MISOPHONIA-misofoni & AMUSIA – amuzi

 

MISOPHONIA-misofoni & AMUSIA – amuzi

 

Misophonia/Misofoni: Bu kavramı belki birçokları biliyor, benden çok daha iyi biliyor. Ancak ben ve benim gibi bazı kişiler için bu kavram adeta bir hastalık halini alıyor. Tıp dünyası ise çoktan hastalık listelerine almışlar bile. Almışlar derken bu hastalık çok eski yıllardan beri biliniyormuş demek istemiyorum. Araştırmalarımda gördüm ki; ilk kez Pawel J. Jastreboff adında ABD’ li bir bilim insanı 2001 yılında böyle bir tanımlama getirmiş. Eskiden bu hastalık olsa bile bilinmiyormuş, anlaşılan. Şu anda da nedenleri ve iyileştirilmesi konularında belirgin bir bilgi ve veri yok. Misofoni, üzerinde ortak görüş birliğine varılan tanıma göre belirli bazı seslerin, duruma göre mantıksız olarak algılanabildiği, duygusal veya fizyolojik tepkileri tetiklediği bir bozukluktur. Misofonisi olanlar bunu bir sesin “kendilerini çıldırtması” olarak tanımlamaktadırlar. Tepkileri öfke ve kızgınlıktan panik ve sesin geldiği noktadan kaçmaya kadar değişebilir.

Örneğin marketlerde çalınan, asansörlerde tekrarlanan sözde müzikler. Hele o telefon beklerken dinlemek zorunda bırakıldığımız sesler. 3-5 notanın aralıksız, en az 32 bazen 64 kez tekrarı… İnsanı bezdiren, bıktıran bir ritim…  Gücü, basıncı ve şiddeti, bizim anlayacağımız günlük konuşma dilimizdeki volüm ve desibel değeri çok yüksek sesler.

Misophonia sözcüğü, Antik Yunanca nefret anlamına gelen “misos” ve ses anlamına gelen “fone” sözcüklerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuştur. Tıp dilinde bir dissosiasyon bozukluğu gibi düşünülmektedir.

Amusia olarak bugün kullanmakta olduğumuz sözün kökeni Geç Latince ve Eski Yunanca αμουσια (amousia, “ahenksiz”), αμουσος (amousos, “şarkısız”) ‘dir.

Bir yılbaşı gecesi Ürdün’ün Kızıl Deniz kıyısındaki Akabe körfezinde bulunan kent merkezindeyiz. Kaldığımız bol yıldızlı otelin salonunda yeni yıl kutlaması için otel müşterilerine ve özel davetlilere bir program yapmışlar. Bütün gün kıyı bucak gezmişiz, yorgunuz. Otel odasına çekilip uyumaktansa burada kutlamaları görmek, bu bölgenin kutlamaları hakkında bilgi edinmek iyi olur dedik ve salona gittik. Sahneye yakın bir yerde bize uygun bulunan bir masada oturuyoruz. Yanımdakine ne kadar bağırarak konuşsam da sesimi duyuramıyorum. Saatler ilerledikçe müziğin temposu ve sesin yüksekliği iyice arttı. Pop, rack, jazz, benim hiç anlamadığım müzikler. Saatler tam 00.00’ yi gösterdiği anda sesin tüm akustik değerleri zirveye çıktı. O anda bir odiometri cihazı getirmiş olsalardı sanırım dayanamaz, pat der patlardı. Neyse bağırış, çığırış arasında ışıklar söndü yandı, sevinç neşe, şampanyalar dans… Herkeste fırtına gibi sonsuz bir mutluluk dalgası…

Eşimin kulağına WC’ ye gitmem gerektiğini söyledim, elbette duyuramadım. Kâğıt peçeteye yazarak meramımı anlattım. Bana güldü. Bereket WC yakın bir yerdeymiş fazla aranmadım. Başımı lavaboya uzatmamla birlikte burnumdan kan boşaldı. Herkes büyük salonda olduğundan burada kimse yoktu. Ben de rahat rahat burnuma kâğıttan tampon yaptım, kanı durdurdum. Sonra cepheden gelen yaralı bir asker gibi salona döndüm. Daha sonra odaya çıktık, eşim sen zaten sabıkalısın, balayı için gittiğimizde Abant’ta da yine böyle olmuştun dedi. Doğru orada da bu tarzda müzikler, doğrusunu söylemek gerekirse bunlar benim vücut kimyamı gerçekten bozuyor. Bu müzikler içinde Arabesk denen müzik türü de var. Dinlerken cümlemi tamamlamakta zorluk çekiyorum. Yürüyorsam ayaklarım birbirine dolanıyor, adımlarımın ritmi bozuluyor. Bu söylediklerim birilerine komik ve şaka gibi gelir ama öyle değil. Sıkıntısını ben biliyor, yaşıyorum. Bir an önce bulunduğum o ortamdan kaçmak için suratımın asıldığını, elimde olmadan etrafımdakilere sıkıcı, kırıcı sözler de söyleyebiliyorum. Klasik tarzdaki müzikler ise bu anlattıklarımın yüzde yüz aksi bir etki yapıyor. Ruhumun kanatlandığını düşünüyorum.

Şimdi bu anlatılanları doğuştan amüzisi olan yani müziği algılayabildiği, müzik dinlemekten herkes gibi büyük zevk aldığı halde müzik uyarılarını işleme koyamayan, şarkı söyleyemeyen bir kimsenin öyküsü olarak dinlediğinizi düşünün. Müzik ile ilgili seslerin işlenmesindeki bozukluk. Neropsikyatride bu kavram için sağ hemisfer lezyonları melodi tanımayı, müzikal unsurları (örn., ritim) ayırt etmeyi olumsuz olarak etkiler şeklinde tanımlar yapılmaktadır. Biliyorum hayli karışık bir durum. Gerçekten de konuşmamda ve şiir okumamda buna benzer hiçbir sorun yaşamadığımı ve hatta dinleyenlerin büyük beğenileri ile karşılaştığımı, spikerlik mülakatında da sözlü sınavı başarı ile geçtiğimi düşününüz. 

Nasıl olur demeyin Latin Amerikalı devrimci önder Che Guevara da aynen böyle imiş. Ekonomist Milton Friedman ve ABD başkanlarından Ulysses S. Grant (1822-1885) da böyleymiş. Pınar Aydın O’Dwyer’in Opera Kitabı adlı aydınlatıcı eserinden öğrendiğimiz gibi toplumun % 5’i doğuştan amüzi’ li imiş. Bunları duyunca, okuyunca dünyada benim tek olmadığıma ne kadar çok sevindim, bilemezsiniz.

Yani bir yandan müziği işleyecek yetenekten yoksun olacaksın öte yandan çalınan bir tür müzikten aşırı rahatsız olacaksın. Wikipedia bilgisine göre:

12 Mayıs 2020 tarihinde Uruguay’lı ünlü aktris ve şarkıcı Natalia Oreiro da Misophonia hastalığından muzdarip olduğunu açıklamıştır.

Bu kavramların daha iyi anlaşılabilmesi için aşağıda alıntıladığım bir tıp makalesinde ve Prof. Dr. PhD Pınar Aydın O’Dwyer’in Opera Kitabı’nda işin meraklıları için hayli ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır. İlgilenenler okuyabilirler.

Ben kendi yaşadıklarımı ve bunları yaratan etkenleri dilimin döndüğü kadar anlatmaya çalışıyorum.

Kendi epikrizimi bu şekilde özetledikten sonra bir de eşimin beni çok şaşırtan bir özelliğini kısaca anlatmak istiyorum. Eşim hangi ortam olursa olsun o ortamdaki seslerden seçim yapabiliyor. İşine gelenleri duyuyor, gelmeyenleri duymuyor. İsmet Paşa için anlatılanları anımsatır gibi… Örneğin bir otobüste, trende veya benzer bir kalabalıkta hiçbir sıkıntı duymadan elindeki ders kitabını okuyabiliyor, en karmaşık problemleri rahatça çözebiliyor. Aynı şekilde bu seslerden duymak istediklerini fısıltılı bir halde bile olsa duyabiliyor. Bazen onu sınava çekiyorum, o benim eksiğimi yanlışımı tamamlıyor. Onun bu özelliğine hayran oluyorum. Laf aramızda kıskanıyorum, kıskançlıktan çatlıyorum. Ne olur diyorum, bu özelliklerin çok küçük bir bölümü bana bulaşsa. Çok uğraşıyorum ama başaramıyorum. Bu kısa anlatımla insan kulağı ve beyninin çevresindeki akustik ortama karşı tepkileri çok farklı. Eşimde çok olumlu olan özellikler benim yaşantımı olumsuz yönde etkiliyor. 

Elbette K.B.B. uzmanlarının, odiologların ve nörolojistlerin alanlarına karışacak değiliz. Onar işin daha çok fizyolojik ve psikiyatrik yönlerini inceliyorlar. Esasen onların işleri de bunlardır.

Ben bunların dışında kendime göre iki nokta üzerinde durmak istiyorum. Birincisi bu müziklere karşı tepkimin ilk aşamada müziğin kendisine değil bu müziğin içinden çıktığı kültür ortamına yönelik olduğunu düşünüyorum. Örneğin dünyaya karamsar gözlüklerle bakan bir arabesk kültürü benim hiç katlanamayacağım bir durumdur. Dolayısı ile bu kültürün her şeyine ve bu arada da müziğine karşı uzaklaşma, kaçma gereksinimi duyuyorum.

İkinci konu müziğin kendisi ile yapısı ile ilgilidir. Bildiğimiz gibi güzel sanatların bir dalı olan müzik sesin yapısından, algılanmasına ve üretilmesine kadar değişik aşamalarda insan ile sesin etkileşimleri ile uğraşır. Müziği her müzisyen veya konunun ilgilisi kendine göre tanımlayabilir. Genel olarak doğada bulunan veya insan eliyle yaratılan seslerin belli kurallar içinde matematiksel dizilişidir dersek pek yanlış olmaz sanırım. Bu sözünü ettiğimiz seslerin kimisi insanın hoşuna giderken kimisi insanı rahatsız, huzursuz eder. Rahatsız eden seslere gürültü diyoruz. Seslerin belli bir düzende toplanmış olması onda notaların, ahengin, melodi, ritim ve şiddetin mutlaka insanın bildiği, alıştığı düzen içinde olmasını gerektirir.

Sesin tınıları beyinde sağ temporal bölgede bulunan işitme merkezine gönderilir. Bu merkeze iletilmiş olan sesler işlenir, değerlendirilir. Bu algı ile birlikte insanda bir beğeni veya sıkılma duygusu oluşur.

Üçüncü olarak bu duyguların düzeyine göre insan fizyolojisinde ve psikolojisinde önemli değişiklikler olur. İnsanın yüz kasları yumuşar, yüreğinin atışları duruma göre artar veya eksilir. İnsandaki bu gevşeme veya gerilmeye paralel olarak psikolojik göstergelerinde de değişiklikler olur. İnsanın yaşamaktan aldığı haz azalır veya artar.

Benim kendi özel durumum ve dikkatinizi çekmeye çalıştığım bu iki kavramla ilgili olarak söyleyebileceklerim bunlardır. Bundan sonrası hekimlerin, psikiyatristlerin işidir.

Ben son olarak diyorum ki; acaba benim gibi olanlar yani müzik yerine bize dayatılan o gürültülerden rahatsız olanlar yan yana gelsek de etkili ve yetkili olanlara sesimizi duyursak nasıl olur diye düşünüyorum. Biliyorum, ne yazık ki bunlar çok umarsız şeyler gibi görünüyor. Biliyorum ama hiçbir şey yapmadan oturup kalmak da içime sinmiyor. Önerdiğim yol beğenilmiyorsa hep söylendiği gibi yeni bir yol denemeliyiz. Eğer hiç yol yoksa da yeni bir yol açmalıyız.

22.10.2023
Ali Can Polat

 

+++

Not: https://www.medicana.com.tr/saglik-rehberi-detay/11613/misophonia-mizofoni-hastaligi-tedavisi-belirtileri
https://www.medicalpark.com.tr/misophonia-nedir-belirti-ve-tedavi-yontemleri-nelerdir/hg-1874

Not:

Beyninizdeki müzik sağlam mı?

14 Ağustos 2019 Çarşamba..

Amüzi (amusie), beyin hastalığı sonucunda kişide müzik yeteneğinin bozulmasını anlatan bir terim. Şarkı söyleme veya herhangi bir tonu verebilme yeteneğinin yitimi oral-ekspresif amüzi; bir sazı çalabilme yetisinin yitimi çalgısal amüzi; müzik yazma yetisinin yok oluşu müzikal agrafi diye adlandırılmış. Hasta duyulan melodileri ayırt edemez, tanınmış melodileri seçemez, nota okumasını ve yazmasını unutur.
Amüzi bozukluğu afazik (konuşma yeteneğini yitirmiş) hastaların muayeneleri sırasında müzik becerilerinin de bozulduğunun fark edilmesiyle anlaşılmış. 1866’da afazik bir müzisyenin müzik okumasını yitirdiği, ancak müziği tanıma, şarkı söyleme, müzik aleti çalma ve hatta müzik yazma yeteneklerinin bozulmadığı saptanmış.
Bu çalışmada, beyindeki bulgular ile birlikte olayın teorik ve klinik yönleri ele alınmış, müzik işlevleriyle konuşma bozuklukları arasındaki bağlantıların yanı sıra işitme duyusu, yetisi ve bozuklukları ile ilintisi de vurgulanmış. 1930’da beyin çalışmasındaki bütünleştirme ve ayırt etme yeteneklerinin yetersizliğinin amüzinin temel bozukluğu olduğu ve hastanın hastalık-öncesindeki kişilik özelliklerinin de üzerinde durulması gereği vurgulanmış.
Amüzinin en çok rastlanan tiplerinden biri, bir sesi doğru tekrarlama veya fısıldama yetisinin yitimi. Eğer hasta bir sesi veya melodiyi hiç tekrarlayamıyorsa, bu tam “amüzi” teşhisi. Eğer sadece melodiyi tekrarlayamıyorsa, bu kısmi amüzi.
Beyindeki belli müzik işlevleriyle ilgili bölgelerin haritasında şu sonuç çıkmış: sağ beyin yarısının müziğin algılanması ve icrasında, sol beyin yarısının da müzik yapıtlarının saklanması, tanınması, nota yazma ve okumadaki sembolik sürecin sürdürülmesi ile beste yapmadaki birleştirici işlevlerde rol oynadığı. Müzikal agrafi (Nota yazamama) ve Müzikal Amnezi (melodileri ayırt edememe) bu incelemelerin sonundaki tanılar.

Bülent Tarcan
Bu notlar, Amusie üstüne Tarcan’ın 2 Nisan 1981’de verdiği konferanstan aktarma. Tarcan, Cumhuriyet bestecilerimizin önemli ve renkli bir temsilcisidir.
23 Ağustos 1914 onun doğum günü. 14 Şubat 1991’de ölen besteci, tıp ve müziğin iki değişik karakterini bir potaya yerleştirmişti. Bir yanda beyin cerrahisi gibi tıp biliminin en duyarlı dalını seçmiş; öte yanda solodan büyük senfonilere kadar yapıtlar bestelemişti. Çapa Tıp Fakültesi’nin nöroşirurji kürsüsünün kurucusu ve ilk şefi olmuş. Ameliyathanede, hasta koğuşlarında, hastane koridorlarında geçen ağır sorumlulukla yüklü görevlerinin yanı sıra besteci olarak da üretimine ara vermemiş.
Çocukluğu askeri hekim olan babasının atandığı yerlerde geçmiş. Anılarında Şam cephesi ve Urfa derin izler bırakmış. İlk kez klasik müzik duyması, bir Wagner partisyonunu kopya ederek kendi kendine nota öğrenmesi, kendi kendine kemana başlayıp geliştirmesi; babası gibi hekimliğe soyunması, hep ilk gençliğinde ve yoksulluk içindeki Urfa’da başlamış.
Kısa süre Karl Berger’le keman çalışıp, birkaç yıl Cemal Reşit Rey’in öğrencisi olmuş; tıp fakültesinde, savaştan kaçan ünlü dünya hekimleriyle eğitim görmüş. Adnan Saygun ile tanışması ona yeni ufuklar açmış. Radyo programcılığı, müzik eleştirmenliği ve konferansları da besteciliği kadar etkindir. Sık sık “acaba müzikçiliği bıraksam mı” sorusuna, 1953’te iki mesleği de bir arada yürütme kararıyla cevap verir. Ardından Piyano Süiti, Keman Konçertosu, İkinci Orkestra Süiti, Hançerli Hanım Balesi, Üçüncü Orkestra Süiti, Kâtibim Çeşitlemeleri, Deli Dumrul Balesi ve Piyano Konçertosu gelecektir. Tıp dünyasından emekli olunca, yaşam boyu özlemini çektiği büyük çaplı senfonik yapıtları bestelemeye koyulur: Sakarya, Ölümsüz Mimar ve Mevlana’dan Esinler ortaya çıkar. Amusie konferansları Tarcan’ın iki dünyasını birleştiren değerli örneklerdir.

 

 

.Bir pirinç görseli olabilir

 

1 comments On MISOPHONIA-misofoni & AMUSIA – amuzi

  • Arabeskten çok rahatsız olmam sonuçta tonalitesi olan bir müzik ama atonal ya da çağdaş müziğin bazı gıcırtılarından inanılmaz rahatsız olurum keza son moda jazz dan. Miles Davis mesela.

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.