SORUNLU KAVRAMLARIMIZ EBEVEYN – EBEBEYİN:

SORUNLU KAVRAMLARIMIZ
EBEVEYN – EBEBEYİN:

 

Ebeveyn kavramı, temel anlamda çocuğa bakım vermekle sorumlu olan biyolojik ya da evlat edinen anne ve/veya babayı kapsamaktadır. Eskiden bu kavramı açıklarken daha çok soy bağı üzerinde durulurdu. Ancak gelişen sosyokültürel yapı çocuğun bakımını, korunmasını, eğitimini üstlenen evli ya da hiç evlenmemiş veya evlat edinmişlerin de ebeveyn kavramı içinde değerlendirilmesini gerektirmiştir.

Ancak dilimizde bu kavramın zaman zaman ebebeyn veya ebebeyin, şeklinde telaffuz edildiğine de tanık olmaktayız. Ne yazık ki; televizyon programlarında da bu yanlışlıklar yapılmaktadır.

Sözcük Arapça abawayn (أبوين ) ana baba sözcüğünden alınmadır. Arapça Abw kökünden gelen ˀabū أبو “baba” sözcüğü ile ilintilidir. Görüldüğü gibi sözcük dilimize devşirilirken sözcüğün içindeki “w” harfi “b” olarak alınmıştır. Bu da açık bir yanlıştır.

İLGİ – ALÂKA:

Günlük konuşmalarımızda bu iki sözcüğün ‘ilgi ve alaka gösteriyor’ şeklinde aynı cümle içinde birlikte kullanıldığını görebiliyoruz. Bu iki sözcüğün yan yana kullanılması bir pekiştirme sıfatı olarak düşünülemez. İlgili yerine “alakalı” veya “alakalı olarak” şeklindeki kullanımlara da son zamanlarda daha sık rastlanılmaktadır.

İlgi, iki ya da daha çok şey arasında herhangi bir benzerlik, bağlılık, ilişki olarak tanımlanmaktadır.

İlgi sözcüğünün anlamını bir de, belli bir olay, şey ya da kişiye karşı yakınlık duyma, o kişi veya şeyden, olaydan hoşlanma ve onlara öncelik tanıma şeklinde tanımlayabiliyoruz.

Alâka kavramı da bir anlamda ilgi, ikinci olarak da gönül bağı, duygusal bağ demektir.

Alâka sözcüğünün etimolojisi: Arapça ˁlḳ kökünden gelen ˁalāḳat علاقة “bağlanma, ilgilenme, ilişki, ilgi, bağlantı” sözcüğüyle ilintilidir. Arapça bu sözcük ˁalaḳ علق z “asılma, sarkma” sözcüğü ile eş kökenlidir.

Yeri geldiğinde Türkçe ilgi veya Arapça kökenli alaka sözcüğü de kullanılabilir ama ikisinin birlikte kullanılması yanlıştır.

Türkçedeki ‘ilgili’ sözcüğü de ayrıca ‘alakalı’ veya ‘alakadar’ sözcükleri ile anlatılmak istenen anlamı karşılayabilmektedir.

Ayrıca Türkçesi dururken Arapça kullanılması da bir başka sorundur.

NÜANS FARKI:

Nüans günlük konuşmalarımızda çok sık kullandığımız bir sözcüktür. Bu sözcük dilimize Fransızca nuance’ dan doğrudan alınmadır ve ayırtı anlamına gelmektedir. Bir başka şekilde ince ayrım olarak da tanımlanabilir.

Nuance: a) renklerde koyuluk, açıklık derecesi b) küçük fark, ayırtı anlamına gelmektedir.

Larousse de Poche’ye göre de anlamı: Degré d’un couleur, Différente légére, Nuance d’opinion, Dégre d’un son olup Türkçe karşılığı da: Bir rengin derecesi, küçük farklılık, fikir farkı, nüansı, bir sesin derecesidir.

Türkçemizde renk ve sesler tanımlanmasında nüans sözcüğünün kullanım alanı bulunmamaktadır. Daha çok şeyler ve düşünceler için bu Fransızca sözcük kullanılmaktadır. Ancak bu sözcük dilimizde yeterince benimsenip özümsenmediğinden Türkçe karşılığı ile birlikte söylenmektedir. Nüans farkı, küçük bir nüans veya küçük bir nüans farkı gibi. Buradan çıkan sonuç: Doğru bir anlatım için ya “küçük bir fark” demek veya “nüans” ile yetinmektir.

KELALAKA :

Ne ilgisi var anlamına bu sözcük tamlaması da hangi veya ne anlamına gelen Fransızca quel- quelle ile Arapça’ dan dilimize aldığımız alaka sözcükleri birbirine eklenerek (quel+alaka=kelalaka) yapılmıştır.

İki ayrı dilden sözcükleri birbirine ekleyerek yeni bir kavram yaratmak sağlıklı bir yöntem değildir. Büyük bir olasılıkla Tanzimat ile birlikte Avrupa’ya giden Jön Türkler ve diğerlerinin Fransızca ile tanıştıktan sonra yurda dönüşlerinde kendilerini daha üstün gösterme çabalarından kaynaklanmaktadır. Deyim yerinde ise ve ayıp olmazsa bunlara züppelik de diyebiliriz.

Bu kavramların dilimizin dışına atılmasının gerektiği kanısındayım.

ÖRNEĞİN – MESELA:

Bu kavram da dilimizdeki kavramların en sorunlu olanlarından bir tanesidir. En okumuşumuzdan en sade yurttaşımıza kadar birçoğumuzun diline öylesine yerleşmiştir ki; bundan kurtulmak için hayli çaba harcamamız gerekmektedir.

Bu yanlış, yazarken değil de konuşurken yapılmaktadır.

Örneğin, örnek olarak anlamına gelmektedir. Mesela da misal olarak demektir. Aynı anlama gelen iki kavramı yan yana kullanmak ise bir kusurdur.

Mesela: Söz gelişi, bir düşünceyi açıklamak için örnek gösterileceğinde o örneğe giriş olarak söylenen bir sözdür.

Bir edat olan mesela sözü Arapça kökenlidir. Arapça mas̠alā مثلا [zrf.] misal olarak, Arapça mas̠al مثل [#ms̠l] → mesel mesel’ den devşirilmiştir.

Misal de aynı kökten gelmekte olup dilimizdeki örnek sözcüğünün karşılığıdır.

Farzı misal de farz edilmesi istenen sanal bir örneği anlatmak için kullanılmaktadır.

Bu sözcüklerin Fransızca karşılığı par exemple, İngilizcesi for example’dır. Exemple sözcüğü de examiner, incelemek eyleminden türemiştir. Örnek anlamına gelmektedir.

BİZZAT, BİZATİHİ, ŞAHSEN :

Bu üç sözcük de dilimize Arapça’dan girmişlerdir. Eskiden daha sık kullanılırdı. Şimdi de zaman zaman kullanıldığını görüyoruz.

Arapça bi-ḏ-ḏāt بالذات şahsen, kendi başına, kendisi sözcüğüne karşılıktır. Yukarıdaki (d) harflerinin yerine, okunuşu olan (z) harfini koyunca konu daha kolay anlaşılmaktadır. Arapça’da ḏāt ذات yani zat. O eylemin öznesi veya o şeyin sahibi, o şahıs demektir. Zati de zata ait olan yerine kullanılmaktadır.

Bir de dilimizde yerli yersiz kullanılan bir söz daha var, zaten. O da zati sözcüğü gibi zat sözcüğünden türetilmiştir ve esasen yerine kullanılmaktadır. Ama yersiz olarak kullanıldığında karşı tarafın konuya olan odaklanmasını bozucu bir nitelik kazanmaktadır.

İlginçtir, zatın bir başka anlamı da iltihaptır. Zatürree (pnömoni) ve zatülcenp, Arapçası: Dātu-r-riˀat ve ḏātu”l-canb’ tır. Bunların da kökeni görüldüğü gibi (dat) zat sözcüğüdür ama yukarıda anlatılanlardan farklı olarak tıp dilindeki iki ayrı akciğer hastalığının adları olarak karşımıza çıkmaktadır.

Dat, 1. sahip olan şey, özne, şahıs, 2. özlenme, bazı iltihaplara verilen ad, Arapça ḏū sahip, malik demektir.

Arapça bi-ḏātihi بذاته “özü itibariyle” sözcüğüne karşılık olarak, eskiden sıklıkla, şimdi ise daha az kullanılan bir sözcüktür. Bu sözcük, Arapça ḏāt ذات “öz, kendi” ve Arapça +hi هِ “üçüncü tekil şahıs iyelik eki” sözcüklerinin bileşiğidir.

Şahıs sözcüğüne gelince: O da yine Arapça şχṣ kökünden gelen şaχṣ شخص “kişi, birey, belli bir kişi” sözcüğünün karşılığıdır. Şahsen sözcüğü ile anlatılmak istenen şey ben, kendim sözcüğünün karşılığıdır. Şahıs sözcüğünün çoğulu eşhas olup, şahıslar, kişiler, bireyler anlamına gelmektedir.

OLDUKÇA:

Bu sözcük yetecek kadar, hayli, epey anlamlarını taşımaktadır.

Epey sözcüğü ep ve iyi sözcüklerinin birleştirilmesiyle bulunmuş bir belirteç olup hayli, oldukça çok, az denemeyecek miktarda gibi anlamlara gelmektedir. Hayli sözcüğü de epey ve yeterince anlamlarını karşılamak için kullanılmaktadır.

Özellikle televizyon kanallarında haberler okunurken yerli yersiz söylenen oldukça sözcüğü kulak tırmalayıcıdır ve dinleyicinin haberin önemini kavramaları konusunda kuşkulanmalarına neden olmaktadır. Kaza geçirmiş birisinin akan kanının miktarını anlatmak için ya da yağan yağmurun, karın miktarını belirtmek için oldukça sözcüğünün kullanılması yanlıştır. Belki, yerine göre bu durumlarda hayli, epey veya olabildiğince gibi sözcükler kullanılabilir.

Günlük kullanımlarda karşımıza çıkan sorun ise bu sözcüklerin birisi ile yetinilmeyip ikişer ikişer kullanılmasıdır. Örnek: Bizzat ben, şahsen ben gibi…

Açıkça söylemek gerekir ise bu sözcükler dili Arapça olmayan Türk halkına Arapça’ dan Osmanlı saray idaresi tarafından dayatılan sözcüklerdir. Halkımız bu sözcüklerin ne kökenini ve ne de anlamlarını yeterince kavrayıp belleyememiştir. Bu sözcükler dilimizde iğreti olarak durmaktadır. Kullanılırken de özümsenmediği için yanlış yaparım korkusuyla ve fazla mal göz çıkarmaz diye düşünülerek benzer bir sözcükle pekiştirmek gereği duyulmaktadır. Benim önerim ya bu sözcüklerin köken ve anlamlarını iyice öğrenmek ya da anadil dağarcığımızda bu kavramı anlatan sözcüklerden birini seçip kullanmaktır.

Vakti zamanı (gelmedi gibi) ikilemeler de bana göre uygun değildir. Elbette vakit ve zaman iki farklı anlamı olan sözcüklerdir. Biri diğerinin yerine kullanıldığında anlam tam olarak yerini bulmaz. Ezan vakti yerine ezan saati aynı şeyi ifade etmez. Ama bunların ikisinin aynı cümle içinde arka arkaya kullanılması doğru değildir. Belki masal anlatılırken kullanılabilir!

Öte yandan dilimizde “koca koca”, “derya deniz”, “çayır çimen” veya “bıkıp usanmak” gibi ikilemeler de vardır. Bunlar yukarıda anlatılanlardan farklı olarak dilimizin zenginliğidir. Edebi bir anlatım yöntemidir.

Sorunlu kavramlarımız yalnızca bunlar değildir. Bir başka yazıda onlara da değinebiliriz.

Ali Can Polat

10.03.2022

 

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.