O aslında bir bitki, kökleri toprağın derinliklerinde suyun peşinde, bulunca suyu hayat ona bayram oluyor. Başını topraktan dışarıya çıkarıyor, coşuyor, gövdesi avcumuzun içinde, bize destek, dayanak oluyor. Dalları havada, gökyüzüne doğru yükseliyor, güneşe uzanıyor, havanın oksijeni ile yardımlaşıyor, yanıp tutuşuyor, içindeki özü, ateşi bize hayat veriyor, kendi haline kalırsa da her şeyi kül ediyor.
Narthex denince hemen dilimin ucuna gelen sözcük ateş sözcüğüdür. Birçoğumuzun düşündüğünün aksine ateş sözü Türkçe değil, dilimize Farsça’ dan gelmiş. Kökeni, Farsça ātaş آتش ‘tır. Farsça sözcük Orta Farsça (Pehlevice veya Partça) aynı anlama gelen ātarş veya ātaş sözcüğünden türemiştir. Bu sözcük Avesta (Zend) dilinde aynı anlama gelen ātarş sözcüğü ile ilintilidir. Sözcüğün Arapçası nar (“nâr-ı cehennem” ) ve Türkçesi de od’ tur. (Aşk oduna yanmak gerek/ Yunus Emre) Dilimizde eskiden od sözcüğü kullanılırken daha sonra bunun yerini ateş almıştır. Ocak sözcüğü de od sözcüğünden (od+cak–d) şekliyle türetilmiştir.
DİV İslam Ansiklopedisinde “ateş” ile ilgili önemli açıklamalar bulunmaktadır. Hikmet Tanyu tarafından kaleme alınmış olan bu açıklamalarda “ateşin menşei” hakkında pek çok efsane (mitos) ortaya atılmıştır. Birbirinden hayli farklı olan bu efsanelere göre ateş kahraman bir kimse tarafından yeryüzüne getirilmiştir. Ateşi insanlara veren tanrılardır yahut insanlar onu tanrılardan çalmışlardır.” denilmektedir. Hindistan’daki ateş ilâhı Agni’dir. Hindistan’da bütün ateşler Agni’ye bağlı sayılır. Ateş kültünün en eski devirlerden bu yana devam ettiği bilinen ülkelerden biri de İran’dır. İran’da Mitraizm devrinde bile güneşperestlik ve ateşperestlik vardı; Atar sonsuz ilâhî ışığın dünyevî şekli olarak görülen ateşi temsil ediyordu. Eski Mısırlılar’da ateş hem temizleyici, hem de ölüm ötesi ceza unsuru idi. Ocak başında bir şükran olarak yemek yenir ve ateşe yenilen şeyler, güzel kokulu otlar, çiçekler atılır, zeytinyağı, şarap serpilirdi. Böylece ateş daha parlak hale getirilirdi. Bu gibi âdet ve inançlar eski Anadolulular’da da vardı. Kütahya Müzesi’ndeki Frigyalılar’a ait aydınlık ilâhesi Hekate heykelleri ellerinde meşaleler tutmaktadırlar. Eski Bâbil mitolojisinde ateş bir temizleyici ve ceza unsurudur.
Aztekler’de de yaratıcı güç olan ateş tanrısı Tlaloc’un su ile arasında bir bağlantı bulunduğuna, hatta eski tanrıların taşlarla çevrili havuzlarda oturduklarına inanılırdı. Bazı Afrika ve Amerika yerli kabilelerinde âteşkedelere benzeyen kutsal yerler vardı (bu yerler daha sonraki Hrristiyan manastırlarını etkilemiştir). Avustralya yerlilerinde erkek çocuklar topluluğa kabul edilirken müstakbel kayınvalidelerinin verdiği bir ateş çubuğunu alırlar. Onlar sünnet icrasını da bir ateş çubuğu vasıtasıyla yaparlar. Topluluğa yeni kabul edilmiş erkek çocuk kadınlar tarafından ateşe tutulur. Böylece çocuğun temizlendiğine inanılır. (Hristiyanların su ile vaftizi gibi bunların da demek ateş ile vaftiz geleneği varmış.)
Yahudi âyinlerinde ateşin kullanılışı sembolik bir anlam taşır. Mâbed ve mezbahta yanan ateş Tanrı’nın dâimî huzurunu gösterir (Levililer, 6/12-13). Bütün bunlarla beraber ateş yakmak, sebt günü yapılmaması gereken otuz dokuz yasaktan biridir. (Web ortamında bu 39 yasağın neler olduğu görülebilir.) Bilindiği gibi, dinine bağlı Yahudi ailelerinde şabat gününde evde ateş yakılmaz, yemek pişirilmez. Yemek bir gün öncesinden pişirilir veya aileler otel ve benzeri yerlerde daha önceden pişirilmiş yemekleri yerler.
Bu açıklamalardan anlaşılan ateşin dünyanın farklı kültürlerinde çok önemli olduğu gerçeğidir.
Narthex bitkisi için Anadolu’da halkımız çok güzel bir ad bulmuş, buna çoban ateşi demişler. Bu ad yerini o kadar güzel bulmuş ki! Ancak bunu biraz sonraya bırakalım ve şimdi bu bitkinin diğer özelliklerine kısaca bir göz atalım. Birçok yöremizde bitkiye çakşır otu/ caşur otu da diyorlar. Bir zamanlar dev rezene de demişler, Botanikteki adı Ferula communis, maydanoz/havuç ailesi üye. Apiaceae içinde yer alan bu bitki çiçekli bir bitkilerdendir. Aynı aile içinde rezene ile akrabadır. Ferula communis, yani çakşır otu uzun boylu, çok yıllık otsu bir bitkidir. Akdeniz ve Doğu Afrika’da orman ve çalılıklarda bulunur. Antik çağdaki adı nartheks’tir.
Bu bitkinin eczacılıktaki yerini ve önemini, bitkinin kök ve yapraklarının ve hatta tohumlarının nasıl ve hangi işler için kullanıldığını, hangi hastalıklar için şifalı olduğunu konuyla ilgili olanlara bırakalım.
Konunun uzmanlarından Erdoğan Tekin, bitkiyi Apiaceae/ Maydanozgiller’den saymakta ve adının da ferula communis (ferula topluluğu içinde) olduğunu bildirmektedir. ( T. İş Bankası Kültür Yayınları C.1, S.238) Aynı yazara göre diğer adı asaotu, (baston otu diyelim) giant fennel’ dir. Yöresel adı aşotu (kişniş)’dir. İngilizcedeki yaygın isimleri ise coriander, cilantro ve Çin maydonozudur.
Familyaları aynı olsa bile bu iki bitki biraz farklıdır. Ancak bizim için önemli olan onların arasındaki küçük ayrıntılar veya benzerlikler değildir, biz bunlardan daha çok bu familyanın ortak bir özelliğinden söz etmek istiyoruz.
Prof. Dr.’lar Sevinç Karol, Zekiye Suludere ve Cevat Ayvalı’nın hazırladıkları bir TDK yayın olan sözlükte ve Tuna Tekin tarafından hazırlanan Türkiye’nin Nadir Endemikleri adlı eserde, Prof. Dr.Ertan Tuzlacı tarafından hazırlanmış olan Türkiye Bitkileri Sözlüğünde, Nazan Öztürk’ün Türkiye’nin Yaban Çiçekleri adlı eserinde ve botanikle ilgili birçok kitapta ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır.
Muğla yöresi başta olmak üzere birçok yerde rastladığımız bir başka tür de körek otudur. Görünüşte çakşır- caşur otu ile aynıdır. Bunun özelliği ise hemen kök kısmında körek mantarı adıyla bilinen ve çok değerli olan bir mantarın çıkmasıdır. Körek mantarı, ilkbahar ve sonbahar aylarında yağışlı havalardan sonra yetişmekte ve sevenlerince toplanmaktadır. Körek mantarı zehirsiz, tüketilebilir ve mantar avcılarının ilgi duyduğu, mutfak değeri yüksek bir türdür. Özellikle etli yapısı ve bazen Pleurotus ostreatus gibi toplu halde bulunması, hem görselliğini, hem de çekiciliğini arttırmaktadır.
Körek Mantarı, Ferula Communis (Körek) bitkisinin kendisi veya kurumuş kökleri ile birlikte bir parazit olarak yaşar. Ülkemizde Çanakkale’den başlayarak Ege, Akdeniz kıyı şeridi ve Kıbrıs’ ta bolca bulunur Aynı aileden olan Çakşır mantarı ise Doğu Anadolu bölgesinin yüksek kesimlerinde (2000 m ve üzeri) yetişir. Ferula Anatolica, Ferula szowitsiana vb Ferula sp bitkisi ile birlikte ona bir asalak olarak yaşar. Gavcar-Manguta-Pleurotus ferulae.
Taksonomisi: Alem: Mantarlar- Fungi /Bölüm: Basidiomycota/ Sınıf: Agaricomycetes/ Takım: Agaricales / Aile: Pleurotaceae/ Cins: Pleurotus/ Tür: Pleurotus eryngii/ Alt Tür: Pleurotus eryngii
“Pleurotus” Yunanca kökenli bir sözcük olup kulak anlamındadır. Doksan kadar türü olan bu mantarın bir çeşidi de Pleurotus eryngii dir. ( Pleurotus ferulae). Ülkemizde Manguta , Mantika , Körek , Mantuka gibi yöresel isimlerle anılır. Kıbrıs’ta ise Gavcar mantarı denilmektedir. Sahilci bir bitki olan Ferula communis bitkisi ve kökleri ile asalak olarak yaşarlar. Aynı aileden olan Pleurotus eryngii türü, görüntüsü ve tadı nedeniyle mantar tutkunlarının özellikle aradığı bir türdür. 2015 yılında Bodrum Gürece orman alanında, zaman zaman yürüyüş yollarımız arasında bulunan bir yerde 3 kiloluk bir körek mantarı bulunmuş ve bu sosyal medyalarda bu olay çok büyük ilgi çekmişti.
Ferula bitkinin taksonomisi, özetle: Ferula communis: Âlem: Plantae/ Bölüm: Tracheophyta/ Sınıf: Magnoliopsida / Takım: Apiales /Familya: Apiaceae (Maydanozgiller) / Cins: Ferula
Ferula Türleri: 1) Ferula communis, (narthex) 2) Ferula assa-foetida L., syn. Scorodosma, 3) Ferula gummosa, syn. Galbaniflua, 4) “Silphium” ( K. Afrika’lı Dev Rezene- drudeana’ dır.)
Narthex bitkisinin botanik özelliklerine burada biraz ara verelim ve bir şiir okuyalım
A T E Ş
Bize Prometheus’tan armağan
Yakar elbet, varsın yaksın
Pişirsin, avımızı aş eylesin
Çalmanın bedeli ödendi Olympos’ta
Biçilen cezayı çekti Prometheus
Ateş bize helal, anamızın ak sütü
Ne toprak, ne hava, ne su
Hepsi kirlendi, kirlettik çok şükür
Bir ateş kaldı elimizde
Hırslarımız aklımızın önüne geçti
Sonunda olanlar oldu
Öncekiler aldı bizden öçlerini
Sıtma, verem, şimdi de kanser
Ateşin arkasından attık tuttuk
İyice bak
O hala saf, o hala temiz.
Ateşin çare olduğunu unuttuk
Ondan korktuk, onunla korkuttuk.
Cehennem dedik, cehennemler yarattık.
Ateş bize helal, anamızın ak sütü
Girsin kanımıza, tutuştursun
Coştursun duygumuzu, sevdamızı
Ateş yakar diye korkma
Ateş, ısıtır, ateş ışıtır
Ateş yakarsa su da boğar
Korkulara, korkutanlara aldanma
Ateşi sev, ateş senin dostun, ateşi koru.
Şimdi de Prometheus’u Azra Erhat’ın Mitoloji Sözlüğü ve Hesiodos’un Thegonia’sından yararlanarak biraz tanıyalım. Yunan mitologyasının en önemli yazarlarından birisi Hesiodos’tur. Thegonia’da anlattıklarına göre Prometheus Titan soyundandır. İapethos ile Okeanos kızı Klymene’en olmuştur. Askhylos’a göre bir adı da Themis, (adalet) olan veya Gaia’dan doğma bir oğludur. Her ne ise; Bu çiftin dört tane oğlu olmuştur. Atlas, Menoitios, Epimetheus ve Prometheus. Büyük Zeus’un bu oğlanlara karşı belirgin bir kini var, onların akıllı olmasını kendisi için hiç uygun bulmaz, kendi saltanatının sarsılmasını asla istemez. Bu yüzden olacak, onlardan Atlas’a dünyayı, gök kubbeyi omuzlarında taşıma görevi vermiştir. Kardeşlerden Epimetheus’un başına bir kadın belasını sarmıştır. Menoitios’u yıldırımları ile çarpar ve yerin dibine, Tartaros’a gönderir. Prometheus’a gelince onu da zincirlere bağlar, ciğerlerini kartallara yedirir. Prometheus bu kardeşler içinde en akıllısıdır. Gücüne güvenir ve Zeus ile alay eder, onu aldatmak ve küçük düşürmek ister.
Pro öneki antik Yunancada önceyi, önceliği ifade eder. Metheus ise görmek bilmek anlamını taşır. Gaia nasıl ki Kronos’un devrileceğıini önceden bildiyse Prometheus da Zeus’un bir gün tahtından düşeceğini bilmektedir.
Prometheus’tan söz eden Hesiodos, ona ilkin oldukça olumsuz bakmış; Prometheus’u insanlığın acılardan, dertlerden uzak, kaygısızca yaşadığı o güzel Altınçağ’ın yıkılmasına neden olan ve insanlığın düzenini bozan bir titan olarak değerlendirmiştir.
Şöyle ki; akıldan yana üstün olan Prometheus, Olymposlular ile titanlar savaşında başlangıçta üstün zekâsıyla tarafsız kalmayı başarmış ve Zeus’a gösterdiği saygı sonucu Olymposlular katına kabul edilmiştir. Ancak Prometheus, Zeus’a içten içe öfkelidir. Tanrılar ve insanların toplanarak kutlama için kurban kestikleri Mekone’de tanrıların payı saptanırken akıllı, kurnaz Prometheus “koca bir öküzü ikiye bölüp” sofraya getirir. Bir yana üzerini işkembeyle örtüp sakladığı eti; bir yana da “ak yağlarla” örttüğü kemikleri koyar. Bundan sonra olanları
Hesiodos şöyle anlatır: (535/565)
Tragedya yazarlığının en önde gelenlerinden Aiskhylos da aynı konuyu Zincire Vurulmuş Prometheus adlı eserinde yine buna benzer bir şekilde anlatıyor.
“Bunun üzerine tanrıların ve insanların babası
‘Ey Iapetosoğlu, soyluların soylusu, dedi ona,
Hiç de haklı bir paylaştırma değil bu dostum.’
Böyle alaylı alaylı konuştu engin akıllı Zeus,
Sinsi düşünceli Prometheus hafifçe gülümseyip
Kurnazlığını saklamaya çalıştı ve dedi:
Ulular ulusu Zeus, ölmez tanrıların en şanslısı,
Göğsündeki yürek hangi payı istiyorsa onu al.”
Zeus “öküzün ak yağlarını” kaldırıp kemikleri görünce yüreğini bir öfke sardı.
Tanrılar tanrısı aslında Prometheus’un kurnazlığını anlamış, ama oldubittiyi önleyememiştir.
Tanrılar tanrısı koca Zeus “Bilmişlerin en bilmişi” dediği Iapetosoğlu’nun bu yaptığını cezasız bırakamazdı. Önce ölümlülerin elinden ateşi alır.
“…Sinsi kurnazlığınla inat ediyorsun demek dostum”
…
***Ve o günden sonra unutmayıp bu oyunu
Kayın ağaçlarının üstüne salmaz oldu
Dünyalıların işine yarayan ateşi
***Ama Iapetos’un yaman oğlu bir oyun daha etti:
Bir kamışın içine aldı kaçırdı
Coşkun ateşin pırıl pırıl kıvılcımını.
***Ve bulutlarda gümbürdeyen Zeus
En derin yerinden yaralandı ve kızdı
Görünce ölümlü insanların arasında
Ateş’in ışıl ışıl yandığını
Zeus iyiden iyiye öfkelenmiştir. Hem Prometheus’u hem de insanları cezalandıracaktır. Prometheus’un diğer iki kardeşi Atlas ile Menoitios’un başına gelen acıları bir yana bırakalım biz şimdi bu iki kardeşe bakalım.
Zeus insanların başına dert olsun diye yüzü, yüzünün güzelliği ölümsüz tanrıçalara benzeyen, saçları bahar çiçekleriyle donatılmış, ancak yüreğine sadakatsizliğin ve hainliğin yerleştirildiği Pandora’yı (tanrıların armağanı) Prometheus’un kardeşi Epimetheus’a gönderir. Her ne kadar Prometheus önceden hiçbir armağan almaması için uyarmışsa da düşüncesiz Epimetheus Pandora’nın güzelliği karşısında dayanamamış, onunla birlikte olmuş ve evlenmiştir. Ancak, Pandora yanında bir kutu getirmiştir. Kutunun kapağını açtıklarında, içinden acılar, dertler, felaketler, insanlara ölümler getiren hastalıklar çıkmıştır. Tam umut da dışarı çıkmak üzereyken ürken Pandora, kutunun kapağını kapatmıştır. Umut dert kutusunda kapalı kalırken insan bütün bu acılarla cezalandırılmıştır.
Prometheus’a dönecek olursak; Aiskyhlos’a kulak verelim.
Olgun düşünceli Themis’in sivri akıllı oğlu
…..
Çözülmez çelik bağlarla
Bu insan geçmez kayalığa çıkaracağım seni:
Burada ne bir insan yüzü görebilirsin artık
Ne de bir insan sesi duyabilirsin
Güneşin ateş alev ışınlarıyla pişerek
Güzelim bedeninin karardığını göreceksin
Sevineceksin gece, gün ışığının üstüne
Alaca örtülerini serince
Ardından kırağı eritecek güneşi bekleyeceksin.
Ama bitmek tükenmek nedir bilmeyecek
Yürekler acısı ağır çilen
Çünkü seni kurtaracak yiğit doğmadı henüz
İşte bunu kazandırdı sana insanseverliğin!
Tanrı iken tanrı öfkesinden korkmadan
Şeref paylarını ölümlülere vermekle
Kurulu düzeni çiğnemiş oldun
Gör işte bunun karşılığını şimdi:
………………..
Prometheus:
Hepsini biliyordum başıma geleceklerin
Payıma düşenleri gönül ferahlığıyla taşımalıyım,
Kaderin önüne durulmaz, bilmeliyim bunu.
Ama susmak da olmuyor, söylemek de
Bu benim başıma gelenleri.
Evet, ben, kabahatli ben başımı bu dertlere soktum
İnsanlara iyilik edeyim derken.
Bir gün bir narthex’in kamışı (*) içinde
Çaldım götürdüm insanlara ateşin tohumunu.
Bu tohum bütün sanatların anahtarı oldu,
Bütün yolları açtı insanlara.
Suçum bu işte benim tanrılara karşı,
Bu yüzden zincire vuruldum bu göklerin altında
(*) Azra Erhat-Sabahattin Eyüpoğlu ikilisinin Aiskhylos çevirisinin Bilgi Yayınevi basımında “narthex kamışı” yazılı olduğu halde İş Bankası Kültür Yayınlarından çıkan XV. baskıda “rezene sapı” sözcükleri geçmektedir. Çeviricilerin ölümünden nice yıllar sonra yapılan bu değişikliğin nedenini anlayamadığımı not etmek isterim. Sözcük Zincire Vurulmuş Prometheus adlı eserde narthex (νάρθηξ) olarak geçmektedir. Bu sözcüğün sonuçta aynı veya benzer anlamlara gelen bir başka sözcükle değiştirilmesi yanlıştır. Bu özensizlik Aiskhylos’un, Azra Erhat ve Sabahattin Eyüpoğlu’nun bilgi ve emeklerine gösterilmesi gereken saygının eksikliğidir.
Hesiodos Thegonia’sında şöyle devam ediyor.
Zeus
Onu çözülmez zincirlere vurdu,
Boyunu iki tat aşan bir sütuna bağladı.
Sonra bir kartal saldı üstüne gergin kanatlı;
Ölümsüz karaciğerini (*) yiyordu kartal,
Ve karaciğer geceleri geri büyüyordu
Gergin kanatlı kuşun gündüz yediği kadar.
(*) Karaciğer kendini onaran, yenileyen bir organımızdır.
….
Ama güzel topuklu Alkmene’nin oğlu Herakles
Öldürüp kartalı kurtardı Iapethos oğlunu
Bu insafsız işkencelerin acılarından.
Olympos’un yüce tahtlı Zeus’u hoş gördü bunu.
Şimdi biz yine şu narthex’ imize dönelim. Narteks bitkisinin gövdesi bambu ağacının gövdesine benzer. Buna narthex kamışı diyebiliriz. Bahar aylarında beyaz, tüylü bir özü vardır ve bu öz yaz aylarında yavaş yavaş kurur hafif, kav gibi olur, çabuk tutuşur ve kısa sürede de sönmez. Dağlarda, çalılıklarda çobanlar için ateş yakmada bu öz onlara çok yardımcı olur.
Nazım Hikmet Kuvayı Milliye Destanında Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu dizesiyle adeta çobanların yaktığı ateşe bir yollamada bulunmaktadır. Nitekim Kurtuluş Savaşımızı Anadolu’da yanan çoban ateşleri olarak niteleyen ve bu ateşlerin birleşerek Ankara’da büyük bir yanardağ gibi gürlediğini ifade eden bir anlayış ve hareket (Çoban Ateşi Hareketi) de bulunmaktadır. Sonucunu bilmiyorum ama bu ad altında bir de siyasi parti kurma hazırlığı vardı. Yine Yunanistan İşçi Marşı’nda geçen şu cümleler dikkat çekicidir. Ege denizi kararınca/Dağlar uykuya dalar/Yine ıssız ovalarda/İsyan ateşi yanar.
Bu üç örnekte de Prometheus’un mitolojik isyanına benzer şekilde kurulu düzene karşı bir memnuniyetsizlik ve başkaldırı vardır.
Anadolu’muzda ve Trakya’da gece olup sessizlik çökünce, yaylada hava serinleyince çobanın yakacağı ateş ve üzerinde pişireceği çayın her yudumu insanımızın içini ısıtmaya devam etmektedir.
Çoban ateşi kolay sönmez, bazen söndü sanıp bırakılınca yeniden yanmaya başlar. Bu nedenle yangın söndürme işinde çok dikkatli olunması gerekmektedir.
Belki siz de benim gibi merak ettiniz. Erken Doğu kiliselerinde, özellikle Bizans kiliselerinde nef bölümüne girilmeden önce gelen, neften revaklarla, sütunlarla ya da duvarla ayrılan (giriş holü) bölümüne narteks adı verilir. ( Metin Sözen-Uğur Tanyeli, Sanat Kavram ve Terimleri Sözlüğü, s.171) Mum yakılan alan burasıdır. Narteksin art arda iki tane olarak düzenlendiği durumlarda birine dış narteks, öbürüne iç narteks denilmektedir. Kilise mimarisinde giriş bölümüne bu adın verilmesinin nedeni de yine bu narthex bitkisidir. İçi boşalmış narthex kamışı içine bazı eşyalar konulduğunu biliyoruz. Örneğin hükümdarın bir fermanı rulo yapılıp bir yerden bir yere bu şekilde taşınıyordu. Kuru, içi boş narthex kamışı baston, asa olarak da kullanılıyordu. Kiliselerde ise mumlar içine fitil konarak narthex kamışı ile şekillendiriliyordu.
Simurg (Zümrüd-ü Anka, Phoenix) veya Tuğrul ya da Huma kuşu olarak bilinen kuş söylenceye göre küllerinden yeniden doğan ölümsüz bilge bir kuştur.
Ne ilginçtir ki mitolojide zincire vurulan kayalıklar Kolkhis’ tedir, Phonix öyküsünün geçtiği yer de Kafkasya’dır.
Yine Türk mitolojisinde çok önemli bir yeri olan Ergenekon’dan çıkış söylencesinde ateşin gücüyle dağın eritilmesi ve bu yolla halkın yok olmaktan kurtuluşu anlatılmaktadır.
Bu iki söylencede ateşin gücü kadar ateşin sürekliliğine de vurgu yapılmaktadır.
Çoban ateşi Anadolu’da ve tüm Akdeniz çevresinde uygarlığın adeta bir işareti, göstergesi gibidir. Ateş antik çağ ve öncesinde insanlar için çok önemli bir ihtiyaç idi. Avlanılan hayvanın etinin közlenmesinden, yemeğin pişirilmesinden madenlerin ergitilmesine kadar uygarlığın her aşamasında insanın en büyük yardımcısı olmuştur. Nerede narthex bitkisi yetişiyorsa bu bitkinin yakın çevresinde bir yerleşim, bir kültür merkezi bulunduğu inancı arkeologlarca kabul edilmiş bir öngörüdür. Bunun nedeni ateşin su gibi depolanması ve istendiği zaman istendiği kadar kullanılması olanağı bulunmamasıdır. Her seferinde bir dalı diğerine sürte sürte ateş yakmaktansa yanmış ateşi bu şekilde taşımak insanların kolayına geliyordu. Bir evden diğerine ateşin taşınması için narthex kamışından yararlanılıyordu. Bu yüzden bu yörelerin insanları yakın çevrelerinde bu bitkiyi yetiştiriyorlardı.
Prometheus’un ateşi nereden bulduğu, çaldığı ateşin kaynağının ne olduğu sorulabilir. Yukarıda da değinildiği gibi dünyayı ışıtan ve ısıtan güneştir, güneşin gönderdiği enerjidir. Güneş gökyüzündedir. Zeus Helios tanrının görevi içinde bulunan güneşin hareketleri üzerinde son sözü söyleyen ise yine baş tanrıdır. Zeus kızınca şimşek ve yıldırımlarla varlığını duyurur. İlk olasılıkta Prometheus’un ateşi Helios’un yakıcılığından almıştır. Akıllı Prometheus bir inekten süt sağar gibi ateşi güneşten çekip almıştır. İkinci olasılığa gelince: Bilindiği gibi ateşi kullanarak demirleri eriten ve Akilleus gibi bir savaşçıya kılıçlar, zırhlar, kalkanlar yapan bir tanrı vardır. Adı topal demirci Hephaistos veya Roma’daki adıyla Vulcanus’ tur. (Vulcan veya Vulkan), Vulcanus Roma mitolojisinde Ateşin ve yanardağların tanrısıdır, sanatın, silahların, demirin ve tanrıların ve kahramanların zırhlarının üreticisidir. Vulcanus’un demirci dükkânının Sicilya’da Etna Dağı’nın altında bulunduğu düşünülmektedir. Belki de Prometheus ateşi Etna doğının eteklerinde bulunan Hephaistos dükkânından çaldı ve narthex kamışının içine sakladı.
Hesiodos ve Aiskhylos ateşin tanrıların tekelinde, üstün bir güç olduğunu biliyorlar. Zeus’un bu üstünlüğü tanrılardan çalıp insanlara götüren tanrı Prometheus’a olan öfkesini anlatmaktadırlar.
İnsanlar da bu üstün gücü ellerine geçirince doğrusu hakkını vermişlerdir. Vermesine vermişlerdir ama Zeus’unki kadar olmasa da insanlar kendilerini bir hırsa, kine ve kibre (hubris) kaptırmışlardır. Doğayı hor kullanmışlardır. Şiirde de vurgulandığı gibi dünyayı dünya yapan dört unsurdan üçünü, toprak, hava ve suyu kirletmişlerdir. Elde kalan son element ateştir. Onun kıymeti bilinmez veya ateşi kontrol altında tutamaz isek o zaman bizi hiç kimse kurtaramayacaktır.
Ateşin gücü, güzelliği ve önemi elbette bu anlatılanlarla sınırlı değil. Türkçe dışındaki dillerde, içinde ateş sözcüğü geçen atasözü, deyim veya benzeri söz dizimi var mıdır, bilmiyorum, ama araştırılsa iyi olur. Benzer bir durum büyük olasılıkla diğer dillerde de vardır. Ateş sözcüğü bir dilde bu denli fazla kullanılıyorsa kültürdeki yeri de büyüktür. Bu insanların ateşe çok önem verdiklerini göstermektedir.
Empedokles, Sokrates öncesi düşünürlerden bir tanesidir. Sicilya’da bir Yunan kolonisi olan Agrigentum kentinin yurttaşıdır. Birçok gelenekte, okültist ve ezoterik anlayışlarda Hindu, İbrani ve İsmaili inançlarda Sokrates öncesi ve sonrası doğa düşünürlerinde dünyayı oluşturan ana elementlerin neler olduğu tartışılmıştır. Bu elementlerin her dördünü birlikte ilk düşünen de Empedokles (Έμπεδοκλής, MÖ 494-434) olmuştur. Ona göre temel öğe (arkhe) su, ateş, hava ve topraktır. Bunlardan hava ve ateş eril, su ve toprak dişil niteliklidir. Ateşin bu dört element içinde yer alışı ve eril nitelikte oluşu onun önemini yeterince açıklayabilmektedir.
Dilimizde içinde ateş sözü geçen deyim ve atasözlerinin bu denli çok olacağını sanırım siz de düşünmemişsinizdir. İşte onlardan bazıları:
Ateş yakmak/ Ateşine yanmak/ Ateş açmak/ Ateş almak/ Ateş vermek/ Ateşe vermek/ Ateşe atmak / Ateş almaya mı geldin/ Ateş alır gibi/ Ateşin bacayı (saçağı) sarması/ Ateş bacayı sarınca gayret komşuya düşer/ Ateş demekle ağız yanmaz / Ateş düştüğü yeri yakar/ Ateş olsa cirmi kadar yer yakar/ Ateşten gömlek/ Ateş gibi/ Ateş parçası/ Ateş olmayan yerden duman çıkmaz/ Ateşe vursan duman çıkmaz/ Ateş püskürmek / Ateş saçmak/ Ateş vermek / Ateş yağdırmak/ Ateş yağmak/ Ateşe tutmak/ Ateşe vurmak/ Ateşe vursa duman vermez / Ateşi başına vurmak/ Ateşi çıkmak/ Ateşi düşmek/ Ateşe düşmek/ Ateşi uyandırmak / Ateşini almak / Ateşine yanmak/ Ateşle barut bir yerde durmaz/ Ateşle oynamak/ Ateş içinde/ Ateşler içinde yanmak / Ateş basmak/ İçine ateş düşmek/ İçinin ateşi küllenmedi/ Ateş pahası/ Ateş hem nardır, hem nurdur/Ateşin dostluğu olmaz/ Ateşle su hatıra bakmaz/ Ateş, yanmış oduna konar/ Ateşin üzerine ateşle gidilmez/ Ateş ateşle söndürülmez/ Ateş yerinde ot çabuk biter / Ateş olmayınca kazan kaynamaz/ Ateşe körük vermek / Ateşe benzin dökmek// Ateşler karnına dolmak/ Ateşi köze düşüp/Ateşte yürümek/ Ateş olsa bizi yakmaz, su olsa bizi götürmez/ Ateş ütüğü/ Ateşen küre ile girmek /Ateş diye dirildik, baş ucunda kırıldık/ Ateş kesmek/ Ateşkes/ Ateş kesilmek/ Ateşi uyandırmak.
Kaynaklar: Ali Püsküllüoğlu, Türk Atasözleri sözlüğü,
Ali Püsküllüoğlu Türkçe Deyimler Sözlüğü
TDK (1969) Bölge Ağızlarında Atasözleri ve Deyimler
Bilindiği gibi dört yılda bir uluslararası birçok spor karşılaşmalarının yapıldığı olimpiyat oyunları düzenlenir. Bu oyunların tarihi MÖ 8. yüzyılda Olimpiya’da başlatılmış olan antik oyunlara kadar uzansa da modern anlamdaki oyunların ilki 1896 yılındadır. Bu tarihte Pierre de Coubertin tarafından Uluslararası Olimpiyat Komitesini (IOC) kurulmuştur. Bu olimpiyatların amacı “en” lerin belirlenmesi değil, Latince Citius, Altius, Fortius yani daha hızlı, daha yüksek, daha güçlü olanın belirlenmesidir. Çünkü “en” ler tanrılara, tanrıçalara özgü niteliklerdir. Antik çağ ve modern olimpiyat oyunlarının en önemli sembollerinden bir tanesi hiç kuşkusuz olimpiyat ateşinin yakılmasıdır. Bu olimpiyat ateşi oyunlar tamamen bitene kadar hiç sönmeden yanar. Olimpiyat meşalesi antik dönemde olduğu gibi günümüzde de Yunanistan’ın Olympos dağında mercekler yardımıyla güneş ışığı kullanılarak yakılır. Yakılan meşale olimpiyatların düzenleneceği yere kadar ülke ülke dolaştırılır ve bu meşale ile tören yerindeki olimpiyat ateşi yakılır.
İşte olimpiyatların sembolü olan bu ateş Prometheus’un tanrılar katından çalarak insanlara verdiği ateş ve olimpiyat meşalesi de Prometheus’un ateşi çalıp içine koyduğu bitkinin narthex’in kamışıdır. Dikkat edilecek olursa narthex’in şekli hemen fark edilecektir. Bir antik çağ Yunan çömleğinin üzerindeki resimde Prometheus’un insanlara ateşi nasıl verdiğini görebiliyoruz. Resimde görünen silindir biçimli bitki narthex’tir.
Narthex çağımızın psikologlarının da dikkatini çekmiştir. Freud Prometheus’un ateşi sakladığı nartex’ i penise benzetmektedir. Freud bunu fallik bir sembol olarak kabul etmektedir. Bitkinin içinin dolup boşalması penis içine bir sıvının dolması ve boşalması olarak düşünmektedir. Penis içinden geçen iki sıvıdan biri sidik diğeri menidir, spermdir. Aiskhylos Zincire Vurulmuş Prometheus adlı eserinde: Bir gün bir narthex’in kamışı içinde /Çaldım götürdüm insanlara ateşin tohumunu dizeleriyle bize bir tohumdan ve tohumu içinde saklayan bir kamıştan söz etmektedir. Bu tohum ateşin tohumudur. Ayrıca tohumun verdiği sıcaklık ve aydınlıktır.
Ateş bir şeyleri tutuşturur, söndü bitti sanılır ama o bir phonix gibi yine küllerinden doğar. Bu da penisin libidonun yükseldiği durumlarda erection halinde görevini yapması, libidonun düşmesi halinde ise geri çekilmesi ve daha sonra yeniden aynı işlevi üstlenmesidir. Hayvanlar âleminde, bilindiği gibi cinslerin libidolarının yükselmesi kızışma olarak adlandırılmaktadır. Yine cinsel ilişkinin tamamlanması argoda ateşinin düşmesi şeklinde ifade edilmektedir. Bu da ateş ile eril yapının ateş ile narthex kamışının ne kadar yakın bir ilişkisi bulunduğunu göstermektedir.
Penisin iki işlevinden biri işemek ise diğeri de döllemektir. Bu işlevlerin biri ateş diğeri su olarak iki zıt kavram şeklinde düşünülmüştür. Ancak iki işlev aynı anda olmaz. Freud ilkine su denirse, ikincisine ateş denilebileceğini de düşünür, yani birbirine zıt iki niteliği vardır: Freud, kuramının temelini oluşturan ego ve süper ego ikilemesini benzer şekilde ateşin, libidonun yükselmesi veya düşmesi, sonra bu duyguların tazelenişi için de kullanmaktadır.
Tazelenmek denince eskiyen bir şeyin yerine yenisinin konması akla gelir. Doğada değişimin başlangıcı olarak şubat ayı gösterilir. Kuzey yarım kürede şubat ayında hava, su ve toprak ısınmaya başlar. Bunları ısıtan şey güneşin ışınları, ateşidir. Doğanın bir parçası olan insan ve diğer hayvanlar âleminde de bir hareketlenme görülür. Dökülen yaprakların ve soğuklara dayanamayıp ölen yaşlıların yerlerine yenilerinin konması gerekir. İnsan nüfusunun azalmaması gerekir. İşte bunun için eski Roma’da bir festival düzenlenirdi. Lupercalia Festivali. Şubat ayının ortası, doğadaki canlıların, bitki ve hayvanların kızışma (febris) ayının da başlangıcıdır. Febris, fevris sözcüğünün Arapçadaki, fevri, feveran sözcükleri ile akrabalığının bulunup bulunmadığı ayrıca araştırmaya değer bir konudur.
Antik Roma dininde, adı ve işi “arındırıcı” anlamına gelen Februus bir tanrıydı.
Februus, Febris’in Romalı hali olabilir, Febris ateş ve sıtma nedenidir. Bunlar büyük olasılıkla müshil, yıkama ve saflaştırma süreci olarak kabul edilen ateşin terletmesi ile bağlantılıdır. Februus da yine bir olasılıkla daha eski olan Februa, bahar yıkama ve arınma festivali onuruna bir adlandırma olmuştur… Februus’un kutsal ayı Februarius’dur Yani bizim şubat olarak adlandırdığımız ay.
Şubat, Februus Faunus’un, dolayısıyla doğurganlığın, bereketin de başka bir adıdır. 15 Şubatta Luper’ci rahiplerce Palatinus tepesinde düzenlenen bu bahar ve bereket bayramında, delikanlılar çıplak olarak dolaşmaktaymışlar ve kurban ettikleri bir keçinin derisinden yaptıkları kamçılarla önlerine çıkan genç kızları kovalayıp, yakaladıklarında döverlermiş ve böylelikle onların kısırlıktan kurtulacaklarına inanılırmış. Daha sonraki yüzyıllarda bu gelenek Hristiyan kültürü içine alınmış ve son yıllarda da artan bir yaygınlıkla “Sevgililer Günü” olarak adlandırılmaya, kutlanmaya çalışılmıştır. Bu konuda daha geniş bilgiyi bu sitede, Kavram Mutfağında (14 Şubat Sevgililer Günü) başlığını taşıyan yazımda anlatmıştım. İlgilenenler oradan okuyabilirler.
Yukarıda söylediğimiz gibi kamışın ikinci özelliği mesanede toplanan sidiğin boşaltılmasıdır. Ancak bu sıvının ateşin yakma özelliğinin aksine söndürme özelliği vardır. Birçok toplumda, birçok kültürde ateşin sönmesi istenmez, ateşin sönmesi insan soyunun sönmesi, sona ermesi gibi düşünülür. Bu nedenle eski kültürlerde, kimi aşiret ve klanlarda ateşe işenmesi hoş karşılanmaz, suç sayılır. Latinceden dilimize birçok eseri çevirmiş olan Cengiz Çevik’in anlatımlarına göre ateşe işeme yasağı Anadolu’da da varmış. Mitolojisinde Ergenekon gibi bir söylence olan halkın böyle bir inanışı olması bize de olası görülmektedir. Anadolu’da bazı yörelerde güneşe karşı işenmez şeklinde bir inanış da vardır. Ancak bunun ayıplanma dışında bir yaptırımı bulunmamaktadır.
Türk Mitolojisi ve Türk Folkloru üzerine çok değerli araştırmalar yapmış olan Pertev Naili Boratav Türk Mitolojisi (1) adlı eserinde (s.34-35) çok önemli bilgiler vermektedir. Türklerin ateş ile ilgili gelenek, görenek ve ritüelleri bir yandan Orta Asya Şaman geleneklerine ve Anadolu’nun Türkleşmesinden önceki dönemlerde buralarda gelişen ateş kültüne dayanmaktadır. Özetlemek gerekir ise ateşe arındırıcı bir güç tanınmaktadır. Şaman ateşi ve çevresinde kamın, şamanın dansı ateşin önemini bize göstermektedir. Betnem bayramı, gâvurküfrü adıyla kutlanan bayram paskalya günlerine denk düşmektedir. Ardıç ağacı dalları veya eski minderler tutuşturularak yakılan ateşin üzerinden çocuklar ve genç kızlar atlarlardı. Yine Balıkesir ve Bergama yöresinde salgın hastalıklardan korunmak amacıyla evcil hayvanlar bir ateşin yanından geçirilirmiş. Bu ateş iki çıplak erkek tarafından iki odun birbirine sürtülerek yakılırmış. Toroslarda buna benzer bir gelenek yeni satın alınan atın veya yeni yapılan bir ahırın iki yanına ateş yakılarak hayvanların içeriye alınması şeklinde olurmuş. Ocak sözcüğü de yukarıda değinildiği gibi ateşten türetilmiştir. Baştan beri ocak, ev veya çadırın en saygı değer yeri olarak görülmüştür. Ocak sözü aynı zamanda soyun devamlılığını da anlatmaktadır. “Ocağı sönesice’ diye yapılan bir beddua soyun kuruması anlamındadır. Bir iş için bir araya gelmeler ocak olarak adlandırılmaktadır. Yeniçeri ocağı gibi… Anadolu yörüklerinde yaylaklara çıkıldığında ilk ateşin tutuşturulması bir törenle yapılmaktadır. Her ailenin ocak yerinin hep aynı kalmasına özen gösterilir. İlk ateşi evin yeni evlenen gelini yakmaktadır. Ne kadar güzel bir kültür, bunlar unutulmamalı. Boratav, Ateşin üzerine tükürmeyi ve işemeyi yasak davranış ve saygısızlıklar olarak değerlendirildiğini anlatmaktadır. Bu anlattığımız gelenek ve göreneklerle, ritüellerle anlatmaya çalıştığımız Prometheus söylencesi arasında ne kadar çok benzerlik olduğunu ayrıca söylemeye gerek yoktur.
Yine bazı kurak iklimli bölgelerde yağmur duasına çıkılırken bazı bol yağışlı bölgelerde bunun aksine ateş yakılarak yağmurun duracağına inanılırmış.
Prometheus söylencesine dönersek: Prometheus “bir gün bir narthex kamışı içinde/Çaldım götürdüm insanlara ateşin tohumunu” ifadelerini kullanmıştır. Bu haliyle düşündüğümüz gibi Freud’a benzer bir sonuca varabiliriz. Prometheus daha sonra
Günün birinde bir öfkedir sardı tanrıları,
Birbirine girdi bütün ölümsüzler
Kimi der Kronos gitsin, Zeus otursun tahtına,
Kimi Zeus’un hiç başa geçmesini istemez.
Boşuna öğütler verdim hepsine:
Gururlarına kapılıp uzlaşmayı küçümsediler,
Gücün hakkından güçle geliriz sandılar.
Bu dizelerde dünya düzeni kurulurken önemli yanlışların yapıldığını anlatıyor. Demek ki sorun yalnızca üremekten ibaret değil. Prometheus, daha adil bir düzen kurulması düşüncesini olgun düşünceli annesi adalet tanrıçası Themis’ten almıştı.
…..
Anlatayım: Zeus, baba tahtına oturur oturmaz
Başladı her tanrıya bir şeref payı vermeye
.….
Bu arada zavallı ölümlüleri düşünmek
Aklının ucundan bile geçmedi,
Tersine soylarını ortadan kaldırmak,
Bambaşka, yeni bir soy yaratmak istiyordu
Bir tek ben göze alabildim bunu
Ve kurtardım insanları…
Prometheus’un, ölümlü insan soyunu Hades’in karanlıklarında yok olup kurtarması ile Freudian yaklaşım bağdaştırılabilir. Bunun için de narthex kamışı bir veri olarak kullanılabilir.
Ancak tanrılara bile akıl verecek kadar akıllı olan ve Themis gibi bir annesi bulunan Prometheus insan soyunun yok olmayacağını da bilir. İnsanlar olmazsa tanrıların bir işe yaramayacağını herkesten çok tanrı Prometheus bilir. Onun asıl istediği daha adil bir tanrısal düzen kurulmasıdır.
Ve Prometheus diyor ki:
Açıkladım insanlara alevlerin
Dumanlara bürülü kalmış anlamlarını.
…
Uzun sözün kısası şunu bilmiş ol :
Bütün sanatları Prometheus verdi insanlara.
*
Ateş, mitolojiye göre tanrıların tekelinde ve kontrolünde idi. Şimdi ise bu kontrol insanlardadır. Ateş kontrol altında olduğu zaman harikalar yaratır ama kontrolden çıktığında felaketlere de neden olur. İnsanların istek ve iradeleri dışında kalan ateş bile kontrol altına alınabilir. Örneğin Faraday’ın yaptığı gibi paratönerler kurularak yıldırımların yıkıcılığı, yakıcılığı önlenebilir. Bir de göz göre göre ateşin felaket yaratması var ki; bu asla kabul edilemez. Örneğin orta çağın cadı avı ve cadıların yakılması, örneğin Giordano Bruno’nun kiliseye karşı çıktı diye diri diri yakılması.
Akıllı Prometheus’un en kötü cezaları göze alıp tanrılardan çalarak bize getirdiği ateşin kıymetini bilmek ve akıllıca kullanmak zorundayız. Aksi halde ateş bizi de yakar ve yok eder. Örneğin doğayı hor kullanarak yarattığımız sera gazları ile sıcaklığın artmasına, buzulların erimesine, iklimin değişmesine neden olmamalıyız. Prometheus’tan bize miras kalan yalnız ateş değil ateş ile birlikte akıl ve onun annesinden ona, ondan da bize kalan adalettir.
Özetle söylemek gerekir ise;
-Prometheus, en baştan dünyada var olan çarpık kurulu tanrısal düzene isyanın tanrısıdır.
-Prometheus, yıldırımlar yağdıran, şimşekler çaktıran yani ateşi tekelinde tutan Zeus’a, Olympos’lulara karşı savaşın adıdır.
-Prometheus, Zeus’un tahtının bir gün devrileceğini bilen bir tanrıdır.
-Prometheus, insanların elde ettikleri bilgi ve bilimin gücü ile gerçekleştirecekleri devrimin adıdır.
-Prometheus, yalnızca mitoloji kahramanlarının heyecanlı bir serüveni değil aynı zamanda tanrılar dünyasının baş tanrısı Zeus ile ona başkaldıran ve insanların tarafını tutan tanrı Prometheus arasında görülen bir davadır. Bu davada kazanan taraf Prometheus olmuştur.
-Prometheus, daha adil, daha yaşanılır bir dünyayı müjdeleyen tanrının adıdır.
-Prometheus, mitolojinin derinliklerinde hayal meyal okunup geçilecek bir öykü değil günümüz dünyasının elle tutulur bir dramıdır.
-Narthex Prometheus için bu düşüncelerini gerçekleştirme aracıdır.
-Narthex bizi, bizim yolumuzu aydınlatan bir meşaledir.
-Narthex’ imize sahip çıkalım, yaşadığımız sürece meşalemizin, ateşimizin sönmesine izin vermeyelim.
Ali Can Polat
08.01.2023
2 comments On NARTHEX
Ali Can Bey,Günaydın;
Süper bir irdeleme ve araştırma yazısı olmuş,Felsefe ve tarihi ne güzel mecz etmişsiniz.Emeğinize sağlık.Görüşmek dilekleri ile
Ben size, ilginize çok teşekkürler ederim. Sağ olun. Seçimlerden sonra Bodrum’ da görüşmek dileğiyle, tüm KUTAM gönüllülerine selam ve sevgiler.