HALKIMIZIN KAVRAM İCADI

 

 

HALKIMIZIN KAVRAM İCADI

 

Canlılar topluluk halinde yaşamalarıyla birlikte iletişim, varlıklarını ve gelişimlerini sürdürebilmek için gerekli ve zorunlu bir ihtiyaç olmaya başlamıştır. İletişimin çok farklı yol ve yöntemleri bulunmaktadır. Bunların en gelişmişi ise dil ile yapılan iletişimlerdir. Dille yapılan iletişim konuşma ve dinlemeyle gerçekleşir. Dil yalnızca anlık bir duygu ve veya düşüncenin iletilmesinden ibaret değildir. Dil aynı zamanda toplumsal bir bellek başka bir anlatımla o topluluğun kültürüdür. Bir toplulukta insanların duygu ve düşüncelerini yükledikleri sözcükler, kavramlar ve terimler çoğalıyorsa o topluluğun kültürü de gelişiyor demektir.

Bu girişten sonra size bir anımı ve buna bağlı olarak da kavramların bir gereksinimi karşılamak için nasıl icat (!) edildiklerini anlatmaya çalışacağım.

Eskiden, eskiden dedimse benim orta öğrenim yıllarımdan bir anı. Ben ilk ve ortaokulu Samsun’un Vezirköprü ilçesinde okudum. Bundan sonra da öğrenimime Ankara’da devam ettim. Vezirköprü’deki yıllarımda da kahvehane kültürü ile pek aram yoktu. Özellikle yaz tatillerinde kent kütüphanesine gider raflardan gözüme kestirdiğim kitapları çeker çeker okurdum. Kütüphanenin uzun, zayıf ve yaşlı görevlisi beni çok sevmişti. Gölcoğun (Gülcük’ lü) Sait olarak tanınan bu amca kayıt kuyut aramaksızın kucağıma taşıyabileceğim kadar kitap yükler, haydi bunları evine götür, oku gel, sana yenilerini vereyim derdi. Ben büyük bir hazineye kavuşmuşum gibi sevinirdim. O tarihlerde kasabada elektrik mazotla çalışan bir jeneratörle sağlanıyordu. Gece belli bir saatten sonra da elektrikler kesiliyordu. Ben bana bu kitapları veren amcaya verdiğim sözü aksatmamak için kitapları gece, idare lambasının ışığıyla okurdum. Bazen de Sait amca ile yıpranmış kitapları onarırdık.

Söylediğim ve anlattığım gibi benim kahvehane kültürüm hiç gelişemedi. Bir iki taş, kâğıt oyununu da çok zorlanarak öğrendim. İşte, yine böyle bir yaz günü arkadaşlarımı görmeye şehir kulübüne gittim. Sigara dumanından göz gözü görmüyordu. Konuşmaların çokluğundan ve Zeki Müren’in “Bir demet yasemen, aşkının tek hatırası…ı” diye başlayan o şarkısının yüksek volümü ile oluşan uğultudan ben öteki konuşulan sözleri hiç duyamıyordum.

Dört arkadaş bir masanın dört yanına oturmuşlardı. Ben de masanın bir köşesine adeta tünedim. Beni görünce başlarını kaldırıp bir merhaba, hoş geldin dediler ama heyecandan olsa gerek yine oyuna daldılar ve beni unuttular. Ben şarkıda sözü geçen yasemene takılmıştım. Neden yasemin değil de yasemen? Kendimce bir yanıt buldum. Yasemen yaseminin İstanbul sosyetesine ait bir söylenişiydi.. Zeki Müren de yasemen dediğine göre belki de doğrusu buydu.

Aradan 5-10 dakika geçti. Arkadaşım Kâmil ne içersin diye sordu. Kahve veya başka bir şey, ne olursa içerim dedim. Kâmil, elini garsona kaldırdı, duyuramadı, bir ıslık çaldı, adam anladı, “ne istiyon” diye seslendi. Kamil siparişleri verdi. Garson ocaktaki görevliye daha yüksek sesle siparişleri saydı.

“İki orta, bir sade, üç çay bir de ondan…..”

Ortasını, sadesini anladım, çay da bildiğimiz bir şeydi ama “ondan” ne demekti, acaba?

Kâmil’in kulağına eğildim, Kamil her şey iyi güzel de şu “ondan” nasıl bir şey diye sordum. Kâmil kocaman bir kahkaha attı, ben bir çam devirdiğimi anlamıştım. Çok utandım, gözümü yere indirdim. Kâmil aman gadaşım (kardeşim) sen de çok cahil kalmışsın dedi.

Kâmil anlattı ve ben de öğrendim. Kahvehanelerde o tarihlere kadar çay, kahve bir de gazoz satılır içilirdi. Gazoz da kasabanın Gazoz’cularının gazozu. İşte o tarihlerde oralet diye yeni bir şey daha çıkmış. Granül halindeki bu şeyden bir çay kaşığı alıp bardağın içine koyuyorsun, üzerine de kaynar su. İstersen şeker de koy, karıştır.

Gel gelelim, Vezirköprü insanı için bunu adını söylemesi zormuş. Oralit, oranet gibi şeyler de söylemişler ama bakmışlar ki; olmuyor. Bu içeceğin adını “ondan” koymuşlar. Ondan aşağı, ondan yukarı…Sonra bu adlandırma tüm kasabaya yayılmış. Oralet deyince ne istiyorsun diye gözüne bakarlar da ondan dediğin anda hemen bir bardak eline tutuşturuverirler. Şimdi Vezirköprü’ de bir kahvehaneye gidin, garsondan ondan isteyin, şıppadak size bir bardak oralet getirecektir.

Oralet demek ki; bu yöre insanının diline, fonetiğine uygun değil. İnsanlar ya bu sözcüğü telaffuz edemiyorlar veya bir iki kez etseler bile unutup gerektiği yerde anımsayıp söyleyemiyorlar. Neydi neydi diye düşünüyorlar. Anadolu halkının çare tükenmez özdeyişinde olduğu gibi pratik zekâsı hemen devreye giriyor “ondan” diye yeni bir sözcük uyduruveriyorlar. Bir kavram işte böylece yaratılmış oluyor.

Bu yöre insanının pratik, yaratıcı zekâsı elbette bununla sınırlı değil. Gazyağı, mazot, benzin derken günlük yaşantıya bir de doğal gaz, propan gazı giriyor. Tüplü ocaklar, tüplü lüks aydınlatma araçları derken ısıtmada da gaz kullanılmaya başlanıyor. Büyük kentlerimizden taşraya da bu yenilikler dalga dalga yayılıyor. Katalitik sobalar bayilerin vitrinlerinde görülmeye başlıyor. Kasaba halkı bu yeni aletin adını ve ne işe yaradığını merakla birbirlerine sorup öğrenmeye çalışıyorlar.

Oralet olayında olduğu gibi bir türlü dilleri katalitik demeye dönmüyor. Ve… katalitik soba bizim Vezirköprü’ de “katolik soba” olup çıkıyor.

Kavramlar bir kültürün dil özelliklerine, fonetiğine uygunluğuna göre benimsenir ve yaygınlaşabilir. Aksi halde o kavram ya tümden reddediliyor, görmezden geliniyor veya değiştiriliyor.

Ali Can Polat

18.01.2022

 

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.