silahlar icat ettiler, koydukları kurallara aykırı hareket edenleri bu silahlarla hizaya sokmaya çalıştılar. Zaman ilerledikçe ilişkiler arttıkça ve şekillendikçe kurallara kurallar eklendi. Hukuk, din, ahlak, töre, gelenek kuralları icat edildi. Bunlara aykırı davrananları cezalandırdılar.
Üşüme, örtünme konusu geri plana itildi. Sahip olunan şeyin başkalarının elinden, gözünden uzak tutulması öne çıktı, çıkarıldı. Kadın ikincil kişi, hatta şey konumuna geldi. Onun küçük bir hareketi ahlak ve namus kavramları ile yargılanmaya başlandı. Bazı bölgelerde, bazı erkekler kadının saçına taktılar. Görünürse kıyamet kopacak sandılar. Kadını kafes arkasına, çarşaf içine hapsettiler. Son olarak komşumuz İran’da olduğu gibi saçı göründü diye kadınları öldürmeye başladılar.
Kendilerinin tahrik olmalarını kendilerinde değil de karşı cinste aradılar. İşi cinayet işlemeye kadar vardırdılar.
Sorun ahlak, namus sorunu değildir. Kadın Kadın olarak erkek de erkek olarak kendi yaşamının sorumluluğunu taşır. Kimse kimsenin ahlakını, namusunu, onurunu korumak ile görevli-sorumlu değildir. Birinin diğerinin yaşama tarzına karışması suçtur. Devletin ödevi ahlak, namus bekçiliği yapmak değildir. Devletin ödevi başkasının yaşam tarzına karışanları kulağından tutup cezalandırmaktır. Devletin ödevi kadın erkek herkesin bildiği inandığı gibi yaşama koşullarını sağlamak ve bunu güvence alında tutmaktır.
Tesettür, türban vesaire bir toplumda özgürlük değil özgürlüğünden vazgeçmenin, mahrum olmanın bir simgesidir. Her erkek ve her kadın kendisine en uygun giyim tarzını bulur ve uygular. İsteyen istediği giysisi giyer, isteyen çıkartır.
Bir toplumda cinsellik de yeme, içme, barınma ve korunma gibi sıradan bir şeydir. Bizim dışımızdaki canlılar nasıl yapıyor ise, biz aşırı insanlaşmadan önce nasıl yaşıyor isek yine öyle yaşayabiliriz. Burada tek gerekli olan şey insanların aynı frekansı yakaladıklarında istedikleri şarkıyı kimseyi rahatsız etmeden söyleyebilmeleridir. Aykırı frekanslara göz açtırmamak gerekmektedir.
Üşüyen giyinsin, bunalan soyunsun. İsteyen cinsel çekiciliğini artırmak için dilediğini yapsın ama asla zor kullanmasın, hileli yollara başvurmasın. Toplumun ödevi yasak koymak değil kişilerin doğal haklarını kullanmalarını güvence altına tutmaktır. Böyle değilse böyle olmalıdır. Yasaklar ne kadar çok, cezalar ne kadar ağır olursa olsun doğal gereksinimler yine varacağı yere varmaktadır. Yer yüzünde ne kadar çok yasak varsa o yasaklar o kadar çok çiğneniyor. Hukuk sosyolojisi bunu doğrulamaktadır. Bütün sorun insanların doğal gereksinimlerini yasaklamak değil bu gereksinimleri kafa göz kırmadan giderilmesini sağlamaktır. İnsanları bir başkasının tasallutundan, tecavüzünden korumak ana görev olmalıdır.
Kadın saçı ile erkek saçının farkı nedir?
Erkek saçı tahrik etmiyor da kadın saçı niçin tahrik ediyor? Bu kuralların korumaya çalıştığı kadının kendisi veya namusu değil mülkiyettir, sahip olma duygusudur.
Bu konulara bu açılardan bakmak gerekmektedir.
Bir çokları için aykırı bir görüş olduğunu elbette biliyorum, ama ben başka görüşlere de saygı duyarım. Bu anlatılanları bir beyin fırtınası olarak kabul edebilirsiniz.
aCp