BEN BU ZAFERİ POPOMLA DEĞİL KAFAMLA KAZANDIM

 

BEN BU ZAFERİ POPOMLA DEĞİL KAFAMLA KAZANDIM

Rivayet odur ki; Sir Winston Churchill’in başbakanlığı sırasında İngiliz Parlamentosunun Avam Kamarasında, bir oturumda çok hararetli tartışmalar yapılmaktadır. Muhalefet milletvekillerinden bir hanım eleştirinin dozunu iyice artırır. Hızını alamaz ve Churchill’e büyük bir öfke ve hiddet içinde avaz avaz “homoseksüel” diye bağırır.
O anda oturumda bulunan tüm milletvekilleri büyük bir şaşkınlık içinde ve adeta dilleri tutulmuş gibidirler. Oturum başkanı, konuşmacı milletvekilini özür dilemeye çağırmaya ve kendisine cevap hakkı doğan Churchill’e de söz hakkı vermeye hazırlanmaktadır.
Bu arada Churchill oturduğu koltuğundan yavaş yavaş kalkar, kamburu biraz daha çıkmış olarak ağır adımlarla kürsüye doğru ilerler, başkanı ve vekilleri nazik bir şekilde selamladıktan sonra yanmaya hazır purosunu ağzından eline, elinin iki parmağının arasına alır ve otuz saniye kadar boş gözlerle tam karşısında duvara bakar.
Bu sürenin sonunda Churchill büyük bir hışımla iri gövdesini döndürüp gözlerini hanım milletvekilinin gözlerinin içine diker.
Hanım der ben İngiltere’yi tabuta sokacak büyük bir felaketten kurtardım.

“Ben o zaferi popomla değil kafamla kazandım.” 

Kürsüden iner, görevini yapmışların rahatlığı ve huzuru içinde gider yerine oturur.

İşte İngiltere, işte Avam Kamarası, ifade özgürlüğü, eleştiri, eleştiriye karşı hoşgörü ve pırıl pırıl bir zekâ…

Sözü uzatmaya gerek yok eleştirinin nasıl yapıldığından önce niçin yapıldığına bir yanıt bulunması gerekmektedir. Eleştiri kişilerin kişiliklerine, onların kişisel özelliklerini aşağılamaya veya yüceltmeye yönelik olmamalıdır. Eleştiri nesnel olayların irdelenmesiyle sınırlı olmalıdır. Örneğin bir işin nasıl yapıldığı yapılan şeyin niteliği veya niceliği tartışılmak yerine o işi, o mesleği yapan kişinin yaşam tarzı, cinsiyeti, milliyeti, inancı veya inançsızlığı tartışılıyorsa ortada bir kötü niyet, eleştirinin dışında başkaca bir neden var demektir.
Türkiye kadın voleybol takımının Avrupa’nın diğer takımlarını tek tek yenip, eleyip Avrupa Şampiyonu olmaları, altın madalyaya layık görülmeleri tartışmasız ayakta alkışlanacak bir olay, Türkiye için çok büyük bir utku, bir zaferdir. Bu başarıyı konuşmak, olumlu, olumsuz yönleriyle tartışmak varken bu başarıyı kazandıran oyuncuların giysileriyle, saçıyla başıyla, cinsiyetleriyle, cinsel tercihleriyle, yaşam tarzlarıyla uğraşmak iyi niyetten uzakta, hatta kötü niyetli bir karalamadan ibarettir. Bu tarz bir eleştiri “ad hominem”  olarak adlandırılmaktadır.
Sözde bu tür eleştiriyi yapanların amaçları:
1) Halkın bu başarı karşısında yaşadığı haklı sevinci gölgelemektir.
2) Bu tür spor karşılaşmalarının yapılmasını yasaklamaktır.
3) Bu tür karşılaşmalarda kadınların oyuncu olmalarını yasaklamaktır.
4) Kadının toplum hayatından sökülüp atılması, bir kafesin içine konularak her türlü hakkının kısıtlanması, elinden alınmasıdır.
5) Kadınların bu karşılaşmalarda giydikleri giysilerin ve saçlarının görünür olmasının yasaklanmasıdır.
6) Bu karşılaşmalarda görev alanların yaşam tarzlarına müdahale etmek ve onların cinsel tercihlerini göstermelerini yasaklamaktır.
7) Bu oyunlar bahane edilerek toplumun tüm kesimlerinin kendi kafalarında oluşturdukları insan tipinin dışına çıkmasını yasaklamaktır.
8) Ülkenin laik, demokratik yapısını yok ederek cumhuriyeti ve onun dayanağı Anayasayı ortadan kaldırıp yerine teokratik ve otokratik bir devlet yapısı inşa etmektir.
Bu eleştirilerin arkasında yatan amaçları görmemek bir aymazlıktır, bu hareketleri teşvik etmek, bu hareketlere kol kanat germek, Anayasanın öngördüğü önlemleri almamak, savsaklamak suça ortak olmak, suça yardım ve yataklık etmektir.
Daha önce yine bu sitede tarafımdan “Tartışmak, Eleştirmek ve Ad hominem” kavramları üzerinde bir yazım yayınlanmıştı. Yeri geldiği için o yazının bir bölümünü buraya almak yararlı olacaktır.

Ad hominem

Ad hominem kavramı, literatüre Latinceden alınarak kazandırılmış, yerleşik bir kavramdır ve birebir çevrildiğinde “kişiye” anlamına gelir.

Ad hominem (/æd ˈhɒmənəm -ˌnɛm, ɑd‐/), argumentum ad hominem ya da insan karalama anlamına kullanılmaktadır.

Bir tepkinin, belirli bir kişinin yaptığı işi, ortaya koyduğu yapıtı veya herhangi bir konudaki duruşu bir yana itip onun yerine o kişiyi öne çıkarmak, tepkiyi o kişiye yöneltmektir. Örneğin bir bilgi, belge veya kanıta karşı bir yanıt verirken o bilgi ve belgelerin, kanıtların doğru, gerçek ve yerinde olup olmadığını anlatmak, açıklamak yerine o kişinin konuyla ilgisi olmayan bir özelliğini gündeme getirip sözüm ona o düşünceleri çürütmeye çalışmaktır. Genel olarak karşı bir önermede bulunmaksızın önermeyi yapan kişinin özelliklerinin tartışılmasını sağlamak ve tartışma konusunu saptırmak amacıyla yapılır. Yani başka bir anlamla bunun adı safsatadır. Elbette bu safsatanın farkında olup olmama, yapılan demagojiye inanıp inanmama ayrı bir konudur.

Karalama türleri

1) Argumentum Ad Hominem

Bir önerinin reddedilmesini sağlamak için, önerinin kendisi yerine öneriyi yapan kişinin kişiliğine saldırmaktır.

2) Circumstantial Ad Hominem

Bir önerinin reddedilmesini sağlamak için, önerinin kendisi yerine öneriyi yapan kişinin etnik kökeni, politik tutumu, dini görüşü gibi niteliklerine saldırmaktır.

3) Tu Quoque Ad Hominem

Bir kişinin sözleriyle eylemleri çelişiyor diye iddianın yanlış olduğu savıyla “sen de aynı şeyi yapıyorsun” şeklinde bir karşı saldırıdır.

4) Poisoning The Well Ad Hominem

Dolduruşa getirme safsatası da denilir. İnsan Karalama Safsatasının bir alt türüdür: Bir insan hakkında önceden olumsuz bilgiler (doğru ya da yanlış) verilerek, onun söyleyeceklerini gözden düşürme ve önyargı oluşturmak şeklinde örtülü bir karşı saldırıdır.

Bir toplulukta, o topluluğu oluşturan bireyler arasında sağlıklı bir iletişimin sağlanabilmesi için öncelikle kavramların anlamlarıyla birlikte bilinmesinde ve yerinde, zamanında kullanılmasında kuşkusuz çok büyük yararlar bulunmaktadır. Bu iletişimin iyi kurulup iyi işletilmesi halinde toplumda yeni ve daha ileri düşünce ve kavramların yaratılması sağlanabilir. Bu yolla barış, refah ve huzur çok daha yüksek düzeylere çıkarılabilir. Sağlıklı bir iletişim için bir başka koşul da bireylerin birbirlerine “topluluk halinde yaşama sözleşmesinden gelen” saygılı davranma ile düşüncelerini sağlıklı kurallar içinde aktarmalarıdır. Başka bir anlatımla tartışma ve eleştirilerin niçin yapıldığı ve hangi amaçları sağlamak için yapıldığı ve nasıl yapılacağı üzerinde bir uzlaşma sağlanmalıdır. Tartışma ve eleştiri kendi düşüncelerinin, kendi doğrularının başkaları tarafından kabulü için değil kendisinin ve karşı tarafın düşündüklerinin (tez ve antitezlerinin) bir potada eritilip yeni bir alaşım sağlayabilmek için yapılmalıdır.

Öncelikle eleştirmek ile yermek ve övmek kavramlarını birbirinden ayırmamız gerekmektedir. Eleştiri yin ve yang gibi iki zıt şeyin birlikteliğidir. Bu birliktelikten yeni bir şey üretmektir.

Türk Kadın Voleybol takımının bu uluslararası başarısının önemini yok sayma, saygınlığını küçümseme, takımı oluşturan bir veya birden çok oyuncunun cinsel eğilim veya tercihine karşı düşmanca tutum takınılması ve bunun açıkça ifade edilmesi akla ve her türlü insani değer ölçüsüne aykırıdır. İktidardan bu kişilerin takımdan, formalarının da sırtlarından çıkarılmasını, madalyalarının ellerinden alınmasını bununla da yetinmeyerek cezalandırılmalarını istemek bu kişilere ve toplumun tamamına karşı işlenmiş bir suçtur.

Bu kafa yapısında olanlara göre toplumu oluşturan insanların hepsinin tek bir tip olması, hepsinin aynı soydan olmaları ve aynı şeye inanmaları gerekmektedir. Bu insanların hepsinin aynı şekilde giyinmesi, aynı tarzda yaşamaları gerekmektedir. Bu insanların neleri yiyeceği, neleri içeceği üst akıl tarafından açıklanmaktadır. Bu insanlar daha da ileri giderek toplumu oluşturan yurttaşların önceden belirledikleri şeyleri yapmalarının farz olduğunu, başka türlü düşünmenin yaratana karşı gelmek, ona şirk koşmak demek olduğunu iddia etmektedirler. Laik yaşama ve çağdaş insan değerlerine taban tabana zıt bu düşüncelerin akıl ve mantıkla da bağdaşır bir yanı bulunmamaktadır. Geçerliği ve uygulanabilirliği de yoktur. Uygulanabilmesi için mutlaka zor, mutlaka zorbalık gereklidir.

Öte yandan sözüm ona eleştirdikleri bu konularda pedofiliden homoseksüelliğe kadar her şeyin çok daha fazlasını kendileri yapmaktadırlar. Günlük olaylar bunun örnekleri ile dolup taşmaktadır. Toplumda sağduyu sahibi herkes bu olaylardan nefret etmekte ve çocukları için büyük bir endişe duymaktadırlar. Son zamanlarda badeleme veya bademleme gibi bir tanımla anlatılan işler toplumda büyük bir infiale neden olmaktadır.

Ayrıntıya girmenin bir yararı yok ama bunların çok övündükleri toplum yaşayışından bir iki örneği anımsatabiliriz.

a) Lale Devrinin ünlü şairi Nedim’in Sadabat adlı şiirinin sansürsüz hali
b) İstanbul’un en mutena semtlerinden Emirgân’ ın adının nereden geldiği,
c) Anadolu’da yapılan sazlı, sözlü, çengili oturak âlemleri,
d) Dellakname-i Dilküşa adlı kitapta anlatılan hamam âlemleri, eşcinsellikler,
e) İlyasoğlu Mercimek Ahmet’in Kabusname adlı eserinde yazdıkları
f) Osmanlıda, özellikle harem çevresinde gizli, kapaklı hünsa ilişkileri,
g)  Sevakıb-ı Menakıb’ta yazılıp çizilenler
h) Bu örnekleri uzatmanın bir yararı yoktur ve esasen saymakla da bitmezler.

Yalnız bizim toplumumuzda değil dünyada birçok yerde cinsellik farklı şekillerde tanımlanmakta ve insanların bu cinselliklerini yaşama hak ve özgürlüğüne çağdaş düşünce içinde karışılmamaktadır. 6284 ve benzeri yasalarla bu hak ve özgürlükler güvence altına alınmaktadır.

Bu anlatılan olayların tamamı doğada sıradan bir şey olan cinselliğin tabulaştırılması, toplumda cinsel eğitimin hiç yapılmaması cinsel bilgilerin anne, baba ve öğretmen tarafından çocuklara, gençlere belli bir disiplin içinde verilmesi gerektiği halde verilmemesinden kaynaklanmaktadır. Gençler bu bilgileri kulaktan kulağa aktarılan yalan yanlış bilgilendirmelerle öğrenmektedirler. Toplumda kız ve erkek çocukların yetiştirilmesinde çok yanlış bir yol izlenmekte, eril bir düşünceyle gençler ayrıştırılmakta, iki cins birbirine düşmanlaştırılmaktadır. Birbirlerini ve kendilerini, kendi doğal gereksinimlerini tanımamış bu gençler birçok kez yanlış yollara sapmakta, cinsel ve psikolojik hastalıklara yakalanmaktadırlar. Toplum Dr. Erdal Atabek’in (kitabının adı) deyimi ile kışkırtılmış erkeklik ve bastırılmış kadınlık kıskacı altındadır. Bu kıskaçtan kurtulmadan toplum sorunlarımızın çözümü olası değildir.

Canlılar dünyasının ve o âlemin bir parçası olan insanın anatomik ve biyolojik yapısı, fizyolojisi, cinsel özellikleri ancak ve ancak insanın kendisi ve işin uzmanı olan hekimlerce bilinebilir. Onun dışında hiçbir kimse, kurum ve kurulun bu konularda söz söyleme hakkı yoktur. Bu hakkı kendisinde görenler büyük bir yanlış yapmaktadırlar.  İnsanların zor hile ve mobbing kullanmaksızın diledikleri gibi cinselliklerini yaşamak hakkı en doğal insan haklarından birisidir.
Farklı cinsel tercihi olanların başkalarına bir zarar vermeden diledikleri gibi yaşamaları en doğal hakkıdır. Diğer insanların ve toplumun da onların bu haklarına saygılı olmak yükümlülükleri vardır. Bir kimsenin yaşama tarzı bir başkasını ilgilendirmez. Farklı cinsel eğilimde olanların da aynı şekilde diğerlerini bu tarzda yaşamaya zorlamaları kabul edilemez.

Toplumda insanlar cinsiyetleri veya cinsel tercihleri göz önünde tutularak değerlendirilmemelidir. İnsanın özel yaşantısı dışında o toplumun bir bireyi olarak yükümlülüklerini yerine getirip getirmediklerine bakılmalıdır.

Örneğin, Çaykovski’nin kendisi eşcinsel diye harika güzellikteki Kuğu Gölü veya Fındıkkıran baleleri yahut da onun bir keman konçertosu değerinden herhangi bir şey kaybeder mi?  Aynı şekilde kadın voleybolcularımızdan birinin şu veya bu cinsel tercihi var diye yaptığı bir smaç, takımına kazandırdığı bir sayı değerinden herhangi bir şey kaybeder mi?
O oyuncunun ve oynadığı takımın başarısını maçı yöneten hakem değerlendirir. Onun tercihi bu diye kazanılan başarı onların deyimi ile murdar olur mu? Elbette hayır.  Olsa olsa onların beyinleri murdar olur.

Çaykovski, yukarıda Churchill’e ait olduğu söylenen sözde olduğu gibi başarısını cinselliği ile değil belki gece yarılarına kadar uyumayıp elinde kalem notaları gergef işler gibi dizerek sağlamıştır. Bizler eserlerini dinlerken onun cinsel yaşamı aklımızın ucundan bile geçmemektedir.
Aynı şekilde Filelerin Altın Kızları da bu başarıyı, bu altın kupayı güzellikleriyle, gözlerinin rengiyle, gönüllerindeki cinsel yaşam anlayışlarıyla değil bileklerinin hakkıyla ve alınlarının teriyle kazanmışlardır. Cumhuriyetimizin 100. Yılında bize bu onuru ve gururu yaşatan Cumhuriyetimizin bu altın kızlarını alkışlamak kalmaktadır. Eğer hala içlerine sindiremiyorlarsa saygı duymak yükümlülükleri vardır. Keşke bunları anlatmak hiç gerekmeseydi ama bunu da üzülerek anımsatmak zorunlu oluyor.

Bir kez daha aferin, bravo filelerin altın kızları…

 

09.09.2023
Ali Can Polat

 

 

 

 

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.