ÖZELEŞTİRİ (ÖZ ELEŞTİRİ)

ÖZELEŞTİRİ (ÖZ ELEŞTİRİ)

Kavramın telaffuzu ve yazımı konusunda dilbilimciler ve sözlük yazarları arasında tam bir birlik yoktur.
Örneğin TDK Güncel Sözlük’ te öz ve eleştiri sözcükleri ayrı ayrı yazılmaktadır. öz eleştiri isim olarak belirtildikten sonra anlamı bir kişinin kendi davranışları üzerine yönelttiği yargı; otokritik açıklaması yapılmaktadır.
İnternet ortamında, Milliyet Gazetesi portalında yine TDK sözlüğüne yollama yapılarak “Bu sözcük birleşik kelime grubunda yer almaktadır. Kelime kökeni Türkçe olan özeleştiri,  kelime türlerinden isim grubuna aittir” açıklamalarına yer verilmiştir.

Ali Püsküllüoğlu bu sözcüğün birleşik ad olduğunu ve birleşik yazılması gerektiğini bildirmektedir. Püsküllüoğlu sözlüğünün otokritik maddesinin açıklamasında da özeleştiri yazımını kullanmaktadır. Aynı yazar Yazım Kılavuzu adlı kitabında da doğru yazımın özeleştiri olduğunu vurgulamaktadır. Yine bu sözcükten türetilmiş olan özeleştirel kavramına da kitabında yer vermektedir.
Ali Püsküllüoğlu, Türkçe sözlük (s.1036)’da özeleştiri sözcüğünün anlamını:1.kişinin kendi düşünce, davranış ve eylemlerini nesnel eleştiriden geçirmesi işi.2.bir militanın ya da bir siyasal partinin, bağlı olduğu amaç, ülkü açısından kendi eylemlerini yargılaması şeklinde açıklamaktadır.

İlhan Ayverdi, Misâlli Büyük Türkçe Sözlükte (s.2471)’de ve Dijital Kubbealtı Sözlük’ te sözcüğün yeni ve birleşik isim olduğunu belirtmektedir. Buna karşın yine ayrı yazmaktadır. Anlamı da kendi kendini eleştirme, otokritik olarak açıklanmaktadır.

Sevan Nişanyan’nın Sözlerin Soyağacı adlı eserinde özeleştiri maddesi bulunmamaktadır. Ancak eserinin 361. sayfasında autocritique/ otokritik açıklamasında özeleştiri sözcüğü kullanılmakta ve sözcük birleşik olarak yazılmaktadır

Oxford Languages Türkçe Sözlükte sözcük bileşik ad olarak tanımlanmaktadır. Bu sözlüğe göre özeleştirinin anlamı:
1.kişinin kendi düşünce, davranış ve eylemlerini nesnel eleştiriden geçirmesi işi.
2.bir militanın ya da bir siyasal partinin, bağlı olduğu amaç, ülkü açısından kendi eylemlerini yargılaması şeklindedir.

Meydan Larousse (s. 9/787) ‘de Özeleştirinin yeni bir sözcük ve birleşik bir ad olduğunu not ettikten sonra anlamını “bir militanın ya da bir siyasal partinin, bağlı olduğu amaç, ülkü açısından kendi eylemlerini yargılaması” şeklinde açıklamaktadır. Sözcüğün eşanlamlısının otokritik olduğu da eklenmiştir.

Özeleştiri sözcüğünün Fransızcadaki karşılığı l’autocritique ‘dir. Bazı yerlerde auto-critique şeklinde yazıldığına da rastlanılmaktadır.  İngilizce self-critique, Almanca selbstkritik şeklinde yazılmaktadır. İtalyanca ve İspanyolcada da autocrítica olarak yazılmaktadır.

Türkçe sözlük ve yazım kılavuzlarında olduğu gibi Avrupa dillerinde de bir birlik bulunmadığı görülmektedir. Bu durumda özeleştiri sözcüğü her iki şekliyle de yazılabilecektir. Ancak bununla yalnızca özeleştiri sözcüğü değil buna benzer öngörü, önsezi, özsaygı ve özveri gibi sözcüklerin yazımları da tartışmaya açılmaktadır. Özveri sözcüğünü birleşik yazarken özeleştiri sözcüğünü öz eleştiri şeklinde ayırarak yazmanın bir mantığı bulunmamaktadır. Konuşma ve yazışmalarımızda birleşik haliyle benimsenmiş ve birleşik haliyle yazılması yerleşmiştir. Bu nedenlerle özeleştiriyi birleşik olarak yazmanın uygun olacağı kanısındayım.

Bu kavramın etimoloji incelemeleri, bileşenleri olan öz ve eleştiri sözcüklerinin ayrı ayrı incelenerek yapılabilir.
Öz, bu bağlamda özne durumunda olan yani yetki ve sorumluluk sahibi kişinin kendisi anlamına gelmektedir. Batı dillerindeki karşılığı “auto” ve anlamı da kendiliğindendir.
Eleştiriye gelince: Eleştiri sözcüğü Türkçemizin yeni sözcüklerimizden biridir. Elemek eyleminden türetilmiştir. Elemek elden geçirmek, gözden geçirmek, elekten geçirmek, aynı türden olanları bir yerde toplamaktır. Düşünce ve eylemlerin neden ve sonuçlarını inceleyerek daha önceden belirlenen bir kurala göre değerlendirip iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin veya yararlı yararsız gibi sonuçlara varmaktır. Eleştirinin batı dillerindeki karşılığı critique’dir. 

Türkçemizde eleştiri yerine Arapça tenkid sözü de kullanılmaktadır. Arapça nḳd kökünden gelen  tanḳīd تنقيد sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük kökeni Arapça naḳada نَقَدَ “gagaladı, iğneledi, söz dokundurdu” eylemidir.

Birçokları eleştiriyi yalnızca yanlışları ve olumsuzlukları ortaya çıkarmak için yapıldığını sanmaktadır ama bu doğru değildir. Eleştiri olumsuz olabileceği gibi olumlu da olabilir. Örneğin bir futbol maçında çalıştırıcının yanlış taktikleri sonucu yenen bir golü anlatmak bir eleştiridir. Doğru taktiklerle oyuncuların başarısını ve kazanılan bir golü anlatmak da bir eleştiridir. Eleştiri pirinci ayıklarken taşı bulup atmak gibi bir şey değildir. Örneğin, bir maçta başarıya götüren eylemler kadar başarısızlığa götüren eylemler de önemlidir. Atılan gol kadar yenen golün de bir değeri vardır. Bu değer bize ileride yapmamız olası yanlışları bir daha yapmama şansı verecek olup altın kadar değerlidir.  

Eleştiri ile övgü ve yergi kavramlarını karıştırmamak gerekir. Başka bir anlatımla övgü ve yergi bir eleştiri değildir. Eleştiri nesnellik gerektirdiği halde övgü ve yergide daha çok duygular öne çıkmaktadır.

Eleştirinin yıkıcı veya yapıcı olması eleştiricinin, eleştirmenin kişisel seçimlerini ortaya döker. Eleştiri geride kalmış bir olay ya da düşünceye karşı daha ileri bir sonuç almak için yapılır. Bu amaç gözden kaçırılırsa veya bu amaca bilerek aykırı eleştiri yapılırsa bu karalama veya övme olur.

Eleştiri insanın göremediği yanlışlarını başkasının görüp kendisine söylemesidir. Eleştiri bu anlamda o kişiye verilmiş en güzel armağandır. Kişi bu eleştiri sonrasında aynı yanlışı bir kez daha yapmama şansını kazanmış olur.

Yanlışlarımız aslında bizim en iyi öğretmenimizdir ve bize doğruyu dolaysız olarak gösterir. Bize düşen ödev o doğruyu görmektir. Tarih tekerrürdür deseler de tekerrür eden şey aslında tarih değil, yapılan yanlışlarımızdır. Karl Marks Lui Bonaparte’ın 18 Brumaire’ i adlı eserinde yanlışın ilkinde bir trajedi tekrarı halinde komedi olacağını söylerken yanlıştan dersler çıkartılmasının altını çizmektedir.

Eleştiri eylem veya düşünce sahibine başkası veya başkaları tarafından yapıldığı halde özeleştiri kişinin kendi eylem ve düşüncelerini kendisinin eleştirmesidir. Kabaca ben ne yaptım da bu sonuçla karşılaştım veya karşılaştık sorularına karşılık bulmaktır.

Özeleştiri kişinin aynaya bakması kendisini ve eylemlerini bir aynada, ekranda seyretmesi, dinlemesidir. Yine bir spor karşılaşmasını örnek alırsak; bir antrenörün oyuncularına eski maçlardan birinin görüntülerini seyrettirirken yapılan yanlışların altını bir bir çizerek yinelenmemesi için gerekli önlemleri almaya çalışır. İnsan aynaya bakıp, yani özeleştiri yapıp yanlışlarını görebilmeli ve hatta kendi düşünce ve eylemleri ile alay edebilmelidir. Kendi yaptıklarına gülebilmelidir. İnsan kendi karikatürüne bakarak gülümseyebilmeli, gülebilmelidir.

Toplumlarda yanlış bir anlayış vardır. Özeleştiri yapan bir kimsenin kendi zayıflığını, zafiyetini kabul ederek karizmasının, toplum içindeki yerinin, itibarının, statükosunun sarsılacağı inancıdır. Oysa özeleştiri deyim yerinde ise insanın geçmişini olabildiği kadar resetlemesi, fabrika ayarlarına döndürebilmesidir. İnsan böyle bir olanak varken kendisini bundan yoksun bırakmamalıdır. Toplumdaki bu yanlış inanışın, anlayışın değişmesi, değiştirilmesi zamanı çoktan gelmiştir. Bu değişiklik insanın toplumda gördüğü göreceği saygıyı azaltmaz tam aksine artırır.

Politik anlamda iktidar veya muhalefet partileri kendi programlarının başarısı kadar başarısızlıklarını da aynı şekilde önyargısız olarak tartışabilmelidir. Bu tartışma o partilere seçmen katında daha büyük saygı ve dolayısı ile oy desteği kazandıracaktır. Eğer konu bir hükümetin politikası ise başarısı kadar başarısızlıkları da parti fanatikliğinin ötesinde özgürce tartışılabilmelidir. Bu o hükümete de ileriki dönemde daha az yanlışlı başarılar sağlayacaktır.

Konunun biraz daha iyi anlaşılması için tarihten bir örnek vermek istiyorum. İsveç tarihinin önde gelen krallarından birisi II. Gustav Adolf (Gustavus Adolphus) 1594-1632 yılları arasında yaşamıştır. Bu kişi 1611-1632 yılları arasında İsveç kralıdır. Ülkesinin özellikle 30 yıl savaşları denen fırtınalı dönemde Protestan inancının savunuculuğunu yapmış ve Avrupa’da sözü dinlenir hale getirmiştir. Baltık Denizinden başka daha geniş sularda İsveç’in deniz gücünü geliştirmek için çok çalışmıştır. İsveç’in büyük gurur kaynağı olmuştur.

1627 tarihinde o güne kadar bilinen gemilerden daha büyük ve görkemli bir gemi yapılması için talimat verir. Felemenk’ten ustalar getirtilir. Stockholm tersanesinde yapımına başlanıyor. Geminin karinası ve diğer gövde bölümleri İsveç ormanlarından kesilen ağaçlardan yapılıyor. Yelkenleri Fransa, Hollanda ve Almanya’dan getirtiliyor. Gemi o güne kadar yapılmış benzerlerinden çok fazla sayıda asker taşıyabiliyor. Her biri 250 kilo ağırlığındaki mermiler atan ağır bronz toplarla donatılıyor. İçinde meşe, çam ve ıhlamur ağaçlarından yontulmuş çok sayıda heykel bulunuyor. Sayıları 500’ü bulan bu heykeller ağırlıkla Rönesans etkisiyle yapılmış göz alıcı güzelliktedir. Heykellerin bir kısmı Roma İmparatorluğundan İsveç krallarına kadar ünlü kral ve devlet büyüklerinin büst ve heykellerinden oluşuyor. Bütün bu ağır teçhizat ve süslemeler kralın talimatları doğrultusunda gemiye yerleştiriliyor.
Aradan 2 yıl geçmesine karşın bitirilememesine sinirlenen kral yurt dışında seferde bulunduğu bir anda gemi yapımcılarına çok ağır bir mektup yazıyor. Gemi yapımcıları ve kaptan bundan çok etkileniyorlar ve geminin 10.08.1628 tarihinde suya indirilmesine karar veriyorlar. Hazırlıklar yapılıyor. İsveçliler ve yurt dışından gelen yabancı ülke temsilcileri kıyıda töreni seyrediyorlar.

Denizcilerin âdeti olduğu üzere şampanya patlatılıp ardından muhteşem Wasa gemisi Stockholm tersanesinden, Älvsnabben deniz üssünden denize indiriliyor.  Gemi kenti selamlamaya hazırlanırken bir anda bir rüzgâr çıkıyor. Topların bulunduğu lumbar ağzı kapaklarını açıyor ve sular bir anda içeriye doluyor. Geminin teknesi de içeriye dolan sulardan, rüzgârdan ve ağırlık merkezinin doğru hesaplanamamasından dolayı gemi kıyıdan 120 metre açıkta 32 metre derine batıyor. 50 kadar denizci de yaşamını yitiriyor. Tören için gelenler geminin batışına tanıklık etmiş oluyorlar.

Kral yazdığı mektupta sorumluların araştırılarak cezalandırılması için emir vermiş olsa da bir sonuç alınamaz. Olay deyim yerinde ise kapatılır. Ancak İsveç halkı bunu hiç aklından çıkartamaz. Batışın nedenlerini bilmek ister. Çeşitli tarihlerde geminin yerinin tam olarak belirlenip çıkarılması ve yüzdürülmesi için çalışmalar yapılmıştır.
Bir V(W)asa Komitesi kurulur. Komitede gemi mühendislerinden, biyologlara, deniz arkeologlarına kadar birçok meslekten insan yer alır. 1959 yılında ve 1961 yılında yapılan çalışmalar sonuç verir ve WASA tam 333 yıl süren uykusundan uyandırılmış olur. Gemi önce geçici yerine çekilerek incelemeler yapılır ve sonra Gamla Stan karşısında Stockholm merkeze yürüme uzaklığında şimdiki yerine getirilir. Artık o bir müze gemidir. 1990 tarihinde seyircilerine kapılarını açmıştır. Bu müzeyi gezme ve öyküsünü dinleme şansımız oldu ve aradan geçen bunca zamana karşın ihtişamı bizleri hayran bıraktı. Gemide her türlü teçhizattan, gemi adamlarının günlük yaşamlarına ait yemek tencere, tas ve kupalarına kadar birçok araç gereci sanki bir gün önce batmış çıkmış bir gemi eşyası gibi görebildik. O heykellerin, oyma masa, sandalye ve diğer eşyaları (toplam 26 bin kalem) gerçekten görülmeye değer.

Denizcilik tarihinde, denize indirildikten yalnızca 20 dakika sonra bir geminin kıyıdan 120 metre ilerde sulara gömülmesi eşine çok ender rastlanılan şanssız bir olaydır. Kabullenilmesi çok zordur ve çok ağır bir yanlışı içinde barındırmaktadır. Wasa’ nın yapımından yaklaşık 1850 yıl önce Sirakuzalı Archimedes tarafından bulunan suyun kaldırma gücü ve hydrostatique yasalarının yanlış anlaşılıp yanlış uygulanması bağışlanamayacak bir kusurdur.

İsveçli için bu ağır yükün nedenlerinin bilinmesi ve yanlışın kabullenilerek ileride benzer yanlışların yapılmaması başlı başına bir amaç olmuştur. Yapılan araştırma ve incelemelerde mühendislik yanlışlıklarından aşırı yüklemelere kadar insan kusurları bir bir belirlenmiştir. Bu incelemelerden çıkan sonuçlardan gerekli dersler çıkartılmıştır. Olayı talih veya mukadderat olarak görmemişler, hamaset ile de olayı yok saymamışlar, üstünü örtüp unutmamışlardır. Gemi mühendisliğinde bu yanlış onlara ders olmuş o tarihten sonra aynı yanlışı bir kez daha yapmamışlar uzak denizlerin, zor yolculukların güvenli gemilerini inşa etmişlerdir.

Bu batığı çıkarma sırasında gemi ve gemide bulunan eşyaların görece daha az zarar görmesinin nedenleri geminin içinde gömüldüğü suların kirli, çamurlu olması ve bu suda oksijen bulunmaması yüzünden çürümeyi sağlayacak mikro organizmaların yaşayamaması gösterilmiştir. Böyle bir ortamda ancak anaerobik canlılar yaşayabilir ki bunlar da gemi ve içindekilere fazla zarar verememişlerdir. Gemi çıkarılıp oksijenli havayla karşılaştıktan sonra da gerekli iklimlendirme ve diğer önlemler alınmıştır.

İsveçliler yapılmış yanlışlıklarıyla, kusurlarıyla yüzleşmesini bilmiş ve bundan herhangi bir zarar görmediği gibi hem büyük bir saygınlık ve hem de ekonomik bir kazanç elde etmişlerdir. İsveç’e, Stockholm’ e gelen turistlerin hemen hepsi bu Wasa müzesini gezmekte, İsveç’in, İsveç tarihinin tanınırlığına katkıda bulunmaktadırlar. Her yıl bu müzeyi gezen turist sayısının 1,2 milyon olduğu ve şimdiye kadar gezen turist sayısının da 30 milyonu aştığı söylenmektedir.

Bütün bunlar özeleştiri kültürüne sahip olmanın paha biçilmez getirileridir.

Osmanlı tarihine baktığımızda ise buna yakın yıllarda, 1711’de Prut bataklığı çevresinde Türk ve Rus savaşı olmuştur. Bu savaşta hiçbir askeri başarı elde edemeyen ve savaş sonrasında başarısız bir barış antlaşmasına imza atmak durumunda olan Osmanlı bu başarısızlığın nedenlerini araştırıp soruşturmak, yanlış ve eksikleri belirleyip önlem almak yerine komutanları Baltacı Mehmet Paşayı cezalandırma yoluna gitmiştir. Bununla da yetinmemiş bütün dünyanın büyük Büyük Petro olarak tanıyıp bildiği I. Petro veya Pyotr Alekseyeviç’ in karısı I. Katerina’yı Baltacı Mehmet’in çadırına gönderdiği ve Baltacı Mehmet Paşa’nın da onun ricasını kırmayarak savaşı durdurduğu yalanını uydurmuştur. Ayrıca bir Moskof düşmanlığı yaratılmış karşılıklı komşuluk ilişkilerinden ulusal çıkarlar doğrultusunda yararlar sağlamak yerine savaşma yolu seçilmiştir. Sonuçta hamaset ve yalanlar bir işe yaramamış ve koca Osmanlı İmparatorluğu tarihin tozlu yaprakları arasında kaybolup gitmiştir.

Ben bu noktada yanlış yaptım demek diyebilmek, gerektiğinde özür dilemek ne bir kimseye, ne de bir kurum ve kuruluşa bir şey kaybettirmez. Aksine çok şey kazandırır.

 

17.09.2023
Ali Can Polat

 

 

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.