B A N L İ Y Ö

 

 

 

B A N L İ Y Ö

 

Günlük yaşantımız içinde sık sık kullandığımız sözcüklerden birisi de banliyö sözcüğüdür. Bu sözcüğün anlam ve kökeninde ve ayrıca çağrıştırdığı başka sözcükler arasında kısa bir yolculuk yapacağız.

Sözcük dilimize Fransızcadaki “banlieu” sözcüğünün okunuş şekliyle girmiştir. Ülkemiz bu sözcükle İstanbul’da Tünel ve Banliyö Trenlerinin işletilmeye başlandığı 1870’li yıllarda tanışmıştır.
Banlieu sözcüğü, dilimize “yörekent” olarak çevrilebilir. Sözcük Fransa’da kentin yargı alanı içinde bulunan kırsal bölge, dış mahalle anlamına kullanılmaktadır.

Macarcada bulunan vár sözcüğü kasaba, kent anlamına város da orada oturanlar anlamına gelmektedir. Bu sözcük zaman içinde başka dillere de girmiştir.
Fransızca karşılığı ville/ kenttir. Bizde daha çok kentin uzak, dış-çeper mahallelerini ve burada oturan dar gelirlileri anlatmak için kullanıyor. Buralarda oluşan görece daha düşük düzeyli kültüre de varoş kültürü adı veriliyor. Bu anlamı ile varoşların banliyö olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği düşünülmelidir. Çünkü banliyöler bazen kent dışında, kentin gürültüsünden patırtısından uzakta daha rahat yaşanacak villaların bulunduğu lüks semtler de olabilmektedir.

Kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesiyle fabrikaların çalıştıracakları işçilerin ve işsizlerin oturacakları yerler bu varoşlar olmuştur. Bunlar genellikle anayollar veya demiryolları yakınlarında kurulur ve kent merkezine toplu taşımacılıkla ulaşım kolaydır. Evler ve kiraları görece daha ucuzdur.

Banlieu sözcüğü Eski Fransızca ban (yargı, hüküm, buyruk) ile Fransızca lieu (yer) sözcüklerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuş bir bileşik sözcüktür. Lieu sözcüğünü Fransızlar Latincedeki locus/ yer sözcüğünden devşirmişlerdir. Nedense aynı kökten gelen local/ yerel sözcüğünü olduğu gibi alıp aynı anlamda kullanmışlardır. Latince olmasaydı şu Fransızlar ne yapardı bilemiyorum! Her sözcüğü biraz kazıyınca altından Latince çıkıyor.

Banliyö sözcüğü o yerlere giden trenleri ve o yerlerdeki yerleşimleri anlatmak için de kullanılmaktadır. Banliyö evleri, banliyö treni veya Paris’in banliyösü gibi…

Bu sözcüklere yakın anlamda Almanca kökenli bir de hinterland sözcüğü bulunuyor. Bu sözcük liman, kent gibi yerlerin arkalarında kalan toprak parçası anlamındadır ama bizde daha çok kentin dışında kalan doğal alanlar veya uydu kent diyebileceğimiz yerleşimleri anlatmak için kullanılıyor.

Larousse’a göre ban sözcüğü: (A)  1) Kamuya resmî, bildiri, 2) (bağ bozumu, orak harman gibi) Tarım işleri için gün gösteren bildiri 3) (bir evlenmeyi bildiren) İlan 4) Silahlı kuvvet toplama 5) Sürgünde veya gözaltında bulunma hali 6) Tempolu alkış anlamlarına geliyor.
Bu dildeki kullanım örneklerine bakacak olursak
Convoquer le et l’arriere ban: Her tabakadan halkı toplamak,
Mettre quelqu’un au ban – ban de l’opinion publique: Birini halkın gözünden düşürmek,
Ouvrir le ban-Fermer le ban= Askeri bir töreni başlatmak ve sona erdirmek, kapatmak deyimlerine tanık oluyoruz.
Yine bir başka örnek de, Rompre son ban = Yani sürgünden kaçış.
Ban sözcüğünün ikinci anlamı da eskiden Hırvat sancak beylerine verilen unvan.

Bu açıklamalara dikkat edilecek olursa Paris, Lyon, Marseille gibi kentlerde ve bunların dışında ama bu kentlerin hemen yakınlarında iki ayrı yaşantı sürmektedir. Kentlerde bourgeois diye adlandırdığımız yeni sosyal sınıf otururken kentin dışında kalan ve banlieu olarak adlandırılan yerlerde hala varlığını sürdüren feodal beyler ve onlarla birlikte yaşayan insanlar oturmaktadırlar. Zaman içinde bu iki sosyal sınıf arasındaki fark silinmiş ama yerleşim yerleri aynen kalmıştır. Buralarda oturan derebeyleri de burjuvalaşarak buralardan ayrılmışlardır. Onların yerini ücretli işçiler ve köylüler doldurmuştur. Sözcüklerin anlamlarından da anlaşıldığı gibi bu bölgeler kırsal alanlardır. Henüz sanayi devrimi buralara kadar ulaşmamıştır.
Feodal üretim biçiminin sürdüğü dönemlerde aynı kurallara, emir ve buyruklara bağlılığı ifade edebilmek için bu yerlere ban ve lieu sözcüklerinin birleştirilmesiyle bulunmuş banliyö adı verilmiştir.
İlginç, eskiden Hırvat sancak beylerine de ban unvanı veriliyormuş. Bu basit bir rastlantı olmasa gerek.

Fransızcadan dilimize ban kökünden türemiş başka sözcükler de girmiştir.
Banal sözcüğü bunlardan bir tanesidir. Fransız Larousse’ a göre banal sözcüğünün iki anlamı var bunlardan birincisi herkesin kullandığı orta malı diğeri herkesin harcı olan, bayağı anlamında. Bu açıklamalardan anlaşılan banliyölerde oturanlar ve daha çok derebeyine ait veya hiç kimseye ait olmayan yerler. Burada oturan ve ücretle çalışan sıradan,  kişilerin de sıradan işler, bayağı işler yaptığını ifade etmek için bunlara banal nitelemesi yapılmıştır. Elbette bu sıradan işler için bir küçümseme, beğenmeme hali de vardır.

Yine ban kökü esas alınarak türetilmiş başka sözcükler de bulunmaktadır.
Urbain/ Urban sözcüğü kentsel, kentle ilgili,
Urbanisme / Urbanizm: Kentçilik, şehircilik,
Urbanist/ Urbanist: Kentçi, şehirci, kent planlamacısı,
Urbanité: Görgü, incelik, çelebilik anlamlarında kullanılmaktadır.

Kazâ

Bugünkü yönetsel örgütlenme içinde ilçenin karşılığı olan kazâ, Osmanlılarda hem kadının idare bölgesini hem de bu bölgenin kendisini tanımlayan coğrafî bir terimdir. Osmanlı öncesinde Selçuklularda bu ad altında bir yönetim birimi vardı. Osmanlılar da bu sistemi alarak geliştirmişlerdir. Subaşılıkta veya sancakta kadı sultanın naibidir
Osmanlı Devletinde yargılama işlerini kadılar yerine getirirdi. Yapılan yargılama işine de kazaî faaliyet denirdi. Her kadının hüküm verebileceği coğrafi alan daha önceden belirlenmiştir. Bir kadının kaza selâhiyeti ile bir başka kadınınki karışmazdı. Biri diğerinin işine el atamazdı. Bugün adliyelerimizin kavram olarak kaza yetkisi/ selâhiyeti eski kadılık düzeninden kalmadır. Hukukta kazâi içtihat terimi de kadıların toplanıp, daha önce verilmiş olan kararları icma ederek verdikleri ve sonraki yargılamalarda kadıyı, hâkimi bağlayıcı olacak olan kararlardır. Bu kararlara da kadı içtihadı / kazâi içtihat denmektedir.

Kariye

Kariye, eski dilde köy anlamına geliyor. İstanbul’da bulunan ve şimdi bir kararla cami yapılan kilisenin özgün adı Khora Kilisesidir ancak yapının adı dilimize Kariye olarak yerleşmiştir. Bugün Edirnekapı olarak adlandırılan bu bölge eskiden bir köy idi. İstanbul kentinin bir köyü idi.
Her kariye için aşar ve ağnam vergilerinin kaydedildiği kariye defterleri burada da tutulmaktaydı.

 

Kazasker ya da kadıasker

Kazasker ya da kadıasker, Osmanlı Devleti’nde şeri davalara bakan askeri yargıç olup kadı, müderris ve din görevlisi atamaları, kadı kararlarını bozma, değiştirme ve yeni kararlar oluşturma gibi yetkileri de vardır. Yani kadı kararlarına itiraz kazaskerliğe yapılırdı. Bu yetkilerin çoğu 16. yüzyıldan itibaren şeyhülislamlığa devretmiştir
Kazasker Osmanlı devlet yapısında idari bir görev olup, kelime “kadı” ve “asker” kelimelerinin birleşmesinden oluşmaktadır. Kadı sözcüğünün kökeni de Arapça olup okunurken ‘d’ harfi ‘z’ olarak okunmaktadır.

Osmanlı yönetim örgütünde bilindiği gibi ilk sırada payitaht vardı. İstanbul’da devletin üst düzeydeki işleri hakkında kararlar verilir, fermanlar çıkarılırdı. Taşrada Osmanlı İmparatorluğu’nun idari birimleri Eyaletler, Vilayetler, Sancaklar, Vasallıklardır. Biraz daha ayrıntılı olarak da büyükten küçüğe vilayet, sancak, kaza ve nahiye olarak belirlenmişti. Bunların arasına (ziraat yapılan) mezra ve kasabaları da koymak gerekmektedir. Vali vilayetin, Mutasarrıf sancak veya (iki alay büyüklüğünde bir birim=liva) livanın, Kaymakam kazaların, muhtarlar ise nahiyelerin başında bulunuyordu. Kaymakamdan önce kazâ kadının yetki ve sorumluluğundaydı.

Kent yaşamı

Fransa, Almanya gibi Batı ülkelerinde özellikle sanayinin gelişmesiyle birlikte kentler ve kırsal alan yerleşimleri bilinen tarzda şekillenmiştir. Kentlerin yakınlarında kent yönetimine bağlı banliyöler kurulurken Osmanlı devletinde bir yandan askerlikle ilgili yapılanmalar, bir yandan şer’i kaza işlerin görülmesi için adli yapılanmalar iç içe varlıklarını sürdürmüşlerdir. Dolayısıyla batıdaki anlamıyla Osmanlıda bir banliyöden söz edilemez.

Cumhuriyetin kurulması, köylerden kentlere doğru hızlı göçler ülkemizde zaman içinde kentlerin nüfuslarında artışlara neden olmuştur. Kentlerin alanları da alt yapıları da yetersiz kalmaya başlayınca bizde de kent yakınlarında Batı ülkelerindeki örneklere benzer şekilde yerleşimler oluşmaya başlamıştır. Ancak bütün bu süreçler yaşanırken gerek göçlerin plansız ve düzensizliğinden ve gerekse yöneticilerin bu değişimlere hazırlıklı olmayışlarından kaynaklanan nedenlerle büyük sıkıntılar yaşanmış ve yaşanmaya da devam etmektedir. Bunların üzerine rant hırsı da eklenince kentler de yakın banliyöleri de yaşanmaz hale gelmiştir. Bir yandan kentlerin var olan altyapıları iflas etmiş, eski tarihsel değeri olan yapılar ve sit alanları büyük zararlar görmüş yeni kurulan binalar da gelecek öngörüsünden yoksun oldukları için kent insanının gereksinimlerini karşılamaktan uzak kalmıştır.
Kentsel dönüşümün Avrupa’daki çıkış nedenleri ve uygulamalarına kulaklar tıkanmış kentler beton yığınları haline gelmiştir. Kente göç eden insanlar kent kültürüne ayak uyduramadıkları gibi kentin kültürünü de geldikleri yer kültürüne benzetmişlerdir.

Kanımca dilimizde kullandığımız yerli ve yabancı kavram ve terimlerin yalnızca etimolojisini, morfolojisini, fonetiğini, semantiğini bilmek yetmiyor. Bu kavramların ve terimlerin ilişkin oldukları dönemlerdeki sosyoekonomik ve sosyokültürel yapılarla birlikte değerlendirilmesi zorunlu olmaktadır.

Ali Can Polat
19.04.2022

 

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.