SÖZ VERMEK VE SÖZÜNDE DURMAMANIN KIRK ŞEKLİ

 

 

SÖZ VERMEK VE SÖZÜNDE DURMAMANIN KIRK ŞEKLİ

 

Latincedeki Pacta Sunt Servanda (ahde vefa) şeklinde bir deyiş vardır. Bu deyişi, bir kişinin, kurum veya kuruluşun verdiği sözle bağlı olması, sözünün hizmetkârı olması şeklinde çevirebiliriz. Bu anlayış, yalnızca Roma Hukuk sisteminin değil dünyanın neresinde olursa olsun tüm insan ilişkilerinin temelini oluşturur. İnsanlar ve insanların oluşturdukları kurum veya kuruluşların aralarındaki ilişkiler söz verme ve sözünde durma ilkesi üzerinde oluşurlar. Bu ilke bize toplumun bireyleri arasında ve başka toplumlarla aralarında var olan veya olması gereken güven duygusu anlamına gelmektedir.

Ahit, Arapça ˁhd kökünden türetilmiş olan ˁahd عهِد  1. tanıma, 2. yükümlülük, yemin, söz verme anlamına gelmektedir.  Arapça ˁahida عهِد  tanıdı, kabul etti, üstlendi eyleminin mastarıdır. Bilindiği gibi Yahudilerin kutsal kitabının adı Tevrat birinci ahit, Hristiyanların kutsal kitabının adı da İncil ikinci ahit olarak adlandırılmaktadır. Birlikte dilimizde bunlara Kitab-ı Mukaddes denmektedir. İnanışa göre bu kavram Tanrının insanlarla yaptığı bir anlaşma anlamına gelmektedir.  Vefa sözcüğü de Arapça wafāˀ وفاء  wfy mastarından türetilmiştir ve sözünü tutma, borcuna sadık olma, görevini yerine getirme anlamlarına gelmektedir. Erkek adı olarak kullanıldığında sözüne bağlı, sadık anlamlarını taşımaktadır. Bunların ötesinde Tevrat’ta kral Davut’un adı olarak da geçmektedir. Ayrıca bilindiği gibi İstanbul’un semtlerinden birinin de adı vefadır. Bunların hepsi söz vermenin ve sözünde durmanın önemini göstermektedir.

Konuyu daha iyi anlatabilmek için bir örnek vermek yararlı olabilir. Bir kişi elindeki kumaştan bir elbise diktirmek istemektedir. Bunun için bir terziye başvurur. Terzi de bir dükkân açmış gelecek müşterilerini beklemektedir. Bu kumaştan elbise diktirmek isteyen ile elbise dikmek için bekleyen bu iki kişi konuşup anlaşmaktadırlar. Bu konuşmalar sonunda, terzimiz belli sürede ve öngörülen biçimde elbiseyi yine anlaştıkları ücret karşılığında dikmeyi, kumaşın sahibi müşteri de aynı süre sonunda dikilmiş elbiseyi teslim alıp karşılığı fiyatı, ücreti ödemeyi kabul etmişlerdir. Taraflardan birisi elbise dikme, diğeri de belli miktar parayı ödeme konusunda birbirlerine söz vermiş olmaktadırlar.

Terzinin ve müşterinin sözlerinde durmuş olmaları toplumda bir güven duygusunun oluşmasını sağlar. Bu güven duygusu toplumun barış ve huzuru anlamına gelmektedir. Güven duygusunun içinde iki ile ikinin çarpımı nasıl dört ediyor ise ona benzer şekilde benim edimimin karşısında karşı taraf da öngörülen bir edimde bulunacaktır inancı ve beklentisi vardır. Aynı şeyler uluslararası ve devletlerarası ilişkilerde de geçerlidir.

Toplum yaşantısında söz uçar yazı kalır, hafıza-i beşer nisyan ile malûldür. Verilmiş olan sözler zamanla unutulduğundan, anımsanmakta zorlanıldığından bunları yazıya dökmek gerekli olmuştur. Bu yazılar sözleşme, akit, ahit, anlaşma, antlaşma adını almışlardır. Anlaşma yapılmadığı durumlarda verilen sözü doğrulamak, doğrulatmak için insanlar aralarında ant, yemin vermekte, verdirmektedirler. Bunlara karşın yargılamada yargıcın en az güvendiği sözler yine bu tanık anlatımları olmaktadır.

Olması gereken bu olduğu halde taraflar bazen sözlerinde durmazlar. Ama hiçbir yerde yazılı olmayan bu kuralı da çiğnediklerini kabul etmezler. Şimdi bunları biraz daha yakından inceleyelim.

Konu tartışmalı hale gelmiş ise verilen sözün veya eylemin ne olduğu ne olmadığı araştırılacaktır. Gerçek nedir, yukarıdaki terzi-müşteri örneğini ele alırsak bu anlaşmada kumaş hangi kumaştı, kumaştan hangi biçimde bir elbise dikilecekti, dikilmiş elbisenin teslim tarihi ne idi ve kaç liraya anlaşılmıştı şeklindeki soruların yanıtları yazılı olarak yapılmış bir sözleşmede daha kolaydır. Ancak yazılı olmayan sözleşmelerde durum kişilerin o sözleşme koşullarını nasıl algıladıkları ve anımsadıkları ile sınırlıdır. Gerçek olan bazen bir nesne, bir para, bazen bir olay, olgu veya başka bir şey olabilir. Gerçeğin, hakikatin, vakıanın tarafsız bir gözle belirlenmesi zorunlu olmaktadır.

Yalan: Sözünde durmamanın ilk şekli yalan söylemektir. Ancak yalan söylemek çok kötü ve başkalarının güvenini kaybetmek anlamı taşıdığından ve bu durum yalan söyleyen tarafından da bilindiğinden hiç kimse söylediğinin yalan olduğunu kolay kolay kabul etmek istemez. Belli bir çıkar sağlamak ya da toplulukta kasıtlı olarak huzursuzluk yaratmak amacıyla da yalan söylenebilir. Söylenen yalan, aldatmak, kandırmak amacıyla ve gerçeğe aykırı olarak söylenen söz demektir. Yalan söylemek, yalan haber yapmak ve yaymak bir de yalanlamak deyişleri vardır.

Yalanlamak bir haberin veya bilginin gerçeğe aykırı olduğunu bildirmek, göstermektir.
Yalan dolan deyimi yalan ile birlikte dolaşık ve yolsuz tutum ve davranışları da içerir.
Yalan yanlış kavramı doğruluğu, gerçeğe uygunluğu araştırılmamış eylem sahibinin özensizliğini göstermektedir.
Bazen yalanı yok yanlışı var şeklinde de bir söz vardır. Bu da bu sözleri söyleyenin bir kastı yoksa da doğruluğu konusunda bir araştırma ihmalini gösterir.
Yalan söylemenin bir türü de Arapçadan dilimize girmiş olan tezvir ve tezvirattır. Müzevir olan yalan dolan ile birilerinin arasını bozma ve kötülük amacıyla kovculuk yapmaktır.
Yalancılığın bir nitelikli hali de iftira atmaktır. Birine aslı olmayan, gerçekle bağdaşmayan bir suç yüklemektir, onu karalamak, başkaları yanında onurunu zedelemektir.
Karalamak bühtanda (yalan atmak, iftira etmek) bulunmaktır  

Tevil: Söylediği bir sözü, bir tutum veya davranışı, söylendiği ve görünürdeki anlamından uzaklaştırıp, başka bir anlamdaymış gibi göstermeye çalışmak, anlatmak demektir.
Tevil Arapça Awl kökünden gelmekte olup aslı taˀwīl تأويل  dir.  Bir sözün veya eylemin anlamını döndürme, çevirme, yorumlama anlamına gelmektedir.

Tevil sözü günlük konuşmalarda haklı bir gerekçe ileri sürmeden yaptığından ve söylediği sözden utanma veya işine gelmeme gibi nedenlerle kıvırma, ağzında geveleyip geçiştirme ve dönme şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

Birçok kez de bu durumda olan bir kimse durumu kurtarabilmek için “ama” diye başlar ve kendisi için haklı olduğunu gösterebilmek amacıyla ihtirâzi ( Arapça kayıtla (kayd-i ihtirâzî ile) kabullenme yolunu seçerler. Bunun anlamı çekinme ile ya da sakınma ile demektir. Türkçede zaman içinde kendine yer bulan çekince ve sakınca kavramı kullanılsa belki daha iyi olur.

Gelelim takıyye kavramına;  (Telaffuz ederken tâkıyye sözcüğü ile karıştırmamak gerekiyor. Çünkü bu haliyle sözcük takke anlamına gelmektedir. Arapça Takıyye.

Ferit Develioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgatı’ nın 1197. sayfasındaki açıklamaya göre: 1/ Sakınma, çekinme (ihtirâz) , 2-birinin mensûbolduğu mezhebi gizlemesi anlamlarına gelmektedir.

Sevan Nişanyan, Sözlerin Soyağacı adlı kitabında (s.464) sözcüğün yazılışını takiye olarak vermektedir. Sözcük Arapça wqy mastarından türetilmiş haliyle taqiyya ‘dır. Anlamı sakınma, korku, 2- Şii fıkhında tehlikeden sakınma (vikaye) amacıyla dinini inkâr etmedir.

Şemseddin Sami Kâmûs-ı Türkî’ de ( s.676) takıyye sözcüğüne yer verilmemiş bunun yerine tâkiye (takke…) kavramı üzerinde durulmuştur. Ancak aynı eserde (s.226)  takîy kavramı anlatılmıştır. Arapça bir sıfat olan bu sözcük takıyye olarak söylenmekte ve kökeni vikaye sözcüğünden türemiş olan etkıya sözcüğüdür.  Anlamı Allah’tan korkup menahîden (Şer’an men edilmiş, yasak edilmiş olan şeyler) ictinâb (uzak durma, sakınma) eden, perhizkâr (perhiz yapan kimse) ehlî takva (kulun, azametinden korkarak ve rahmetini ümit ederek Rabb’ine karşı olan kulluk görevlerini yerine getiren, emirlerini tutup yasakladıklarından kaçınan kimse) anlamına demektir.

İlhan Ayverdi’nin Misalli Büyük Türkçe Sözlük’te (3048) sözcüğün yazılışı takiye şeklindedir. Takiye (ﺗﻘﻴّﻪ) i. (Arapça viḳāye “korumak, himâye etmek”ten taḳiyye)
1. Gerçek inanç veya düşüncesini söylemeyip gizli tutma.
2. Şiî ve bâtınî mezhep mensuplarının kendilerini korumak ve amaçlarına erişmek için dînî ve siyâsî inanç ve düşüncelerini gizli tutma prensibi: Bunlarda (İsmâîlîler’de) takiye esas olduğundan şartlara göre gerçek inançlarını gizleyerek diğer müslümanlarla kaynaşırlar, görüş ve davranış bakımından onlara uyarlar (Rûhi Fığlalı).

Takiye veya takiyye kavramı dilimizde son 20-30 yıldır artan oranlarda sıklıkla kullanılmaktadır. Özellikle politik retorik içinde kendisine hayli yer bulmuştur. Halk arasında ise yalan söylemeye eş tutularak kullanılmaktadır.

Bazı politikacıların kendilerini olası eleştirilerden korumak ve amaçlarına ulaşabilmek için dinsel ve politik inanç ve düşüncelerini bir süre gizli tutmayı bir tür ilke-kural haline getirdiklerini görmekteyiz.

Kanımızca bu yukarıda anlatılanların içinde en tehlikeli olanıdır. Çünkü karşısındaki kitlenin eski deyimiyle hulus (halis, saf olma hali) ve saffetinden (her anlamda temizlik, arılık, saflık, kurnazlığa aklı ermeme, kolayca aldatılabilme hali)  istifade ederek onları aldatmakta, kandırmaktadırlar.

Halk önünde doğruyu, gerçeği söyleyeceğine inanılan, bu konularda gerçeği, yalnızca gerçeği söyleyeceğine ant içmiş kişilerin bu antlarına bağlı kalması bir zorunluluktur. Bu andı hile yolu ile çiğneyenler toplumun yasalarıyla cezalandırılmalıdır. Ancak halkın da saflığını, arılığını, temizliğini enayilik noktasına kadar sürdürmemesi ve yalancıların, kurnaz politikacıların ipliğini pazara çıkarması, onları politik tercihleri ile yalnız bırakması gerekmektedir. Toplumda kitap, gazete ve televizyon gibi bilgi yayıcıların belli bir denetimden geçtiğine inanılır. Esasen toplumun bunlar üzerinde belli bir denetimi vardır veya olmalıdır. İşte bu organların görevlerini yaparken daha çok özenli olmaları beklenir. Çünkü insanlar kahvede herhangi birinden duyduklarından televizyonda gördüklerine ve duyduklarına daha çok inanmaktadır.

Yukarıda terzi-müşteri ilişkisinde taraflardan biri “üttüm oynamıyorum” dercesine sözünü inkâr ederse veya sözünü gerektiği gibi yerine getirmez ise karşı tarafın bir dava hakkı ve dava sonunda toplumun hukuk ve ceza yaptırımları söz konusu olur.

Aynı şekilde halkın oylarını alarak lider veya yönetici olan politikacıların da, kendilerine oy veren, sempati duyulan politikacıların da verdikleri sözle bağlı olduklarını akıllarından çıkarmamaları gerekmektedir. Eğer verilen söz yerine getirilemiyorsa bunun nedenleri tüm açıklığı ile anlatılmalıdır.
Son dönemlerde akılla, sağduyu ile bağdaşmayacak ölçüde politikacıların hiçbir gerekçe göstermeden bir anda “U” dönüşü yaptıklarına sıklıkla tanık olmaktayız.

Bu şekilde sözünde durmama halleri toplumdaki güven duygusunu ortadan kaldırır. Toplumda güven duygusu zarar görünce bunun sonucu olarak barış ve güven ortamı da ortadan kalkar. Yasaların uygulanmadığı, uygulanmış olsa da bir sonuç alınamadığı durumlarda toplumun gereksinim duyduğu üretim yapma işlevi yerine bir rant ve kapkaç düzeni alır. Sonuçta bireyleri bir arada tutan bağ da zarar görerek topluluk dağılma sürecine girilir. Aynı sözde durmama hali başka topluluklarla, devletlerle de olduğunda ülkenin bağımsızlığı ve bütünlüğü de tehlikeye girer.

Sonuç barış ve huzur içinde yaşamak için toplumun bireyleri, toplumun yöneticileri verdikleri sözleri tutmalı, tutulmayacak sözleri vermemelidir.

06.04.2023
Ali Can Polat

 

 

 

 

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.