İZLEMEK/ İZCİ- İZCİLİK

 

İZLEMEK / İZCİ – İZCİLİK

Bu kavramların anlamları sözlüklerimize göre:
a) İz sürerek bir şeyler arayan ve aradığını bulabilen kimse; keşşaf:
b) İzci, aralarında dayanışma ve yardımlaşma duygularını geliştirmek, ruh ve beden sağlıklarını güçlendirilmek için kamplarda ve okullarda eğitilen gençlere verilen addır. Onların yaptıkları işlere de izcilik kavramı uygun bulunmuştur.

Aramak ve bulmak sözcüklerinin içeriğinden hareketle izcilik kavramına daha yakından bakabilmek için Arapça keşşaf sözcüğünün anlam çeşitliliğine kısaca bir göz atmakta yarar vardır. Arapça keşşaf (ﻛﺸّﺎﻒ) keşf ‘ ten türemiş bir sözcüktür.  Perdeyi aralayarak veya tümüyle kaldırarak aranan şeyi açığa çıkarmak anlamına gelmektedir.
1. O güne kadar bilinmeyen şeyleri ortaya çıkaran kimse,
2. Örtülü, saklı gerçekleri, gizli, gizemli anlamları açıklayan kimse.
3. Bir askeri birliğin ya da bir kervanın ilerleyeceği yolu bulmak, belirlemek amacıyla yakın uzak çevrelerden bilgi almak için oralara gönderilen öncü görevliler, keşif kolu müfreze. Müfrez/ müfreze bir askeri birlikten ifraz edilmiş, özel görevli öncü koldur.
4. İzci: Yukarıda amaçları ve yapacağı işleri açıklanan gençler.
Bunlar aralarındaki birlik ve dayanışmayı görünür kılmak için özel bir giysi giyerler, flama veya bayrak taşırlar boyunlarına takılmış düdükleri de vardır. Özel bir örgütlenme biçimleri olduğu gibi aralarında özel bir selamlaşma gelenekleri de bulunmaktadır.

Dilimizde bir de takip, takip etmek olarak kullandığımız sözcükler var. Bu sözcük Arapça ta’kib, ardından gitmek anlamında  (ﺗﻌﻘﻴﺐ) i. ‘aḳb kökünden gelmektedir.
1. Yetişmek, yakalamak, bulmak için birinin veya bir şeyin arkasından gitme,
2. Birinin veya bir şeyin peyine düşme, arkasından gitme veya gelme,
3. Belli bir yönde yürüme,
4. Bir şeyi izleme, gelişmesiyle ilgilenme,
5. Dikkatle dinleme veya bakma,
6. Bir şey diğer bir şeyin onun ardından gelmesi. Çarşambayı perşembenin takip etmesi gibi,
7. Kovuşturma, takip veya takipsizlik kararı.
Sözcüğün etimolojik kökenine baktığımızda aqab kökünden türediğini ve peşinden gitmek anlamına geldiğini görmekteyiz. Bu haliyle takip sözcüğünün de izlemek sözcüğünden çok da farklı olmadığını görebiliyoruz.

İzci sözcüğü dilimizdeki izlemek eyleminden türetilmiştir. İzci, izlemek işini yapan kişi anlamına gelmektedir. İzlemek bir izi sürmek yani belli bir varış noktasına kadar daha önce oralardan geçmiş veya geçmiş olabilecekleri bazı izleri gözleyerek ilerlemek anlamına gelmektedir.

Bu eylem dilimizde bir anlam genişlemesine uğramıştır. Örneğin bir spor karşılaşması, sinema, tiyatro, konser gibi bir sahne gösterisini seyretmek izcin de “izlemek” kavramı kullanılmaktadır. Buradaki izlemek sözcüğünün doğru olmadığını belirtmek isterim.
Televizyon karşısına geçip çayını sigarasını içen, arada bir çekirdeğini çitleten seyircinin herhangi bir şey izlediğini söylemek olası değildir. İzlemek için bir yerden bir yere gitmek, hareket etmek gerekmektedir. Oysa bizim spor meraklımız yerinde oturmaktadır. Arada bir tuttuğu takımın attığı veya yediği gollere göre sesi, volkan gibi gürlemektedir. Bir salonda bale gösterisi seyreden kişiyi göz önüne getirin. Sorun ne yapıyorsun diye; size bale izliyorum diyebilecektir. Çekinmeyin, lütfen nasıl diye sorun. Alacağınız yanıt yoktur. Çünkü bu seyircinin koltuğundan kalkıp balerinleri, baletleri izleme olanağı yoktur, olamaz.

Kavram öylesine saptırıldı ki; televizyon seyircisi yerine televizyon izleyicisi, izleyici sayıları denmeye başladı. Bu yanlışı ilkokula giden kişiden kürsüde dersini veren profesöre kadar herkes yapıyor.
Seyir sözcüğünün anlamı, olan biteni sessizce gözleri ile gözlemlemekten, dinlemek de sessizce söylenenleri dinlemekten ibaret değildir. Seyir içinde her iki eylem de vardır.
Sinema filmini seyreden kişi hem görüntüleri görür ve hem de sesleri duyar. Sessiz sinema veya radyo tiyatrosu uygulamaları gerilerde kaldı. Bunlara ek olarak televizyonlara bağlı Youtube kanallarında veya Zoom gibi programlarda, tele konferanslarda,  karşılıklı yani interaktif uygulamalar da yapılmaktadır.

Bu sakıncaları yüzünden ben sinema, tiyatro veya spor gösterileri için “izlemek” sözcüğünü kullanmamaya çalışıyorum. Benim bu karşı çıkışımın bir işe yaramayacağı söylenebilir, bunu söyleyenler haklı da olabilirler ama izninizle içime sinmeyen bu kavrama karşı düşüncelerimi söyleyebileyim.

Ortada bir yanlış varsa ve bunun kusurlusu, ihmalcisi, aranıyorsa bu sorumlu halk, halkımız değildir. Halklar dilin son kullanıcılarıdırlar, dilin yaratıcıları daha çok bilim ve sanat insanlarıdır. Özellikle dili bir telkâri ustası gibi işleyecek olan ozanlar, tiyatro, tragedya yazarları, sinema senaristleridir. Kısaca sorumlu Türkçe yazan, çizen, konuşan aydınlarımızdır. Dilde var olan sözcükler anlatım için yeterli olmuyorlarsa dilin, semantik, morfolojik ve fonetik özellikleri dikkate alınarak etimolojinin olanaklarından da yararlanıp yeni bir sözcük bulmak ve bu yeni sözcüğün halk tarafından benimsenmesini sağlamak yine aydınlarımızın ödevidir. Aydın olmanın kaçınılmaz niteliklerinden biri de budur. Bu ödevi bir kuruma veya kuruluşa bırakmadan, havale etmeden tüm aydınlarımız üstlenmek zorundadırlar.

Sözcüklerin anlamlarından farklı, çoğu da yanlış kullanılması zamanla gündelik dile öyle bir yerleşiyor ki; o yanlış her yere hızla yayılıyor. Düzeltmek de çok zor bazen de olanaksız oluyor. Dilde bunlara galat-ı meşhur deniyor. Doğrunun yerini alıyorlar. Giderek doğruya karşı bir soğuma ve hatta düşmanlık doğuyor.

Söz keşiften, kâşiften, kâşifeden ve giderek keşşâflıktan açılmış iken birkaç yıl öncesinde politika dilimize sokulan ve o güne kadar hemen hemen kimsenin bilmediği ve kullanmadığı bir kavramdan da söz etmeden geçemeyeceğim. Sözcük: İstikşaf, istikşâfi görüşmeler.

İstikşâf, Arapça bir sözcük olup Ferit Develioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgatı’na göre (s.527) keşfetmeye, aramaya çalışmaktır.
İstikşâfi ise birleşik bir sözcüktür ilk kısmı Arapça (i) eki de Farsçadır. Yani bu haliyle dayatılan sözcük ne Arapça ve ne de Farsça’ dır. Bir Arap veya bir İran yurttaşı da duysa acaba ne diyor diye yüzümüze bön bön bakar. Yani uydurma bir sözcüktür. Bugüne değin yayınlanmış Osmanlıca sözcüklerde de yer almamıştır.

Belki İngilizce “ exploratory talks /keşif görüşmesi” olarak bir anlam verilebilir. Sözcüğü doğru telaffuz eden sayısı da on kişide üç kişiyi geçmez. Hele ilk baştan, duyanlar gülerek yanındakine neydi o diye sormadan edemiyordu: Yalan mı?

Bu sözü anımsanacağı gibi ilk kez, bir genel seçim sonrasında yeterli çoğunluk sağlanamadığı için koalisyon kurmakla görevlendirilen bir parti başkanının başka partilerle görüşmeleri için kullandığında duyduk ve öğrendik.

“İstikşâfi Görüşme” ile ne keşfedilecek? Koalisyon pazarlığı kavramı niçin yeterli olmuyor? Esasen yapılmak istenen ve yapılacak olan da bundan ibarettir. Olanları saklamanın, gizlemenin, alalamanın kine ne yararı oyabilir? Taraflar birbirlerini veya o güne kadarki politikalarını bilmiyorlar da bu görüşmelerde mi keşfedecekler? Partilerin politikaları kamuoyuna açıkladıkları programlarında esasen vardır. Yani anlam ve içerik olarak bu sözcüğün kullanılması yersiz ve gereksizdir. Kullanılmış olması Osmanlıca denen çorbaya olan iştihadır. Dil bu oburluklara feda edilebilecek kadar değersiz bir şey değildir. Herkesin, özellikle sürekli televizyon, basın ve sosyal medyalarda halkın önünde olan kişilerin ağızlarından çıkan her söze dikkat etmeleri gerekmektedir.

Türkçemizin güzelliği ve gizil gücü dururken başka dillere özenmenin halkımıza yarar değil zararları vardır. Bu tarzda düşünenlere sormak gerekiyor. Örneğin ünlü El Ezher Üniversitesinde veya Tahran Filoloji Fakültesinde Türkçeden böyle bir sözcük alınıyor mu, böyle bir şeye gereksinim duyuluyor mu?
Bu güne kadar Fars ve Arap dillerine Türkçeden giren kaç sözcük, o dillerden bizim dilimize giren kaç sözcük vardır? Bu konuda çok değerli araştırmalar var. İlgi duyanların okumalarında yarar vardır.
Elbette sanat, bilim, teknoloji ilerledikçe uluslararası ilişkiler geliştikçe sözcük alış verişi de artacaktır. Ancak bu alışverişler ileriye dönük, sanat, bilim ve teknolojinin istemleri doğrultusunda olur. Bir dilin geleceği hastalıklı bir nostaljiye kurban edilemez.

Mutmain sözü daha çok yemek yiyip doymak değil de herhangi bir konuda görülen gösterilen, anlatılan şeylerin gerçek ve doğru olduğundan emin olmayı, bu konuda bir gönül rahatlığına erişmiş olmayı ifade etmektedir. Doydum, doyurucu, yeterli buldum veya kuşkum kalmadı yerine mutmain oldum demenin dayanılmaz hafifliğine niçin kapılıyoruz? Mutmain sözünün arkasında Arapça aş, yemek anlamında taam sözü vardır. Taam ise “cennet taamı” kavramını çağrıştırmaktadır. İşin içine cennet giriyorsa zaten o zaman bütün akan sular durmaktadır. Örnekler çoğaltılabilir. Söylemek istediğimiz dilimizin gelişimi dilimizin kendi kaynakları ve grameri göz önünde tutularak gerçekleştirilmelidir.

Şimdi gelelim izcilik konusuna ve izcilere:

Özetle söylemek gerekir ise izcilik; gençleri doğa koşulları içinde sağlıklı, doğru, sağlam karakterli yetiştirmeyi, tam bir disiplin içinde toplumsal yaşama uyum sağlamalarını amaçlayan örgüt olup bu örgüte üye olanlara izci, izcilerin yaptıkları işlere de izcilik denmektedir.

İzcilik düşüncesini ilk ortaya atan ve ilk uygulamalarını yapan bir İngiliz subayıdır. Adı: Lord general Robert Stephenson Smyth Baden Powell’ dır. Kısaca B P olarak anılmaktadır.
İzciliği anlayabilmek için şimdi adı Güney Afrika Cumhuriyeti olan o ülkeye, Afrika’nın en güneyine gitmemiz gerekiyor.

Avrupa’da bilim ve teknolojinin gelişmesine paralel olarak buharlı makinelerin de kullanılmasıyla sanayi devrimi başlamıştır. Gelişen sanayi, üretim için hammadde ve ürettiklerini satabilmek için de pazar arayışına çıkmıştır. Avrupa coğrafyası ilerleyen sanayiye dar gelmeye başlamış yeni kıtalar, eski kıtalarda da o güne kadar girilmemiş topraklar, bu topraklardaki hammadde ve insan gücü gelişmekte olan kapitalist sınıfların iştihasını kabartmıştır. Kapitalist sınıf bu aşamada kolonyalist bir anlayışla Amerika kıtasından başka kara Afrika’ya da el atmıştır. Başta İspanyolların başlattıkları istila ve işgal hareketleri buralara da uzanmıştır. Portekizliler, İngilizler, Fransızlar, Felemenk/Hollanda’ lılar sömürgecilikte amansız bir yarışa girmişlerdir.
Bahtı kara Afrika’ya 19. yüzyılın başlarında kâşifler, misyonerler ve bunlarla birlikte köleliğe ve köle ticaretine karşı hareket edenler çekirge sürüleri gibi üşüşmüşlerdir.
Avrupalı emperyalistler bu kıtaya da uygarlık götürdükleri iddiasındaydılar. Bu iddialarını yaptıkları kıyım ve kırımlar için gerekçe yaparak kendilerini mazur görüyorlar, gösteriyorlardı. Ama gerçek Avrupalının yerlilere onları uyutan, karınlarını doyurmayan kara kaplı kitaplarını vermeleri karşılığında topraklarını almalarından başka bir şey değildi.

Konuyu dallandırmadan kıtanın en güneyine dönersek topraklarında güneş batmayan imparatorluk iddiasında olan İngilizler ile toprakları tarıma ve sanayinin gereksinim duyduğu hammadde ve tarımsal ürünlere elverişli ve yeterli olmayan Hollanda bizim payımıza da buraları düştü diyerek gelip yerleşmişler.

Güney Afrika’daki Hollanda yerleşimcilerinin bir amacı bu toprakları Endonezya’da elde ettikleri sömürgelerine giden yolda bir üs olarak kullanmak ikinci amaçlarıysa ülkeleri, Pay Bas’ ya göre çok geniş ve çok uygun iklimi olan bu topraklarda tarım yapmaktı. Bölge aynı zamanda çok zengin maden yataklarına, altın ve elmas yataklarına da sahipti. Bu da sömürgecileri buraya çekmeye ve birbirleriyle rekabet etmeye yetiyordu. Ülkenin flora ve faunası bu gün de aynı şekilde turistleri kendisine çekmektedir.

Güney Afrika Cumhuriyetinde topraklar çok verimliydi. İsveç’ten tıp öğrenimi için Hollanda’ya konuk gelen ama Hollandalıların kendi yurttaşları gibi sarılıp yücelttikleri büyük botanikçi, taksonominin babası sayılan Carl von Linné/ Carl Linneaus (1707-1778)’ un gösterdiği yoldan yürüyen Hollandalılar burayı cennet olarak kabul etmişlerdir.

Cap Town’a gidenlerin ilk ziyaret edecekleri yerlerden bir tanesi de Table Mountain’ dir. Buradaki Milli Botanik Parkı’nı yapanlar, düzenleyenler de onlardır. Bu parkta her ülkeden bir bitki vardır. Türkiye’den de endemik bir bitki var. Karşıma çok tatlı bir rastlantı sonucu çıkıverdi. Adı da Sevgi Çiçeği… Maalesef Türkiye’de bilen yok. Soyu da tükenmek üzeredir.
Bu ülkede dünyanın en güzel şaraplarından bazıları üretilmektedir. Hollanda sömürgecilikte elde ettiği sermaye birikiminden başka bilgi birikimi ile de bu gün dünyada hatırı sayılır bir tarımsal dış satım geliri elde ediyorsa nedenlerini öğrenmek için anlatacağımız Boerlere kadar gitmemiz gerekmektedir.

Felemenkler buraya ilk olarak 1652’de gelmeye başladılar. Güney Hint Adaları Şirketi tarafından gönderilen koyu Kalvinci Protestan yerleşimciler, yörede Hotantolar ve Boşimanlara karşı savaşarak onları kovdular. Zamanla Hollanda’dan başka yeni yerleşimciler de geldiler. Hollandalılar burada tarım işleri ile uğraşıyorlardı. Bu nedenle onlara Boer/ Buğr /çiftçiler deniyordu. Boerler sonraki sömürgecilerden biraz daha farklı olarak bu toprakları kendi ülkeleri gibi görmeye başlamışlardır. Öyle ki; burada yeni bir dil, Afrikaans oluşturdular. Bir Felemenk lehçesi olan bu dile Felemenkçe Afrikaander/ Afrikaner (Afrikalı) adı verdiler. Giderek bu dille konuşan halklara Boerler adı verildi.

  1. Yüzyıl sonlarına doğru bölgeye Fransızlar ve Almanlar da gelmeye başlamış. Boerlerin dilleri de önemli değişikliklere uğramış. Din de benzer değişiklikler geçirmiştir.

1707’de Afrikanerler Hollanda hükûmetinden bağımsızlık istediler. Resmen bir devlet kurulmamış olsa bile Güney bölgesi bağımsız bir yönetime kavuşmuş oldu. Güney Afrika, zencileri köle olarak kullanan zengin muhafazakâr Protestan beyaz çiftçilerin güç sahibi olduğu bir ülke hâline geldi.

  1. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak Hint Okyanusu’nda artan Britanyalı etkisi burayı da içine almaya başladı. 1815’te Viyana Kongresiyle birlikte İngiltere, bölgedeki gücünü daha da artırdı. 19. yüzyıl boyunca süren bir dizi savaş sonucu, Britanyalılar, Boerleri Güney Afrika’nın içlerine doğru kovdular. Bu göç sonucu Boer nüfusu, ülkenin Orange ve Transvaal yörelerinde yoğunlaştı. Johannesburg ve Natal bölgelirinde daha azdılar. Adını bir İngiliz generalinden aman ve şimdi bir ulusal park olan Kruger bölgesi ise İngilizlerin egemenliğindeydi.

Kara Kıta’nın en güney ucunda Boerler olarak adlandırılan Felemenk asıllı beyaz yerleşikler ile diğer sömürgeci İngilizler arasında kıyasıya bir egemenlik savaşı başladı. İşte bu savaşların adı 1. ve II. Boer Savaşlarıdır. İlki 1880’den 1881’e, ikincisi ise 11 Ekim 1899’dan 31 Mayıs 1902’ye kadar sürdü.

Konuyu uzatmamak için I. Savaşı atlayalım. II. Boers savaşları, 1899 yılında Boer birliklerinin İngiliz ültimatomunu yok sayarak atağa geçmesiyle başladı. Anglo-Boers Savaşı 1902 yılına kadar 2,5 yıl sürdü

Boer birlikleri 12 Ekim tarihinde 5000 kişilik bir kuvvetle İngiliz mülklerinin sınırını geçti. Mafeking şehrini kuşattı. İngiliz garnizonu sadece 1250 kişiden ve düzensiz birliklerden oluşuyordu

İşte savaşın bu aşamasında ilk kez “kale” komutanı Mafeking / Mahikeng kentinde Albay Robert Stephenson Smith Baden-Powell (1857-1941) sahneye çıkıyor.  12-14 yaş arası erkeklerden bir genç izciler müfrezesi oluşturuyor.  Gençlerden ve çocuklardan oluşan “BP çocukları” hiç de çocuk gibi davranmıyorlar, büyük işler yapıyorlar. Örgütlü bir disiplin içinde keşif ve gözetlemeler yapıyorlar, mektup getirip götürüyorlar.

Savaşın ayrıntılarına kazananına, kaybedenine ilişkin bilgileri merak eden geniş kaynaklardan okuyabilir. Transvaal eyaletinin başkenti olan Pretoria’ya gitmiş olanlar Başkanlık Sarayına bağlı daire biçimindeki anıtın içyüzünde bulunan geniş panodu savaşların kabartmalarını görebilirler.

Baden-Pavell’e gençlerden oluşan bu küçük birliklerin başarısı esin kaynağı oluyor.

1903 yılında İngiltere’ye döndüğünde ülkesinde sömürgelerde bıraktığı gençlerden çok farklı bir gençlik bulur. Rahat ve kolaylık herkesi uyuşturmuştur. Bazıları tam anlamıyla başıboşluğun ve zararlı alışkanlıkların elinde tutsaktırlar. Tembel ve zayıf bir durumadırlar.
B.P. her ulusun geleceğinin güvencesini oluşturan gençliğin kişiliklerini ortaya çıkarmak, doğaya ve topluma bakış açılarını genişletmek düşünme yeteneklerini geliştirmek için çalışmalara başlar.

Şimdi kısa kısa, satırbaşları ile dünyada ve Türkiye’de izciliğin tarihine bakalım.

1907 Brownsea adasında 24 çocukla ilk bir deneme kampı yapıldı. Katılımcı çocuklara “Boys Scout” yani ( Erkek İzci ) adı verildi.
1910 İngiltere’de izci sayısı 10.000’i geçti. Kız İzcileri ve Deniz İzcileri için daha sonra da hava izciliği için örgütler kuruldu.
Emekli olan BP’ye İngiltere Kralı VII. Edward tarafından “şövalye” nişanı verildi.
1913 Yavrukurtluk örgütü kuruldu.
1920 İlk Dünya İzcilik Jamborre’si ( Eğlence Amaçlı İzciler Topluluğu) Londra’da yapıldı.
Dünya İzcilik Örgütü kuruldu. Başkanlığına Baden Powell getirildi.
1919 Lider eğitimi amacıyla “Gilwel Park” açıldı.
1941 yılında BP öldü.

Türkiye de bu konuya ilgisiz kalmamıştır. İzciliğin ilk uygulayıcıları arasında 1912 yılında Galatasaray Lisesi Beden Eğitimi öğretmenleri Ahmet ve Abdurrahman Robenson kardeşler geliyor. Daha çok, keşif ve gözlemler konusunda eğitimler vermişler. Daha sonraki yıl İstanbul Lisesi ve Darüşafaka Lisesinde sistemli çalışmalar yapılmış. İlk kurs 1914 yılında açılmış. Aynı yıl Kilyos’ ta bir izci kampı kurulmuş.
1914 İstanbul-Kâğıthane sırtlarında ilk “Oymakbaşı Kursu” açılır ve 16 oymakbaşı başarılı olur. 1920 yılına gelindiğinde artık İstanbul’da birçok izci oymakları vardır.

Çanakkale Savaşında izcilerin de cepheye gitmesiyle izcilik çalışmaları duraksadı. Birçok izci Çanakkale Savaşında ülkemizi üniformalarıyla savundu.
İzciler İstiklâl Savaşında beş bin kişilik izci alayıyla yer almışlar ve kendilerine bir de sancak verilmiş.
1922 yılında Mustafa Kemal İzcilerin Başbuğu unvanını kabul etti. Ve o günden günümüze, izcilerin Başbuğu olarak anılmaktadır.

Cumhuriyetin kuruluşu ile izcilik daha da hız kazanır.
1926 Milli Eğitim Bakanlığınca okullarda izci oymaklarının kurulması istenir.
1927 Ankara’da yapılan Cumhuriyet Bayramı kutlama törenlerine Türkiye İzcileri de katılırlar.
1950 Türkiye İzcileri, Dünya İzcilik Birliği üyeliğine kabul edilir.
1955 Ankara’da İzciler Birliği Derneği kurulur.
1968 yılında bir izci yönetmeliği düzenlenir.
1972 Türkiye Kız İzcileri, Dünya Kız İzcilik Teşkilatına kabul edilir.
1991 Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü bünyesinde “İzcilik Federasyonu” kurulur. 2006 Türkiye İzcilik Federasyonu özerk,
2014 yılında da bağımsız bir federasyon haline gelir.

İzcilik ile yukarıda da belirtildiği gibi gençlerin okul yaşlarından başlayarak doğada ve toplum içinde canlı ve cansız her şeye ve herkese karşı saygılı, özgür ve adil bir yaşamı ortaklaşmaya ant içmiş gençler olarak yetiştirilmeleri amaçlamaktadır. Bu gençlerin doğadaki olaylardan, insan ilişkilerinden en olumlu dersleri almaları, onların bilgi ve görgülerinin, becerilerinin artırılması istemektedir. Gençler arasında dostluk, kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma duygularının geliştirilmesi için çaba harcanmaktadır.

İzci örgütlenmelerinde belli bir disiplin içinde ekip ruhu geliştirilir. Önce gelen sonra gelene kardeşi gibi sonra gelen de öncekilere abi, abla gibi davranırlar. Oymakbaşı yönetici olarak belli bir sorumluluk üstlenir. Aralarında özel bir selamlaşma vardır. Kıyafetleri tek tiptir. Yemek yapmaktan temizliğe kadar birçok işi birlikte yaparlar.

Gençlerin özellikle bilgisayar çağında bir ekran karşısında ve sanal bir ortamda doğadan ve toplumdan soyutlanmasıyla ortaya çıkan sorunlar karşısında izciliğin önemi daha da artmaktadır.

Gençlerimizin beden ve ruh sağlıklarını daha üst bir düzeye çıkarmak için unutulmaya yüz tutmuş olan izciliği yeniden canlandıralım.

İzlemek eyleminden, izci kavramından kalktık Boerler Savaşına kadar uzun sayılabilecek bir gezinti yaptık. Umarım 140 karakterlik bir kafese bizi kapatmak isteyenlere karşın bunları okurken sıkılmamışsınızdır.

Yazıyı izci selamı ile bitirelim. Bilindiği gibi izci selamında başparmak ile serçe parmak birleşik diğer üç parmak serbest ve dik durumdadır.
Bu parmakların izcilikteki anlamları: Orta parmak izci töresini, işaret parmağı vatanı, ülkeyi, başparmak büyüklerin küçükleri sevmesini, yüzük parmağı başkalarına her yerde ve her zaman yardımcı olmayı, serçe parmak da küçüklerin büyüklere saygılı olmalarını temsil etmektedir.
Saygılarımla…

16.12.2023
Ali Can Polat 

 

 

 

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.