PYGMALION

 

PYGMALION

Dört koldan dört kardeş
Boreas ile Notos, Zephyros ile Euros
Köpürttüler sularını Akdeniz’in
Sonrasında Poseidon tridentini gösterdi
Duruldu sular, köpükler sahile vurdu
Köpüklerin arasından bir istiridye
Açtı ağzını, ağzının içinde apak bir inci
Ete kemiğe büründü başı mavi göğe erdi
Apak teni altın sarısı saçları
Ömre bedel gözleri
Sağ yanında Zephyros eşi Khloris
Ak güller serpiyor
Sol yanında Eirene bekliyor
Elinde Sidon moru şalı
Ve ortada yüceler yücesi varlığıyla Afrodite’ miz
Tanımlamaya, anlatmaya söz yetmez
Toz konmamış masumiyet, arı duru temizlik
Tepeden tırnağa aşk
Tepeden tırnağa güzellik

Adıma Pygmalion derler
Adanın bir başından bir başına
Gezdim dolaştım, aradım durdum
Çok şey mi istedim
Umutlarım söndü ellerim boş kaldı
Boşta kalan ellerimden biri çekice
Öteki skarpelaya gitti
En iyi yaptığım şeyi yaptım
Fildişine şekil verdim, can veremedim
Tanrıçamıza koştum, boynumu büktüm
Eve döndüm Galatea’ya bir kez daha baktım
Çok güzel görünüyordu, çoook güzel…
Elimi omuzlarına götürdüm
Helios tanrının altın okları mı
Benim aşkımın ateşi mi
Yoksa her ikisi mi
Kıbrıs öğle sonrasında
Omuzbaşları sanki eriyen balmumuydu
Yüreğim yerinden fırlamak istiyordu
Aklıma dur dedim yüreğime teslim oldum
Korkuyu yendim dudağımı dudağına koydum
Galatea’nın dudakları dudaklarımda hareketlendi
Tanrıçamıza yakarılarım yanıtını bulmuştu
Sevinçten uçuyordum, uçuyorduk
Yeryüzü, gökyüzü ve uçsuz bucaksız Akdeniz
Benim, bizim olmuştu
Aphrodite’ mize koştum
Altara beyaz güller sundum
Yüzündeki gülücüğü gördüm
Sevgilime koştum
O gün karar verdik, doğacak çocuğumuza
Paphos adını koyduk

***
Boreas: Kuzeyli rüzgârların tanrısı
Notos: Güneyli rüzgârların tanrısı
Zephyros: Batılı rüzgârların tanrısı
Euros: Doğulu rüzgârların tanrısı
Poseidon: Denizler tanrısı
Helios: Güneş tanrısı
Trident: Poseidon’ nun üç çatallı yabası
Aphrodite: Aşk ve güzellik tanrıçası
Eirene: Dört Horai’den biri, barış ve bahardan sorumlu tanrıça
Pygmalion: Yaptığı heykele âşık olmuş heykeltıraş
Galatea: Pygmalion’un fildişinden yaptığı heykel
Sidon: Lübnan’da bir kent
Khloris: Çiçekler tanrıçası, Flora
Paphos: Güney Kıbrıs’ta bir kent, Baf.  Aphrodite’ in doğduğu yer

Resim 1-: Pygmalion ve Galatea, Anne-Louis Girodet, 1819
Resim 2-: Venüs’ün Doğuşu, Alessandro Boticelli, 1482
***
Pygmalion konusunu canlı tutan en önemli kişilerden birisi hiç kuşkusuz Latin şairi Publius Ovidius Naso’ dur, (İ.Ö. 43 – İ.S. 18) Ovidius Metamorphoses adlı eserinin X. Kitabında (243-297 arası dizelerde) Pygmalion’u anlatmıştır. Bu anlatım tarafıma da çok büyük ölçüde esin kaynağı olmuştur.

Batı uygarlığı aradan bin yıllar da geçse bu güzel mythos’u unutmamış ve bu öykünün dayandığı ruhsal dünyanın neden ve sonuçlarını incelenmeye devam etmiştir. Bu incelemeler sonucu bir yandan yeni terim ve kavaramlar bir yandan da yeni eserler yaratılmıştır. Onlardan biri George Bernard Shaw’ ın aynı adlı bir tiyatro oyunudur. Bu oyunun konusuna geçmeden önce oyunun konusunun geçtiği Londra’ yı ve oyun karakterlerinin yaşadığı ortamı biraz yakından tanımaya çalışalım.

Londra bilindiği gibi topraklarında güneş batmayan bir imparatorluğa da başkentlik yapmış olan bir kenttir. Aslında İngiltere, Birleşik Krallık Kıta Avrupası’ ndan Manş denizi ile ayrılmış olan bir ada devletidir. Londra Thames nehri kıyılarında kurulmuştur. Kent Romalılardan öncesine bile giden bir tarihe sahiptir. Ancak günümüze kadar uzanan kent şekillenmesi 9. Yüzyılla birlikte belirmeye başlamıştır. Wessex kralı Alfred the Great (849 – 899) o zamanki Wiking ve Danimarka saldırılarını uzaklaştırdıktan sonda eski limanın bulunduğu yerde, başta Westminster bölgesinde bir katedral ve bir de manastır, yani convent inşası tasarlanmıştır.
Daha sonra bunların çevresinde yerleşim alanı genişliyor. Manastırın bulunduğu yer eskiden bir tarla imiş adı günümüze Covent Garden (=Manastır Bahçesi) olarak ulaşmıştır. Her türlü sebze meyve yetiştiriliyormuş. 1536 yılına gelindiğinde ünlü kral 8. Henry bir KHK ile kilisenin tüm malvarlığına el koyuyor. Todors dizisinde bunlar çok ayrıntılı bir şekilde filme çekilmiştir. Onun ölümünden sonra da oğlu 6. Edward bu bölgeyi Bedford Earl’ ü John Russell’ e veriyor ve burada çok daha sonra bir malikâne ve onunla birlikte seçkin konutlar, bölgenin merkezine de İtalyan piazza tarzı bir meydan, meydana yakın bir yere de bir katedral inşa ediliyor. Bu alanın adı da Convent iken Covent olarak değiştiriliyor. Bu bölgenin adıyla daha sonraları tiyatrolar, orkestralar kuruluyor. Orchestra Of The Royal Opera House vd.
Yerleşim yoğunlaşması daha sonra toplumsal yapının da değişimini beraberinde getiriyor. Kapitalizmin yeni filizlenmeye başladığı 17. Yüzyıl sonlarında bölgede daha alt tabakadan insanların gelmesi buranın seçkinliğinin yerine daha alt bir kültürün de yerleşmesine neden oluyor. Özellikle o tarihlerde çıkan veba salgını ve büyük yangın da bölgenin niteliğinin değişimine etkili oluyor. Eğlence sektörü bir yandan da fuhşu deyim yerindeyse patlatıyor. Kadınların bir bölümü fuhuş ile geçimini sağlamaya çalışırken bir bölümü de örneğin çiçek satarak ayakta kalmaya uğraşmaktadırlar. Bernard Shaw’ ın oyunundan sinemaya aktarılan diyalogların birinde çiçekçi kızın I am good girl, ı am… diye ısrarla açıklamada bulunması çok anlamlıdır ve yaşanmakta olan ortamın özelliğini bize çok net bir şekilde göstermektedir.

İngiliz yazar George Bernard Shav 1912 yılında işte tam da bu konuları işleyen bir tiyatro oyunu yazıyor. Eserin adı Pygmalion. Eserin konusu Covent Garden’ da parttime fuhuş ve çiçek satma işi ile geçinen bir kızın öyküsüdür.

İlk kez bu eserden 1938 yılında Pygmalion (Bir Kadın Yarattım) adıyla bir müzikal yapılıyor.

Aradan biraz zaman geçtikten sonra yönetmenliğini George Cukor’un yaptığı, 1964 Birleşik Krallık yapımı müzikal bir film çevriliyor. Filmin adı My Fair Lady. Dilimize Benim Tatlı/Güzel Meleğim olarak çevriliyor. Filmin başrollerini Audrey Hepburn ve Rex Harrison paylaşıyorlar.

Film, başta En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Yönetmen olmak üzere toplam 8 Oscar kazanıyor. Ülkemizde de gösterilen film seyircilerden çok büyük bir ilgi ve beğeni kazanıyor.

Dilbilim ve fonetik uzmanı Prof. Henry Higgins, tiyatro çıkışında yağmurlu bir gecede çiçek satan, ağzı bozuk Eliza Doolittle’a rastlar. Kendini beğenmiş fonetik profesörü Higgins (Sir Rex Harrison) yeteneklerinden o kadar emindir ki, Cockney işçi sınıfından bir kızı yüksek sosyetenin kültürlü bir üyesi gibi görünebilecek birine dönüştürmeyi kendine görev edinmiştir. Higgins’in deneği, iş bulma şansını artırmak için konuşma dersleri almayı kabul eden güzel Eliza Doolittle (Audrey Hepburn) olur. Higgins ve Eliza önce çatışırlar, sonrasında ise Eliza kısa sürede ilerleme göstermekle kalmaz, gönülleri fethetmeye de başlar.

Çok geçmeden 1967 yılında İngilizce My Fair Lady orijinal adıyla Ankara Devlet Tiyatrosu’nda bu müzikali seyretme olanağı bulduk. Başrolde dönemin en iyi, en güzel oyuncularından Ayten Gökçer ve Cüneyt Gökçer vardı. Bu gösteri de seyircinin belleğinde derin izler bırakmış oldu.

***

Pygmalion mythos’u bu kadarla kalmadı. Davranışsal psikoloji, sosyal psikoloji, pedagoji, örgütsel davranış ve yönetim teknikleri ile sanatın değişik dallarında ve edebiyat alanında eni konu incelenmiştir. Bütün bu düşünceler “Beklenti” kavramı üzerinden şekillenmektedir.
Sonuçta Kendini Gerçekleştiren Kehanet/ The Self-Fulfilling Prophecy ya da Pygmalion Etkisi/ Pygmalion effect olarak anlatılan, tanımlanan terimler ortaya çıkmıştır. Bu terimi açıklamak için bir kişinin, belli bir süre sonra başkalarının ona ilişkin beklentilerine denk düşen davranışlar göstermesi diyebiliriz.

Öncelikle bir öngörünün gerçek olabilmesi için ona uygun bir ortamın bulunması gerekmektedir. Öykünün geçtiği yer güzellik ve aşk tanrıçasının beden kazandığı bir yerdir. Ve öykünün örnek alındığı tanrıça da Aphrodite’ tir. Pygmalion Aphrodite yerine Efes’e, Artemis’e gitmemektedir. Öykünün kurgusu bilinçlidir, tiplerin seçimi bir rastlantı değildir.

Öykümüzde heykelcimiz Pygmalion’un kafasında tasarladığı bir güzellik kavramı vardır. Bu kavram kendi yaşadığı coğrafyada doğduğuna inanılan Aphrodite’den kaynaklanmaktadır. Güzel,  Aphrodite’ nin taşıdığı özellikleri taşımalıdır, taşımıyorsa o güzel değildir. Nitekim Pygmalion çevresindeki kadınları beğenmemekte, onları tanrıçanın güzelliklerini taşamaması nedeniyle günahkâr yaratıklar olarak küçümsemektedir. Bu yüzden kendisi o güzelliği yaratmaya karar vermiştir. Heykel yapmaya karar verdiği malzeme de bir mermer parçası değil saflık, duruluk, temizlik ve masumiyet yüklenebilecek ve az bulunur bir malzeme olan fildişidir.
Pygmalion yaratacağı eserin güzel olmasını çok istemekte ve çalışmalarını yetkinleştirerek güzelin kendisine erişebileceği beklentisine girmektedir. Latince bir deyim vardır. “Audaces Fortuna Iuvat”. Bu deyimi dilimize Talih yardım eder dile çevirebiliriz. Bu deyime talihin yardımcı olması için onun gerçekleşmesinin güçlü bir duygu ile istenmesi, arzu edilmesi ve bu istek yönünde çok emek harcanması gerekir diye ekleyebiliriz.
Pygmalion içinde bulunduğu durumdan hoşnut değildir,  kafasında “güzel” kavramı daha önceden oluşmuştur, arayış içindedir ve güzeli bulmak için çok güçlü bir duygu beslemektedir.  Duygusunun gerçeğe dönmesi için de kendisinin yapması gereken her şeyi yapmıştır. Bunların sonucunda da kendisine göre artık bir beklenti oluşmuştur.
Beklentiler onda algısal bir uyuma veya algısal yan tutmaya yol açmıştır. Ancak algılama sürecinde kendisinin beklediği ile uyumlu olacak şekilde hareket ettiği gözlemleyebiliyoruz.

Buna karşın eksik olan candır, ruhtur. İşte bunun için en güzel olan tanrıçaya, Aphrodite’ e koşmuştur. Tanrıça boynu bükük Pygmalion’a acımış ve Galatea’ya beklenen ruhu vermiştir. Pygmalion inancının esiri olduğu için bu ruh alma verme işinin farkına bile varmamıştır. Sadece Ovidius’un anlattığına göre alevin üç kez yükselip alçalması onun için yeterli olmuştur. Öykü daha ileriye gitmekte ve bizim kahramanlarımızı bir çocuk sahibi yapmaktadır.
Öykü denince de böylesi olmalıdır, değil mi?

Beklenti durumu günlük yaşantımızda da bize güzel sürprizler hazırlamaktadır. Örneğin “Bir kimseye kırk gün ne dersen o olur” deyimimizde olduğu bir kimseye olması gereken şey söylendikçe o kimsede de bir inanç ve sonrasında bir beklenti oluşur. İnanç ve çaba ile birlikte beklenen durum da gerçekleşir.
Eğitim ve iş yaşamında sen yaparsın, sen kazanırsın şeklindeki ilk yüreklendirici sözler kişiyi o yönde çalışmaya yönelterek kendisinde kazanabileceği inancına dönüşmekte ve sonrasında bir beklenti oluşmaktadır. Kişinin çalışmaları başkalarında da kazanabileceği, başarabileceği inancını yerleştirildiğinde bu kez kişinin dışındakilerde bir beklenti yaratmaktadır. Bunlara Pygmalion etkisi adı verilmektedir.

Bir de bu  durumun olumsuz yanı var. Buna da “Golem Etkisi” deniyor. Örneğin “Bir kimseye kırk gün deli dersen deli olur” gibi. Bir adama kırk gün ne dersen o olur sürekli telkinlerle bir kişinin bilinçaltına birtakım inançlar, duygular yerleştirilebilir anlamında kullanılan bir sözdür.

Yeşilçam sinemasında yukarıda anlatılan “beklenti” yi ve bu öngörünün “gerçekleşmesini” sıklıkla gözlemleyebiliyoruz. Gençlerden birinin zengin diğerinin fakir olarak gösterildiği filmlerde gençlerin birleşmelerinin arkasında hep bu Pygmalion Etkisi görülmektedir.
Dünya sinemasından da Julia Roberts ve Richard Gere gibi oyuncuların rollerini paylaştığı 1990 ABD Garry Marshall yapımı romantik komedi türündeki Pretty Woman filmi örnek gösterilmektedir. Filmde zengin ve yakışıklı işadamı Edward, bir gün New York’un hareketli caddelerinde, yaşantısının tam zıddı birhayat yaşayan güzeller güzeli Vivian ile karşılaşır. Bu beklenmedik karşılaşma, birlikte geçirdikleri büyülü ve unutulmaz bir geceye dönüşür. Vivian, zengin ve lüks yaşamın tadını çıkarırken, en lüks otellerde kalarak ve zengin kıyafetler giyerek bambaşka bir hafta geçirir. Ancak, Edward’a karşı duyduğu hislerin derinleşmeye başladığını fark eder. Korkuları, yaşam standartlarının farklılığının aralarındaki duyguların önüne geçeceği yönündedir ve bu sebeple Edward’dan uzaklaşmaya karar verir. Ancak aşkın gücü, bu rüya gibi geçen haftalarını gerçek hayata dönüştürmeye yetecektir. Sonunda ne yaşam standartlarındaki farklılık, ne de başka bir şey önemli olacaktır. Bu süreçte, hem Edward hem de Vivian, aşkın tüm engelleri aşabilecek bir güç olduğunu anlarlar.

Pygmalion etkisi Rosenthal etkisi olarak da anılmaktadır. Yüksek beklentilerin belirli bir alanda daha iyi, daha verimli bir duruma yol açtığına inanılan ruhsal olgu için kullanılmaktadır. Rosenthal bu düşüncelerini öğretmenlerin öğrencilerinin başarı düzeyini etkileyen öğrencilerin beklentilerine uygulayarak incelemiştir.
Rosental ve onun gibi düşünenlerin vardıkları sonuçlar bu görselde özetlenmektedir.

 

 

Pygmalion etkisinin aksi yönde olan kavram ise yukarda sözünü ettiğimiz Golem etkisidir. Bu olgu da Golem söylencesi çerçevesinde ele alıp değerlendirmektedir. Yahudi mitolojisinde yer alan Golem, 16. yüzyılda Praglı Haha Judah Loew ben Bezalel tarafından yaratılmış bir canavardır. Anlatılanlara göre yaratıcısına hizmet edebilmesi için ve kilden yapılmıştır. Yahudilikte dinlenme ve ibadet günü olarak kabul edilen Şabat Günü yani cumartesi günü, Golem’in kapalı tutulması gerekmektedir. Fakat Haham Judah Loew ben Bezalel, Golem’i kapatmayı unutur ve Golem, Şabat’ta kendi hâline bırakılırsa kendisinde ve kendisi gibi düşünen Yahudi topluluğunda büyük bir yıkım oluşturacağı beklentisi oluşur. Bu efsane çerçevesinde Golem etkisine genel olarak bakıldığında kendini gerçekleştiren kehanetlerin olumsuz etkilerine odaklanan kişilerin endişelerini temsil eder ve düşük beklentilerin üzerindeki zayıflığı gösterir (Rowe ve O’Brien, 2002: 614-615). (URL-3)

Başka bir rivayete göre ise Golem, Yahudi toplumuna hizmet etmesi ve onları koruması için kilden yapılıp bir meydana getirilir. Bu heykelin zekâsı az ve ruhu da yoktur. Fakat birçok açıdan topluma yararlı olmaktadır. Alnında, doğruluk, gerçeklik anlamlarına gelen “emet” sözü yazmaktadır. Şabat Günü yani cumartesi günü Yahudiler çalışmadığı için Golem’in alnındaki “e” harfi silinip “met” sözü kalır. Bu met sözü ölüm anlamına gelmektedir. Bundan dolayı, Golem, o gün boyunca hareketsiz bir hâlde ölü bir biçimde kalır. Efsaneye göre met sözü, Golem’e olumsuz/negatif bir beklenti yüklemiştir.

Pygmalion Etkisi ile Golem Etkisi arasındaki farkları kısaca şöyle sıralayabiliriz.

Pygmalion Etkisi                                             Golem Etkisi

Yüksek beklenti                                              Düşük beklenti
Sabırlılık                                                           Sabırsızlık
Yüreklendiricilik                                             Cesaret kırıcılık
Hoşgörülülük                                                   Hoşgörüsüzlük
Kararlı duygu hali                                           Kararsız duygular
Diyaloğa açık oluş                                           Diyaloğa kapalı oluş       

Pygmalion etkisi olarak adlandırılan bu psikolojik durum tıp alanında karşımıza plasebo olarak çıkmaktadır. Plasebo etkisi, farmakolojik olarak etkisiz bir ilacın telkine dayalı bir etki ortaya çıkarmasıdır.

Dilimize İngilizce placebo, deney amacıyla verilen etkisiz ilaç sözcüğünden alınmıştır. Latince placebo memnun edeceğim sözcüğüne dayanmaktadır. Latince memnun olmak, tatmin olmak anlamındaki placēre eyleminden türetilmiştir. Latince placeo de beğeneceğim demektir.

Plascebo sözcüğünün tarihi 14. yüzyıla kadar uzanıyor. O yıllarda, ölülerin ardından para ile ağlayan, ağıt tutan paralı, özellikle kadın kişilerin ağlamalarına (placebo Domino in regione vivorum) Yani yaşayanlar dünyasında tanrıyı hoşnut edeceğim, deniyormuş. İlk kez 1811’de Hopper’ın Tıp Sözlüğü’ nde hastayı iyileştirmekten çok onu memnun etmeyi amaçlayan bir tedavi şekli olarak literatüre geçmiştir.
Aslında plasebonun iyileştirici bir gücü yoktur. İyileştirme gücünü tümüyle hastanın kullandığı ilacın işe yarayacak ilaç olduğunu düşünmesinden, buna inanmasından almaktadır. Tıp bu durumu bilimsel olarak açıklayamamaktadır. İyileşme olanağının bulunmadığı veya zayıf olduğu birçok hastanın bu inanç ve güç sayesinde kurtulduklarına tanık olunabilmektedir. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/115042
Bu link üzerinden plasebo etkisinin nörobilolojisi hakkında daha geniş bilgiye ulaşılabilir.
Plasebo etkisinin bir de olumsuz olanı vardır. Buna da tıp dilinde “Nosebo Etkisi” denmektedir. Hastanın, ilacın kendisine yan etkiler getireceğine inanması nedeniyle, farmakolojik olarak etkisiz bir ilaç verilse bile hastada hastanın beklediği bazı yan etkilerin görülmesi durumudur.
Bütün bunlar bize insanın iç dünyasındaki olumlu düşüncelerin gücünü, bu güçlerin yarattığı bir sinerjiyi akla getirmektedir. Halk arasında “iyi diyelim, iyi isteyelim iyi olsun” deyimini anımsatmaktadır. Aynı şekilde Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Zafer, zafer benimdir diyebilenindir.’ sözünü anımsıyoruz.

Sözümüzü Latinlerin “Talih Sana Yardım Eder”  sözüne “Sen önce Talihe Yardım Et”
sözünü ekleyerek bağlayalım.
Gelecek için her an umudumuzu yeşil tutalım.
Saygılar…

14.11.2023
Ali Can Polat

 

 

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.