CANCER, CARCINOME, SARCOME, / KANSER, KARSİNOM, SARKOM
Kanser çağımızın bir hastalığıdır ve bilinen hastalıklar içinde en korkutucu olanıdır. Böyle oluşunun en önemli nedenleri genel olarak hastalığın etiyolojisi konusunda kesin ve net bilgilerin bulunamayışı, hastalığın sinsi bir şekilde gelip bir organa yerleşmesi, başlangıcında bir belirti vermemesi, bedenin başka bölgelerine de yayılması (invaziv /metastaz yapması) ve iyileştirilmesi konusunda çok da başarılı olunamayışıdır. Öte yandan kemoterapi ve radyoterapinin uygulama ve sonuçlarının çok ağır ve sonunda bazı komplikasyonlara neden olmasıdır.
Daha önceki yüzyılda veya yüzyıllarda sayı olarak hastalık tanısı konulmuş olan kişi sayısı günümüze oranla daha azdı. CA olayları her geçen gün biraz daha artmaktadır.
CA hastalığı konusunda dünyada ilk veri toplama işi 1728 yılında İngiltere’de başlamış ilerleyen yıllarda başka ülkelerde de istatistik amaçlı çalışmalar yürütülmüştür. Ne yazık ki o günlerden bu yana hastalığa yakalanma olasılığının sürekli bir tırmanış içinde olduğu saptanmaktadır. 1990 yılında 8,1 milyon olan yeni kanser tanısı bu gün için tüm dünyada 25 milyona yükselmiştir. Bu sayının 2040 yılında 40 milyona ulaşılacağı öngörülmektedir.
Hastalığa ilişkin veriler 4 noktada toplanmaktadır. Bunlar klinik kayıtlar, patolojik bulgular, tarama çalışmaları ve kayıt sistemleridir. Bu çalışmalarda güdülen amaç hastalığa yakalanma olasılığı (yani insidans), yakalanan hastaların gerçekleşen ölüm sayıları (yani mortalite) ve gerek insidans ve gerekse mortalite konusunda hesaplanan hız. Kabaca olay sayısının risk altında olanların sayısına bölünmesi ile bulunan sayı bize CA prevalansını vermektedir.
Zaman içinde hastalığın nedenleri de gözlem altına alınmış ve birey ve toplum ölçeğinde önleyici bazı öneriler geliştirilmiştir. Örneğin sigara ile akciğer CA arasında bağ kurulmaktadır. Asbestli boru ile su taşınmasının önlenmesi gibi.
Toplumdaki genel kanıya ve toplanan verilerden elde edilen bilgilere göre kanseri yaratan nedenlerin başında her türden üretim ve tüketim sürecinde doğal yol ve yöntemlerden uzaklaşılmış olması gösterilmektedir.
Bilindiği üzere, örneğin tüberküloza neden olan bir Koch adlı bir basildir. Buna karşın kansere neden olan herhangi bir mikro organizmanın varlığı söz konusu değildir. Kanser canlının organlarından birindeki hücrelerin doğal işlevleri dışında bedene zarar vermesi, bir (malignité= kötü huylu) solid nodül oluşturması ve o organın işlevini yapamaz hale getirmesidir.
Bedende bu tarzda bir nodül oluşması alınan besin maddelerinin içindeki doğal olmayan kimyasallardır. Tarımsal üretim sırasında kullanılan kimyasallar, gübre ve ilaçlar ürünlerin içine yerleşmekte oradan da canlıların beslenme ve sindirim organları aracılığıyla organlarına girerek doku yapısını bozmaktadır.
Genetiği değiştirilmiş (GDO) ürünler ise başla başına bir sorun oluşturmaktadır. Ürünlerin saklanması, taşınması sırasında da aynı şekilde kimyasallar kullanılmaktadır. Sanayide kimyasal maddelerin üretiminde çalışanlar da bu risk ile karşı karşıyadırlar. Bu konularda çok sayıda kaynak vardır.
Sonuç olarak hava, su ve toprak adeta zehirlenmektedir. Bu nedenlerle üretim ve tüketim tarzlarının gözden geçirilmesi ve daha bol ve daha ucuz üretim ve tüketim yerine artık daha sağlıklı bir tarzın mutlaka geliştirilmesi zorunlu olmaktadır.
İzlenecek bu yolun dışında kalan sağlıksız yöntemler yasaklanmalı, bunun için ulusal ve uluslar arası düzlemlerde hukuki düzenlemeler yapılmalı, yasakları çiğneyenler için de caydırıcı yaptırımlar uygulanmalıdır.
Buraya kadar anlatılanlar genel bir bilgi verme amacı taşımakta olup bu konular başta tıp olmak üzere diğer bilim dallarının alanına girmektedirler.
Üzerinde durmak istediğimiz konu bu kavramın etimolojisi ve tarihsel süreci içindeki gelişimidir.
Antik Yunan dünyasının önemli bir bilim insanı olan ve tıbbın babası sayılan Ἱπποκράτης, Hippokrates) (MÖ 460.Kos – MÖ 370.Larisa), yaşadığı dönemde kanser hastalığını incelemiş. Bu incelemeleri sonunda kanser hücrelerinin oluşturduğu yaraların üzerlerinin sert bir kabukla kaplanması ve dokuyu bir yengecin kıskacıyla kavrar gibi sıkıca sarması nedeniyle bu hastalığa Yunanca yengeç (Κάβουρας) anlamına gelecek şekilde (Καρκίνος) karkinos adını vermiş. .
O tarihlerde bir yengecin süt içinde kaynatılarak pişirilmiş bu sütün içilmesinin hastalığı iyileştireceği düşünülmüştür.
Romalı, tıp alanında çalışmalarıyla tanınan bir düşünür olan Aulus Cornelius Celsus de (MÖ 25-MS.50) De Medicina adlı eserinde bu hastalığa Latince yengeç anlamına gelen “cancer” adını koyarak günümüz kullanımındaki son şeklini vermiştir.
Günümüzde özellikle sağlık elemanları sözcüğü kısaltarak, biraz da başkaları duyup da yanlış bir kuşkuya kapılmasın diye “ CA ” şeklinde kullanmaktadırlar. Tüberküloz hastalığını da tbc olarak söylenmektedirler.
Yengeçleri sahilde, kumların üzerinde, kayalıkların arasında dolaşırlarken gördüğümde onların önden arkaya değil de sağdan sola veya soldan sağa hareketlerini seyrederken ne çok severdim. Bunları okuduktan sonra üzüldüm, şirin, sevimli yengeçlere karşı sevgim sarsıldı!
Latince cancer / kanser a) yengeç, b) ur, tümör anlamlarına gelmektedir. Latince sözcüğün kökeninin arkaik dilde yazılı bir örneği bulunmuyor carcr-os “yengeç” sözcüğünden alıntı olduğu kabul ediliyor. Hintavrupa dilinde yazılı örneği yok kar-kr-o- “sert kabuklu” biçiminden türetilmiştir.
Batı dillerinde yengeç karşılığı kullanılan crabe veya bokböceği karşılığı kullanılan scarabée sözcüklerinin de bu adlarını üzerlerini örten sert kabuktan aldığını söyleyebiliriz.
Karsinom ve sarkom sözcükleri de aynı kökten türetilmişlerdir.
Carcinome karsinom veya karsinoma, Eski Yunancadaki καρκίνωμα/ karkínoma tıpta, epitel veya bezsel dokularda oluşan herhangi bir kanser, habis tümöral kütleye verilen isimdir. Tanıma göre karsinomlar etraftaki doku ve organları işgal eder ve lenf düğümlerine ve distal (merkezden uzak) noktalara yayılabilir (metastaz).
Sarcome/Sarkom, Eski Yunancadaki σάρκωμα (sarkōma) bağ dokusundan kaynaklanan ve nadir görülen bir kanser türüdür. Bağ dokusu, vücuttaki dokuları birbirine bağlayan ve destekleyen bir sistemdir. Sarkomlar, kemiklerde, kaslarda, tendonlarda, sinirlerde, kıkırdakta, yağ dokusunda veya kan damarlarında meydana gelebilir. Yetmişten fazla sarkom tipi vardır.
Anlatmaya çalıştığımız bu kavramların kök ve kökenlerini doğru olarak bilmenin çevremizdeki şeyleri ve olayları daha rahat ve daha doğru bir şekilde tanımlamaya ve onlar ile ilgili olarak yapılması gereken şeylerin de aynı şekilde doğru olarak belirlemeye yararlı olacağını düşünmekteyim.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi çağımızın baş belası olan kanser karşısında bir cancérophobie / korku psikolojisi ile oyalanıp zamanı boşa harcamak, sorunları daha da zorlaştırmak yerine önce erken tanı /diagnostic précoce olanaklarını kullanmak çok önemli olmaktadır. Daha sonra hekimin çizeceği tedavi programını doğru anlayıp hekimle sağlıklı bir iletişim içinde doğru uygulamak gerekmektedir.
Çağımızda tıp da teknoloji de hastalıkların tanısı ve tedavisi konusunda bizlere umut veren yenilikler getirmektedir.
Beden ve ruh sağlığımızı ve varlığımızı tehdit eden risklere, çeşitli hastalıklara karşı başarılı olabilmenin, sağlığımıza yeniden kavuşabilmenin ilk koşulu o tehdidin, riskin ne olduğunu ve boyutlarını doğru saptamakla başlamaktadır. Bu da öncelikle sözü edilen kavram ve terimlerin ne olduğunu bilmekle olasıdır. Ancak değişik kaynaklardan elde ettiğimiz bu bilgileri konunun uzmanı olan kişilerin, hekimlerin bilgi ve denetimleri dışında uygulamaya kalkışmak bazı durumlarda daha da kötü sonuçlara neden olabileceğini akıldan çıkartmamak gerekmektedir.
Mısır’ın Thebes veya Teb kentinde doğan ve adı bu kentin adı ile anılan tıp mesleği bu güne kadar nice hastalıkların, salgınların üstesinden gelmeyi başardı. Yarın kanser ve benzeri hastalıkları da yenecektir. Belki kızamık gibi, tüberküloz gibi aşısı da bulunacaktır. Öyle bir durumda bu hastalıklar insanların gündeminde alt sıralara düşecektir.
Ancak kanserden korunmak kadar benzer, benzemez başka yeni hastalıkların ortaya çıkmaması için ve adil bir yaşam ilkesi içinde günümüz ve geleceğimiz için doğamızı, doğamızda bulunan canlı cansız her şeyi, tüm kaynakları akıllıca kullanmak zorunluluğunu asla unutmamalıyız. Bu yer, gök ve denizin yalnız bize ait olmadığını bizim dışımızdaki her canlı ya da cansız tüm varlıkların bu doğal dengenin sürdürülmesinde hak sahibi olduklarını kabul edelim. Sanıldığının aksine biz bu dünyanın sahibi, efendisi değil sadece bu bütünün bir parçasıyız. Ya bu gerçeği kabul edecek veya aklımızın (!) hırs, kibir ve yıkıcı bencilliğimizin bize getireceği acı gerçekler içinde yok olup gideceğiz.
İnsanlığın dünyamızda bozulan doğal ve beşeri dengeyi yeniden kuracağı umuduyla…
Saygılar sunarım.
28.06.2024
Ali Can Polat