CADI-ENGİZİSYON / CADILAR GÜNÜ/AZİZLER GÜNÜ/ CADALOZ

 

CADI-ENGİZİSYON / CADILAR GÜNÜ/AZİZLER GÜNÜ/ CADALOZ

 TDK dijital sözlüğüne göre cadı sözcüğü dilimize Farsça cādū  sözcüğünden alınmadır. 1) Geceleri dolaşarak insanlara kötülük ettiğine inanılan hortlak, 2) Kötülük yaparak başkalarına zarar veren kadın ve 3) Çok güzel göz anlamlarına geliyor. Ayrıca TDK 1966 basımı sözlüğünde bunlara uzun tırnaklı kadın ifadelerinin de eklenmiş olduğunu görüyoruz.

Kubbealtı dijital sözlüğüne göre de bu sözcük dilimize yine Farsça cādū sözcüğünden alınmıştır. Anlamı: 1) Geceleri mezardan çıkıp dolaşarak insanlara kötülük yaptığına inanılan ve kocakarı şeklinde tasavvur edilen hayalî varlık, hortlak, cadı, 2. Büyücü, 3.Çirkin, aksi ve kötü huylu yaşlı kadın olarak açıklanmaktadır.

Ferit Develioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat’ ına göre (s.137): 1) Büyücü, 2) Gulyabani, hortlak, karakoncolos, vampir 3) Çirkin, kocakarı, acuze 4) Çok güzel göz anlamları taşımaktadır.

Meydan Larousse (s.2/724) sözcüğün kökenini ve anlamını benzer şekillerde anlattıktan başka cadının görünüşünü de tanımlamaktadır. Buna göre cadı saçı başı dağınık, tırnakları uzun ve pis bir kadındır.

Bu görüntüde olanlara halk içinde cadı gibi dolaşıyor denir.

Dedikodu ve yalan haberlerle toplumda kargaşa ortamı yaratmaya da cadı kazanını kaynatmak denmektedir.

Cadısüpürgesi ya da uçan süpürge, botanikteki anlamının dışında Avrupa mitolojisinde var olan daha sonra dünyaya yayılan ve cadıların üzerine binerek uçtuklarına inanılan, otlardan yapılmış, tahta saplı bir süpürgedir.
Avrupalı inanışa göre cadılar süpürge, kürek veya yaba gibi şeylerin üzerlerine elleriyle sihirli bir yağ sürüp bu nesnelerin uçmasını sağlarlarmış. Elbette cadılar ata biner gibi bu süpürge veya benzeri bir nesneye biniyormuş gibi yaparak çok uzak yerlere uçarak giderlermiş.
Cadının uçmak için kullandığı özel merhem veya yağın bileşimi insanın hayal gücünü zorlamaktadır. Vaftiz edilmemiş bebek yağı, yarasa kanı, bıldırcın otu, atropa belladonna (güzelavrat otu). Cadının üzerine biniyormuş gibi yaptığı süpürgenin sapı da erkek cinsel organı ile özdeşleştiriyormuş.

Cadı inancı tarih öncesine, M.Ö. 30.000 yıl öncelerine kadar gidiyor. O tarihlerden kalma mağara resimlerinde boynuzlu bir yaratık, arkeolog ve antropologlarca cadı olarak nitelendirilmiştir. Geniş bir coğrafyaya yayılmış bu pagan inanışlar Hristiyanlıktan sonra da silinmemiştir. Halen birçok Avrupa ülkesinde plastik sanat koleksiyonlarında bu resim ve heykellere rastlanmaktadır.

İncil’ de de cadılardan söz edilmektedir. İsrail kralı Saul de M.Ö. 10 tarihinde kendisinin bir savaşta öleceğini iddia eden Endora’nın sözleri nedeniyle cadılığı yasaklamış. Burada söz konusu edilen cadılar, geleceği görme yetisi bulunduğuna inanılan, bilici, kâhin kadınlardır.

Antik Yunan mitolojisinde de cadı-biliciler var. Onlardan biri de Medea’ dır. Bazı otları, bitkileri birbirine karıştırarak şifacılık yaptığı bilinir.

Hekate, büyücülerin tanrıçasıdır. Hakkındaki bilgiler hala tartışılan Hekate yol ağızlarının, kapıların, gecenin, büyünün, cadılığın ve hayaletlerin tanrıçasıdır.
Horatius, Satirae adlı eserinde bu cadıların mezarlıklarda buluştuklarını ve birçok gizemli işler yaptıklarını anlamaktadır.

Hristiyanlık inancı ile cadılık bağdaşmaz ancak bu hayal ürünü söylenceler halk arasında, köy köy kulaktan kulağa yayılmıştır. Örneğin Kuzey İtalya’daki bir söylenceye göre cadılar insanlara peynir yedirerek onları hayvan kılığına sokuyorlarmış.
Cadıların küçük çocukları kaçırıp onları öldürerek cesetlerini yediklerine, kişilerin balmumundan resim veya heykellerini yakarak onları öldürebildiklerine, çeşitli büyüler yaptıklarına, bazıları ile cinsel ilişkiye girerek onları da cadılaştırdıklarına ilişkin söylenceler bulunmaktadır.  Vampirlerin başka birini ısırarak onları vampirleştirmeleri gibi…

İnanışa göre haftanın bir gününün gecesinde cadılar bir mezarlıkta toplanmakta orada insan ve hayvan cesetleri, zehirli otlar ve kendilerince uygun gördükleri eşyaları kullanarak büyüler yaparlarmış. Bu sapkın düşüncelerle birlikte tanrıya eş güçleri olan satanist bir inanç da böylece gelişiyormuş.

Bu korku dolu dedikodular XIV. yüzyılda çok yayılmış, cadıların içlerine cin, şeytan girdiği ve onlardan kurtulmanın yolunun onları diri diri yakmak olduğu görüşü doğmuştur.

Filozof, rahip, doğa bilgini ve gökbilimci, Rönesans felsefesini biçimlendiren filozofların en önemlilerinden biri olan şair Giordano Bruno (1548-1600) çoğu cadıların ruhsal dengelerinin bozuk, yaşlı kadınlar olduğunu öne sürmüştür. Yargılanmaması gerektiğini söylemişti. Ne var ki;  kutsal Engizisyon Hristiyanlığa aykırı düşünceleri, cadılar hakkındaki görüşleri nedeniyle onu da dinden çıkmış, dinsiz bir sapkın olmakla suçlamıştır. Papa VIII. Clement de cezasını onamıştır. 17.02.1600 tarihinde önce başı tıraş edilmiş sonra da yakılarak öldürülmüştür.
Daha sonra, İtalyanlar, Bruno’ nun Roma’da yakıldığı Campo de Fiori meydanına bir heykelini dikmişlerdir.
Engizisyon fırtınası dindikten sonra Sapienza Üniversitesi Kiliseyi lanetlemiş ve hiçbir papa veya papaz resmi görevle üniversiteye sokulmamıştır.

Litvanya’da gördüğümüz Raganu Kalnas=Cadılar Tepesi bize görselliği açısından çok ilginç gelmişti. Litvanya’da, Juodkrantė yakınlarında, yaklaşık 500 dönümlük ormanlık bir alanda açık hava heykel galerisinde gördüğümüz ahşap heykeller de troll kültürü ile yapılmıştır.
Ayrıca bu bölgede Cadılar Tepesine yakın Kuron Lagün’ü bulunmaktadır. Bu Lagünün oluşma çekli de birçok mistik söylenceyi, miti içinde barındırmaktadır.

Köknar ve çam ağaçlarının baskın olduğu ormanlık alan içinde onlarca dans eden ağaç, heykel görüntüsü vermekte ve bugün gezip görenleri hayrete düşürmektedir.

Bütün bunlar doğa ve toplum ilişkilerinde insanın öğrenmek ve bu yolla meraklarını gidermek için verdiği uğraşlar içinde karşılaştıkları olumsuz durumları ifade etmektedirler. Bu trolller bizim rüyalarımızda gördüğümüz, yaşadığımız kâbuslardaki, bizi korkutan o hayali kahramanların adeta cisimleşmiş halleridir.
Cadı ve folklorik anlamda troll’ün insanların korkuları kadar bu korkulara karşı bir savunma aracı olarak tepkilerini de göstermektedir.

Aslında cadı ve trol kavramları psikolojinin önemli konularından birisidir. Ancak sosyolojik açıdan bir gerçek olay haline dönüştürülen bu kavramlar toplumda birçok olumsuzlukların nedeni sayılmaktadır.

Avrupa’yı daha doğrusu Papa hazretlerini ve papazları yani kiliseyi saran korku giderek her tarafta bir Cadı Avı ( venefica venari ) başlatmıştır. Kuzey Avrupa folklor tarihinde de troll avı önemli bir yer tutmaktadır. Katolik Avrupa’da kiliselerin görevlendirdikleri insanlar tarafından yakalanan kadınlar engizisyon mahkemelerinde yargılamışlardır.
Yakalayıp tutukladıkları bu kadınların bedenlerinde doğuştan bir leke veya benzer bir belirti görüyorlarsa cadı olma olasılığının yüksek olduğu düşünülürdü.

Aslında cadı diye bir şey yoktu. Ortada bir korku vardı. Bu korkuların en büyüğü kilisenin ‘beka’ korkusu idi. Yananlar, yakılanlar, suda boğulanlar da cadı değil kadınlardı.

Güzel, kültürlü ve akıllı kadınlar, bitkiler hakkında bilgi sahibi olduklarından bitkilerden ilaç yapabildiklerinden veya uzun, siyah ya da kızıl saçlı olduklarından dolayı mahkûm edildiler. Onların doğa güçleriyle bağ kurduklarına inanırlardı. Cadı olarak damgaladıkları kadınların bu güçlerini şeytandan ve cinlerden aldıklarına ve ilahi düzeni yıkmak için kullandıklarına inandıklarından büyük bir korkuya kapılırlardı.

Papalığın sınırsız baskısına boyun eğmemiş bu kadınların dans etmeleri ya da kilise dışında kendi başlarına buyruk şarkı söylemeleri lanetlenmişti. Mutlu görünen, bağımsız, özgür ve güçlü kadınlar kutsal Engizisyonunun hışmına uğradılar.

Cadı dedikleri kadınları bir sınavdan geçiriyorlardı. Suya atıyorlardı. Eğer batmazlarsa vaftizlerini inkâr ettikleri için suyun da onları istemediği sonucuna varılıyordu. Yüzmeye devam ediyorlarsa suçludurlar düşüncesiyle yakılmaları gerektiğine karar veriliyordu. Batarsa ve boğulursa masum olduğu ilan ediliyor ve ruhu cennete girmiş sayılıyor, dosya da böylece kapatılmış oluyordu. Boğularak ölen veya yakılanların mallarına kilisece el konuluyordu.
Birçoğu, binlerce metrelik uçurumlardan aşağı atıldılar ya da yerin en derinlerinde deliklerde ölüme terk edildiler.

Bu cadılar niçin hep kadındır, niçin erkeklerden cadı olmuyor diye sorulabilir.
Havva yüzünden cennetten kovulan Âdem’in mağduriyetine vurgu yapan üç semavi din, Havva’ya bir ‘suçlu’ rolü biçiyor. Oysa Hristiyanlarda kadın tanrı doğuran anadır.
Hristiyanlık’ da Âdem’in ilk karısı Lilith, hastalıklara, fırtınalara ve doğum sıkıntılarına neden olan bir şeytan olarak düşünülmektedir. Hristiyanlaşan Roma, Pagan inançlarından gelen tanrıça ve kadın rolünü silmeye uğraşıyordu.

Pagan tapınakları kiliselere çevrildi.  Oradaki rahibelere ‘tapınak fahişeleri’ denmeye ve giderek bunlar aşağılanmaya ve öldürülmeye başlandı. XI. yüzyıla kadar çingene, rahibe, şifacı, ev kadını, ebe, hasta bakıcı, dul, yaşlı binlerce kadın öldürüldü.
Ortaçağ’da, Katolik Avrupa’da cadılıkla suçlanan kadınlar, antik dönemin cadılarının güçlü, gösterişli ve çekici görünümlerinin tersine yaşlı ve çirkin olarak tanımlanmaktadırlar. Daha erken tarihlerde Roma’da Bakus törenlerine katılan kadınların, lezbiyenlikle ve zina yapmakla suçlanarak, topluca öldürüldükleri bilinmektedir. Avrupa’da büyücüleri yakma olayları III. yüzyılda başlamış, kilisenin kâhinlik ve büyücülüğü yasaklaması ise cadı düşmanlığını başlatmıştır. Roma İmparatorluğu’nun Hıristiyanlığı kabul etmesiyle birlikte V. yüzyılda cadı avcılığı da hız kazanmıştır.
Papalık eski Pagan düşüncelere karşı açık bir savaş açmıştı. Kendi gücünü pekiştirmek için Bogomilcilik, Katharizm, Maniheizm gibi inançlar heretik, sapkın davranışlar olarak düşünülüyordu. Bu tarzdaki hazcı ve kadın erkek eşitliğini savunan ve yaşayan gruplar onlar için tehlikeli sayılıyordu.

1489’da Papa’nın emriyle ‘Cadı Çekici’ isimli bir kitap yazılıyor ve bu kitapta büyücülüğün sadece kadınlara ait bir sapkınlık ve suç olduğu ilan ediliyor. Buna sebep olarak da kadınların, erkeklerden daha çok melankoliye ve kötülüğe eğilimli olduğu söyleniyor. Kitap da ‘kadının çok olduğu yerde cadı çok olur’ gibi sözler geçiyor. Orta Çağda baş gösteren Vebanın bile sorumlusu olarak kadınlar gösteriliyor. Protestanlığın kurucusu Luther’in olduğu söylenen bir söz var: ‘Cadılar şeytanın metresleridir.’
Daha başka nedenler de vardır ama şu soruyu da sormak gerektiği kanısındayım. “Cadı” ve Engizisyon Katolik dünyadan çıktı. Erasmus’u ve Umberto Eco’ yu okuduktan sonra acaba diyorum, Katolik papazların evlenme yasağı olmasaydı farklı bir sonuç olabilir miydi?

Katoliklerin bu çılgınlığına Protestanlar da uydu. Engizisyon mahkemeleri yıllarca ölüm kustu. Suçlanıp öldürülenlerin sayısı milyonları aştı.

Sevan Nişanyan Sözlerin Soyağacı’ nda (s.88) ‘de sözcüğün aslının Farsça cadu, caduğ, Avesta’da ve Sanskritçede yatu olduğunu ve büyücü bir tür kötü ruh ve cin anlamlarına geldiğini açıklamaktadır.

Cadı Farsça cādū جادو  sözcüğünden dilimize girmiştir. Zaman içinde Farsçada cādūk şeklini almıştır. Avesta (Zend) dilinde yātu- cadı, büyücü sözcüğü ile eş kökenlidir.  Avestaca, Sanskritçe “ yātú यातु  ” sözcüğü 1. yolcu, 2. büyücü, bir tür kötü ruh, cin” sözcüğüyle aynı kökten gelmektedir.

Şemseddin Sami’nin Kâmûs-ı Türkî’ sinde (s.365) Farsça aslı cadu olan sözcük için âvamı itikâd-ı cahilanesince gûyâ mezardan çıkıp bir suret-i mahûfede (korku veren tehlikeli) ve cin gibi gezen hayal, vampir, kara koncolos, bed-hûy (kötü huylu) ve bed lika(çirkin yüzlü) kocakarı acuze açıklamaları yapılmıştır.

Fransızcada cadı sözcüğünün karşılığı olan sözcük sorcière ‘dir. Büyücü anlamına gelmektedir. İngilizcede cadı karşılığı witcher olup wicca da aynı kökten türemişlerdir.

Avrupa ve ABD’de her yıl 31 Ekim’de, insanlar korkunç kostümler giyerek ve bal kabakları alarak veya çeşitli dekorasyonlar hazırlayarak Cadılar Bayramı’nı kutluyorlar.
Balkabağı yazın sona erişini,  kışın ve dolayısıyla uzun karanlık gecelerin başlangıcını anımsatıyor. İçinin oyulması, oyuğun içine mum konulup aydınlatılması bize insanların bilinçlerinin dışında genlerine kazınmış Pagan dünya anılarının gizemli çağrışımlarını göstermektedir

 

Pek çok Avrupa uygarlığının geçmişi Keltler zamanındaki Pagan inanışlara dayanmaktadır. Pagan kutlamalarından birinin adı Samhain veya bir başka bir adla Ölülerin Bayramı’dır.  Genel kabul gören düşünce budur. Bu gün İngilizcedeki yaz ayının karşılığı olan sözcük de summer’dir. Samhain ve summer arasında fonotik yakınlıktan öte bir köken birliği bulunmaktadır.

21 Eylül, sonbahar ekinoksu ile kış gündönümü arasında yapılan bu kutlamalar, hasat mevsiminin sona erişini ve kış mevsiminin başladığını bundan sonra da artık yılın ‘karanlık yarısını’ nın geldiğini simgeliyordu.

Samhain sözcüğünün Galler dilindeki anlamı yazın ve aynı zamanda yılın sonudur.

Keltler, kutlamanın yapıldığı bu günde hayaletlerin dünyaya geri döndüğüne inanıyorlarmış. Ölüm ile yaşam arasındaki duvar inceliyormuş, bu duvardan ölüler o gece dünyaya geliyorlarmış.

Gelen kötü ruhları ve hayalleri, hayaletleri kovmak ve uzaklaştırabilmek için Keltler hayvan kurban ederlermiş. O gün büyük şölen ateşleri yakıp hayvan derisinden özel giysiler giyerek dans ederlermiş.

Bu şölenlerin amacının en başta hasadın koruması ve bir savunma aracı olarak sofrada iyi ruhlara yer açılması olduğu kabul ediliyor. Başka bir anlatımla toplumda bir iyimserlik havası yaratılmak isteniyor. Bu konularda daha çok bilgi edinmek isteniyorsa Prof. Dr. Sedat Veyis Örnek’in İlkellerde Din, Büyü, Sanat, Efsane adlı eserine ve Mircea Eliade’nin 4 ciltlik Dinler Tarihi kitaplarına bakılabilir.

Burcu Tekin de Ortaçağ İspanyasında Büyü, Büyücülük konulu Doktora Tezinde bize çok değerli bilgiler vermektedir.

Papa 3. Gregory, 8. Yüzyılda (835 yılı civarında) Samhain gününden bir gün sonraki yani 1 Kasım gününü bilinen ve bilinmeyen tüm Hristiyan azizlerini ve şehitlerini anma günü olarak ilan etmiştir. Papa 4. Gregory bunu dünya çapında bir festival haline getirerek daha ileri gitmiştir. Yirminci yüzyılda, Papa X. Pius,  Azizler Günü’nü sekiz Hıristiyan bayramı listesine eklemiştir. Aynı zamanda bu günün resmi tatil haline gelmesine neden olmuştur.
Fransız devrimi sırasında bu dini gün anlamsız bulunup yasaklanmıştır. Daha sonra Napoleon Bonaparte, imparatorluğu döneminde, 1805’ te bu yasağı kaldırmıştır.

Bilindiği gibi kökleri pagan dünyaya dayanan inançlar, gelenek ve adetler bir din, örneğin, Hristiyanlık veya Müslümanlık kabul edildi diye hemencecik yok olup gitmiyor. Bunlar ikisi bir arada, birlikte, simbiyotik bir yaşam sürdürüyorlar. Yasaklanmaya kalkışıldığında ise büyük tepkilere neden oluyor.

Bu gerçeği en iyi kavrayanlardan biri de Papa Gregory’ dir. O, Paganlar ile sağlanan barışı korumak istemiştir. Azizler Günü ile Samhain geleneklerini bağdaştırmak, birleştirmek istemiştir.

Aslına bakılırsa kaynağı ve dayanağı ister din olsun veya başka bir şey olsun bu tür anma ve kutlamalar toplumu bir arada tutar, toplumu oluşturan bireyler arasında birlik, beraberlik ve dayanışma duygularını güçlendirirler. Bu da toplumda barış ve huzurun bir güvencesi olur.

Halloween sözcüğünün içinde bir anma, anmaya çağrı ve ağıt anlamları saklıdır. Önce Azizler Yortusu anlamına gelen “Alholowmesse” adı verimiştir. Bu kutlamadan önceki geceye Keltler Samhain gecesi diyordu ve bu gecenin adı daha sonra “All-Hallows Eve” (eve of All Saints’ Day)  (=Tüm Kutsallar/ Azizler Günü Arifesi) olarak değiştirildi ve yıllar geçtikçe Halloween’e dönüştü.

İrlanda’ da 1846 yılında yaşanan patates kıtlığı, çok sayıda İrlandalının Amerika’ya göç etmesine neden oldu. Yeni kıtaya giden İrlandalılar bu geleneklerini oraya da taşıdılar. Böylece Cadılar Bayramı dünyada yayılmaya başladı

Bir de Ölüler Günü var.  İspanyollar ve Latin Amerikalılar kutluyorlar. Ölüleri anmak için yapılan bir festival. Geleneksel olarak 1-2 Kasım tarihlerinde, bazı yerlerde 31 Ekim ve 6 Kasım’da da kutlanıyor.

Ölüler gününün başlangıcının Azteklere dayandığı da bilinmektedir. Batılı papazlar Aztek paganlarından gelen bu geleneği koruyarak Latin Amerika yerlilerinin gönüllerini hoş tutmak amacını taşımaktadır.

Çoğunlukla Birleşik Krallık, Kanada, Amerika Birleşik Devletleri ve İrlanda’da gülünç ve korkunç giysilerle kapı kapı dolaşan ve tehditlerle şeker isteyen çocuklar tarafından kutlanır. Geçmişte insanlar ölü insanların ruhlarının Cadılar Bayramı’nda ortaya çıktığına inanıyorlardı. Pagan kökenleri, antik İngiltere ve İrlanda’da Kelt’lerin yeni yılının başlangıcını kutlamak için kutlanan Kelt Samhain festivaline kadar dayanmaktadır. Anadolu’da şimdilerde azalmış olsa da çocukların kapı kapı dolaşarak para ve yiyecek toplamaları geleneği yağmur duası sonrasında ve bazı kandil günlerinde, yortularda Müslim e gayrimüslimlerde benzar şekiylde maniler okuyarak devam etmektedir.

Komşularının kapılarını çalanlar ürkütücü, korkutucu kıyafetler giyer ve kötü ruhları taklit ederdi. Küçük çocuklar ve gençler mahallede kapı kapı dolaşarak komşulara “trick or treat” yani “şeker mi şaka mı” diye sorarak şeker ve bahşiş toplarlar, onlardan bir şiir veya şarkı karşılığında yemek isterlerdi.

Cadılar Günü veya Halloveen Bayramı zaman içinde seküler bir anlam kazanmaya başlamıştır. Son yıllarda eğlence endüstrisi gerçekten de kontrolü ele geçirdi, Para kazanmak amacıyla dehşet verici dekorasyonlar ve gelenekler yaratıldı. Korku öyküleri ve filmleri kutlamanın bir parçası haline geldi. Normalde korkutucu ve iğrenç olan şeylerin eğlence amaçlı kullanıldığı bir festivale dönüştü. Bu türden şeyler toplumda daha çok öğrenim çağındaki çocukların ve gençlerin ilgisini çekmektedir.

Cadı ve Cadılar Bayramı konusuna klasik müzik dünyası da sessiz kalmamıştır.  Camille Saint-Saëns’ın ürkütücü Macabre Dance’ sı Hayvanlar Karnavalı adlı eserinin bir bölümüdür. Çok kez dinlediğiniz bu dansı aşağıda özetlenen bilgileri okuduktan sonra bir kez daha dinlemenizi öneririm. Dinlerken ölümün soğuk nefesini ensemizde hissediyoruz.
Danse macambre (Ölüm Dansı), 1874 yılında Fransız besteci Camille Saint-Saëns tarafından bestelenmiş bir senfonik şiirdir.
Şair Henri Cazalis’in bir şiiri üzerine bestelenen eser, Cadılar Bayramı’nda gece yarısı Ölüm’ ün ortaya çıkıp sabah horoz ötene kadar keman çaldığı ve ölüleri mezardan çıkarıp dans etmeye çağırdığına dair bir efsaneye dayanıyor. Bestecinin başyapıtı kabul edilir.

Eser, bir arpın on iki kez Re notasını çalmasıyla başlıyor ve buna yaylı çalgılar bölümünden gelen yumuşak akorlar eşlik ediyor. Ardından ‘scordatura” (Şeytan Aralığı) denilen bir teknikle akort edilmiş solo keman duyulur. Sonra kemanlardan gelen bir uyarıyla, orkestranın her köşesinden ortalığa bir hareketlilik dalgası yayılıyor. Ksilofon birbirine çarpan kemiklerin sesini yansıtıyor. Obuanın beş notalık sesi horozun ötüşünü duyuruyor ve eser huzur içinde bitiyor.

 

Eski Türklerde cadı hortlamış bir insandı. Kadın veya erkek olabilir. Bir ölünün hortlaması gömülmeden önce ışıksız bir odada bırakılması ve üzerinden bir kedinin atlamasıyla olabilir. O ölünün cadılıktan kurtulması için de mezarının üzerinde ateş yakılması gerektiğine inanılmaktadır. Bu yüzden, yani ölü hortlamasın diye cenazenin konulduğu odada ve ölü evinde o gece sabaha kadar ışık yakılmaktadır. Nedeni ve kaynağı unutulmuş olsa bile ölü evinde ışık yakılmasının nedeni budur.

Hristiyanlarda cadı ölü değil canlı bir insandır. Bizim masallarımızda geçen cadı Hristiyanlarda olduğu gibi büyücü bir kocakarıdır. Bir yerden bir yere giderken küpe biner, iyileri sevindirir, kötüleri cezalandırır.

Mezopotamya kültüründe bir Şahmaran söylencesi vardır. Şahmaran, maranların şahı olup yarı yılan-yarı kadın olarak algılanmaktadır. Şahmaran söylenceye göre iyileri ödüllendirirken kötüleri cezalandırmaktadır.

Cadılık kavramının doğuşu kadının neolitik dönemle birlikte evde, barınakta kalıp ekenek içinde çeşitli bitkilerin özelliklerini, hangisinin neye iyi geldiğini, hangilerinin zehirli olduğunu bilme yetisi kazanmış olmasına bağlı olabilir. Biliciliği ve şifacılığı en başta buraya dayanmaktadır. Cadı yaşlı ve yalnız yaşayan bir kadın olarak anlatılmaktadır. Bilici olması için, o kimsenin yeterli bilgi ve beceri kazanması, bunun için de doğal olarak yaşlanması gerekmektedir.

Pertev Naili Boratav’ ın Türk Mitolojisi adlı eserinde de cadıdan söz edilmektedir. Boratav, cadı sözcüğünün Farsçadaki ğadu sözcüğünden türetilmiş olduğunu belirttikten sonra vampirin batı inanışlarındaki özelliklerini de alarak “hortlak” ve “hayalet” anlamında kullanıldığını yazmaktadır. Bütün bu anlatılanlar İslam öncesi inançların izleridir.
Cadılar ölü erkek veya kadın olsun, canice bir yaşam sürerler veya kötü olarak yaratıldığı için cadıya dönüşürler. Kötü işler yapmak için mezarlarından çıkıp yaşayanların arasına katılırlar. Söylenceye göre cadılar ölü etiyle beslenirler, gece olunca mezarlarında yatan cenazelerin ciğerlerini yediklerine inanılır. Bazı inanışlara göre de yaşayan cadılar vardır. Bunlar ikili bir yaşam sürerler. Gündüzleri insanların arasında onlar gibi yaşarlar, geceleri yeni gömülen ölülerin ciğerlerini yerlermiş. Bu söylence daha çok Rumeli göçmenlerinin arasında yaygınmış.

Yine Boratav’ ın anlattıklarına göre Balkan göçmenlerin anılarına dayanılarak  1835 yılından bir belgede yazıldığı gibi “cadı kovucu”  uzmanlar varmış.
Masallardaki sihirli anlatımlarda cadının genellikle cadı-karı anlamında gösterilmektedir ve bir süpürge veya testi üzerinde dolaşarak her türlü kötülüğü yaptığı yazılır. Bazı yörelerde cadıya gulyabani de denmektedir. Yine sözlü anlatımlarda Çarşamba cadısı veya çarşamba karısı gibi deyimler de bulunmaktadır. Çarşamba günü öfkelenen bir kadını ifade etmektedir.

Dilimizde bazı yörelerde cadı sözcüğünün casu veya cazu olarak da söylendiğine rastlanılmaktadır.
Dilimizde cadı ile ilgili deyimlerden bir kaçı da şöyledir.
Cadılaşmak, cadı gibi olmak, çirkinleşmek, huysuzlaşmak,
Cadılaştırmak, huysuzlaştırmak, çirkin bir tavır aldırmak,
Cadılık, şirretlik, hırçınlık, huysuzluk,
Cadılık etmek, aksilik ve hırçınlık yapmak anlamlarına kullanılmaktadır.

Öte yandan bir kız çocuğunu severken konuya bir sevecenlik katmak amacıyla cadı ya da “o ne cadıdır” gibi ifadeler de kullanılmaktadır. Burada cadı bir sevimliliği, konuşkanlığı ve küçük yaramazlıkları belirtir.

Cadaloz ise büyükler için kullanılır. Farsça cādū  yani cadı sözcüğünden istakoz, yakamoz örneklerinde olduğu gibi “oz” ekiyle biten Yunanca sözcüklere benzetilerek türetilmiştir. Çenesi kuvvetli, huysuz ve şirret kadın, kocakarı anlamında karşısındakini ağız kalabalığı ile yıldıran, kavga çıkarmaktan hoşlanan kimselere söylenir.

Cadalozluk da şirretlik, hırçınlık, kavgacılık anlamına kullanılmaktadır.

Yukarıda Halloween, Cadılar Bayramı gibi adlarla kutlanan günlerin ve ona bağlı olarak kutlanan/ anılan Azizler Günü’nün özgün amacından uzaklaştırıldığı ve eğlence sektörünün bir para tuzağına dönüştürüldüğü anlatılmaya çalışılmıştır. Elbette kimin ne yapacağını söylemek bize düşmez ama bu günlerin kadının ortaçağda yaşadığı trajedinin acı tarihi olduğu unutulmamalıdır. Ve hatta başta kadınlar olmak üzere kadın-erkek eşitliğini amaçlayan toplumların bu günleri artık tarihin arşiv odasına gönderme zamanı gelmiştir diye düşünüyorum.

Saygılarımla…

08.04.2024
Ali Can Polat

 

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.