KİRPİ İKİLEMİ

KİRPİ İKİLEMİ

Alman filozof Arthur Schopenhauer’in 1851’de yayınladığı ”Parerga ve Paralipomena: başlıklı kısa denemelerini okurken bu bölüm dikkatimi çekti. 

İnsan İlişkilerini ve Doğasını Çarpıcı Bir Şekilde Ele Alan Psikolojik Kavram: Kirpi İkilemi

Hayatınızda bir kere bile ”Ne senle oluyor, ne sensiz.” cümlesini kurmuşsanız, size çok anlamlı gelecek bir psikolojik kavramdan bahsedeceğim.
”Soğuk bir kış sabahı çok sayıda kirpi, donmamak için birbirine bir hayli yaklaştı.”

”Az sonra, oklarının farkına vardılar ve ayrıldılar. Üşüyünce, birbirlerine tekrar yaklaştılar. Oklar rahatsız edince yine uzaklaştılar. Soğuktan donmakla, batan okların acısı arasında gidip gelerek yaşadıkları ikilemi, aralarındaki uzaklık, her iki acıya da tahammül edebilecekleri bir noktaya ulaşıncaya kadar sürdü.”
”İnsanları bir araya getiren, iç dünyalarının boşluğu ve tekdüzeliğidir.”

”Ters gelen özellikler ve tahammül edemedikleri hatalar onları birbirinden uzaklaştırır. Sonunda, bir arada var olabilecekleri, nezaket ve görgünün belirlediği ortak noktada buluşurlar. Bu noktada, çevrenin sıcaklığını hissetme arzusu kısmen karşılanır ama, buna karşılık okların acısı hissedilmez. Kendi iç sıcaklığı çok yüksek olanlar ise, ne sıkıntı vermek, ne de sıkıntı çekmek için, topluluklardan uzak durmayı tercih ederler.”
Az önce okuduğunuz bölüm, Alman filozof Arthur Schopenhauer’in 1851’de yayınladığı ”Parerga ve Paralipomena: Kısa Felsefi Denemeler” adlı eserinin ünlü 396. bölümünün bir kısmıdır.

Schopenhauer bu bölümde kirpilerin soğukta kaldığı bir anda karşılaştıkları ikilemi anlatmaktadır. Schopenhauer’in yazdığı bu bölümün bir kısmı, daha sonra Sigmund Freud’un 1921’de yayınladığı ”Grup Psikolojisi ve Ego’nun Analizi” adlı eserinde dipnot olarak yer bulur.
Freud, ana-oğul dışında tüm insan ve grup ilişkilerinde gözlenen çatışmayı açıklamaya çalışırken “Schopenhauer’in ünlü donan oklu kirpi benzetmesindeki gibi, hiç kimse, komşusuna fazla yaklaşmaya katlanamaz.” der.
Hem Schopenhauer’in, hem de Freud’un kullandığı bu kavram, insan ilişkilerini konu eden önemli bir ikilem haline geldi.
İkileme göre ne kadar iyi niyetli olursanız olun biriyle fazla yakınlaşır, fazla içli dışlı olur, fazla samimileşirseniz, istemeden de olsa o kişiyle çatışmaya ve birbirinize zarar vermeye başlarsınız. Oysa ki asla geçmemeniz gereken bir çizgi vardır ve o çizgiyi geçmeniz, ilişkinin hasar almasına ve temellerinde yavaş yavaş çatlaklar oluşmasına neden olur.
Bu durumu bir ilişkinin başında her şey güllük gülistanlık iken, sonradan tahammülsüzlüğün ve sert kavgaların baş göstermesinden anlayabilirsiniz.
Kirpi ikilemi bu nedenle, insanların sadece aşk hayatlarında değil; tüm ilişki türlerinde arada yeteri kadar mesafe bırakmaları gerektiğini, kişisel alana saygı gösterilmesinin önemini savunur. Bunun yanı sıra insanlarla aradaki mesafeyi çok açmanın da donmaya, yani yalnızlığa neden olacağını söyler.
Konu üzerine geniş çaplı bir araştırma bile yapılmış.

Florida Bölge Üniversitesi’nden Jon Maner ve ekibi tarafından yürütülen 6 deneyde, insanların sosyal anlamda reddedilmeye karşı verdikleri tepkiler incelenmiş. İçe dönük insanların bu durum sonrasında daha da içlerine kapandığı ve insanlardan uzaklaştığı, diğer insanlarınsa kabul edilme arzusuyla yeni insanlara daha da fazla yakınlaşmaya çalıştığı bulunmuş.
Özetle bir insanı ne kadar severseniz, bir miktar mesafeyi her zaman korumayı başarmanız gerekiyor.
Bunu başaramayınca ”İlişki çok yorucu.”, ”İlişkiler neden bu kadar karmaşık olmak zorunda?” gibi cümleleri kuruyoruz. Uzaklaştığımızda, yani ayrıldığımızda ise, dikenlerden artık etkilenmiyor olsak da o sıcaklığı ve yakın olma hissini arıyoruz, özlüyoruz. Sonunda da tekrar birleşiyoruz.
Bu döngüye, dikenlerin acısının sıcaklığa değip değmeyeceğine karar verene kadar devam ediyoruz; eğer değiyorsa uzun yıllar beraber olup acıya katlanıyoruz, değmiyorsa yolları ayırıyoruz. Kimisi de uygun bir mesafede durarak hem can yakmamayı, hem de uzak kalmamayı başarıyor.
Toplum da tam olarak böyle.
İnsanlarla gerek sosyal medyada, gerekse de dışarıda ne kadar içli dışlı olursanız, bir süre sonra insanların dikenlerini de o kadar fazla hissetmeye başlıyorsunuz. Normal şartlarda size söylemeyecekleri şeyleri, ”yakınlık ve samimiyet” adları altında rahat rahat söyleyebiliyorlar. Bundan sakınıp mesafeyi çok açınca da, toplumdan dışlanmış ve soyutlanmış halde, yapayalnız buluyorsunuz kendinizi.
Sözün özü, tüm olay doğru mesafeyi bırakmakta, doğru sınırı çizmekte bitiyor. Peki siz, bunu ne derece başarabiliyorsunuz?
-alıntı-

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.