AŞAĞILAMA, SÖVGÜ VE HAKARET

AŞAĞILAMA, SÖVGÜ VE HAKARET

Bu tür konular toplumumuzda konuşulmaz, konuşulmasına izin verilmez. Konuşması gerekenler, toplum bilimcileri, akademisyenler de işin özüne bir türlü girmezler, hep konunun çevresinde dolanıp dururlar. Böyle olunca da konuşmak bizim Aylak Adam’ a kalıyor. Oysa bir bilseniz onun yapacak ne çok  işleri var.

Hayvanlar aleminde, omurgalı-memeliler sınıfında yer alan biz insanlar günlük yaşantımızı sürdürebilmek için bazı eylemlerde bulunuruz, yer içer, uyuruz, uyanırız vd… Beslenme, sindirim, solunum, boşaltım sistemleri…

Herhangi bir hastalığı olmayan biz insanlar bize gerekli olan şeyleri alışığı olduğumuz çeşitli yollarla alırken bazılarını da kullandıktan sonra benzer yollarla dışarıya atarız.

Atıklarımız da kullandıklarımız gibi hayli çok.  Bunlar: 1) dışkı, 2) sidik, 3) osuruk, 4) tükürük, 5) ter, 6) süt, 7) sperm, 8) yumurta, 9) tırnak, 10) koku, 11) sümük, 12) gözyaşı, 13) hapşırma, 14) tıksırma, 15) geğirme.  Aklıma gelenler bunlar. İrin, cerahat ve hatta salya gibi şeyleri saymıyorum. Bu son üç tanesi hastalık sonucu ve istem dışı olan şeylerdir. Aynı şekilde cerrahi yollarla ve hekim aracılığıyla vücuttan ayrılan böbrek, safra taşları veya diş, apandis gibi organ ampütasyonlarını da hiç saymıyorum. Dolayısı ile insanın dışarıya çıkardıkları atıklar 15 tanedir. Hekimler eksik kalanları tamamlayabilirler.
Benim burada üzerinde durmak istediğim şey bunlardan bazılarının değerli ve hatta kutsal,  bazılarının ise  değersiz ve iğrenç sayılmaları, konuşulmalarının bile sansür edilmesidir.  Örneğin gözyaşı, ağlayan için üzücü bir durumdur. Ama  ağlatan için ise hiç öyle değildir. Bazen ağlayanın kendisi de yetmez anasını bile ağlatırlar. Hiç de üzülmezler. Konuşulması ise eskilerin deyimi ile abes ile iştigaldir.

Şu tükürük işi ise çok ilginç. Birçok hayvan dilleriyle ve dil altlarında bulunan tükürük bezleri aracılığıyla ürettikleri sıvıyı kullanarak temizlenmekte ve hastalıklarını da iyileştirebilmektedir. PH derecesi nötr olan tükürük İçinde birçok enzim, yara, bere ve hastalıkları iyileştirici, koruyucu antikorlar bulunmaktadır. Yani tükürük aslında çok önemli bir sıvıdır. Sindirim bilindiği gibi ağızda başlar. Tükürük içindeki pityalin sayesinde karbonhidratların, nişastanın ön sindirimi yani parçalanması sağlanmış olur.
Ama biz ne yapıyoruz, kızdığımız birinin ağzına tükürüyoruz! Bir insanın ağzına tükürmek, örneğin onun ağzına pityalin eklemek midir? Biz insanlar ne ağzımızdan çıkanı kulağımız duyuyor ve ne de ağzımızdan çıkanı doğru dürüst uyguluyoruz. Herkesin ağzındaki tükürük kendisine yeter ve bazen fazla bile gelir salya olarak dışarıya akar. Lütfen kimsenin ağzına tükürmek gibi aptal bir iş yapmayalım. Enerjimizi başka yerlerde kullanalım.

Örneğin katı atık diyebileceğimiz dışkı bunların içinde hiç istenmeyen ve en kötü olanıdır. Sidik utanç, osuruk-yellenme, geğirme alay unsurudur. Hapşırma, tıksırma bir rahatlama duygusu verir. Tutma kendini denir, çok yaşa diye de adeta ödüllendirilir. Süt ve alın teri kutsaldır, koltuk altı teri görüldüğü anda yok edilmelidir. Tırnak ve sümük küçümseme aracıdır. Sen benim tırnağım kadar olamazsın, bırak şu sümüklüyü, ondan bir şey olmaz sözlerini anımsarsınız.  Sperm ve yumurta konuşulması yasak, mahrem şeylerdir. Koku bazen hoş bazen de mide bulandırıcıdır. Tükürük kızgınlık ve nefreti çağrıştırır.

Oysa bunların hepsi yaşamın doğal sonuçlarıdır. Biz aklımızla harikalar yaratmaya başladıktan sonra  onlardan bazılarını göklere çıkarıyoruz. Menekşe kokulu yârim/ Kime arz edeyim halim gibi… İşçinin, emekçinin alın teri kutsal diyoruz ama karşılığını ödemede kırk dereden kırk su getiriyoruz.

Diğer canlılarda, hayvanlarda, bize yakın öteki primatlarda bu saydıklarımızın hiçbirinin bir anlamı yoktur. Esasen biz de onlar gibiyken yani onlarla yolumuz henüz ayrılmamışken böyle şeyleri hiç bilmiyorduk. Bunların hepsi biz insan soyunun toplumsallaşmasının sonuçlarıdır.

Ego tüm canlı türlerinin olmaz ise olmaz bir özelliğidir.  Ancak biz insanlarda bu egonun kabul edilemez bir şekli daha var, buna bizim Tınaz Titiz hocamız “yıkıcı bencillik” adını koydu. Gerçekten bu tanımlama yerinde ve birçok şeyi uzun uzun anlatmaya gerek bırakmayacak kadar yalın ve kapsamlı. Bu tür bencillik   “”“ben ve benim””” kavramlarını uyulması gereken bir anayasa, tek ve en önemli kural yapmıştır. Çevresine, içinde bulunduğu doğa ve insan ortamına karşı hiç gözetici değildir. Bu insanlar, hırs, kin, kibir, kıskançlık, haset, öfke, hiddet, nefret, intikam gibi olumsuz duyguların tutsağıdır, onunla yatar onunla kalkarlar.
İşte bu sınıflandırma içinde yer alan insanlar için tümüyle doğal bu şeyler çok farklı anlamlar ifade edebilmektedir.

Bu insanlar dışkı ve sidik konusunu az önce saydığımız duyguları için bir silah yaparlar. Ağzına s.çarım ve üstüne i.erim gibi. Bu işi bazen şarap çanağına bile götürenlere rastlanır. İşeme işi çok fazla fantezileri de beraberinde getiriyor. Örneğin işeme için seçilen kahramanımızın siyah deri pantolonunun olması gerekiyor. Belden yukarısı mutlaka çıplak olmalıdır. Herhalde kafası kabak, bıyıkları da kaytan olacaktır. Elinin birinde yine siyah deriden yapılmış bir kırbaç vardır. Bu işi tek başına değil siyah renkli motosikletlerinden inen birkaç arkadaşı ile birlikte yapacaklardır. Aksi halde bu i.eme fantezisinin etkisi istenildiği gibi olmayabilir. Olayın öteki kahramanı mutlaka bir hanım olmalıdır. Erkeğin üstüne işense kim dönüp de bakar? O hanımın  başı da örtülü olmalıdır. En etkin sonuçlar bu senaryo ile elde edilebilir.

Şu sperm atığı ise bunların içinde en belalısı, en tumturaklısıdır. Yukarıda saydığımız duyguların en ağır silahı budur. Bildiğiniz gibi küfür veya sövme eyleminin en kızgın anında en yüksek perdeden söylenen sözler erillik ile ilgilidir. Bu tür insanlar karşı tarafa bu eylemlerde bulunulacağının ilan edince, bağırınca bir rahatlama duygusu yaşarlar.

Niçin? İnanın bunu kimse bilmiyor, bilen varsa bir adım öne çıksın, bize de anlatsın. Hatta bu tür sövgü ve küfürleri söyleyenler de neden veya niçinini bilmemektedirler. Ne anlamsız ve ne aptalca bir davranıştır bu. Söven kişi sövdüğüne kızdığı için sövmektedir. Bir insan, bir erkek sözünü ettiği “o cinsel eylemi” sevdiği bir başkası ile yapar, öyle değil mi? Cinsellik iki kişi ile yaşandığında bir haz, bir zevk aracı olur. Cinsellik bir başkasına eziyet olsun diye yapılınca zevk değil hırs, kin, hiddet, nefret, haset, kıskançlık vb. duyguların doyurulması için yapılır. Bu tarzda bir eylemin kendisine de bir haz verdiği söylenemez. Aldığı bir haz varsa bu haz o kişinin cinsellikten aldığı haz değildir.  Küfür ve sövgü bir insanın kişiliğinde bulunan ve doğal olmayan bir duyguya hizmet eder.

Küfür TDK sözlüğüne göre dilimize Arapçadan girmiş olup anlamı sövme ve sövmek için söylenen söz, sövgüdür. Sövgü de yine aynı sözlüğe göre Türkçe bir sözlük olup anlamı sövmek için söylenen söz, küfürdür. Sövmek eylemi ise öfke, sıkıntı veya can acısı gibi hallere yol açandan bir çeşit öç almak üzere ona karşı, çoğu basmakalıp ağır sözler kullanmak, küfretmek olarak tanımlanmaktadır.

Bu noktada bir adım geriye çekilip sorunu şöyle düşünelim: Önünüzde bir kapı var, bu kapı kilitli ama açılması ve o insanın da kapıdan içeriye girmeniz gerekiyor. Bu durumda yapılması gereken şey ya kapıyı açacak anahtarı bulup kullanmak veya kapıyı kırmaktadır. Sövme ve küfür bu kapıyı açmaya uygun bir çözüm değildir. Hatta bağırıp çağırmak da bir işe yaramayacaktır. Bağırmak, sesini yükseltmek insanın yaşanan tıkanıklığı aşacak olanaklardan yoksun olduğunun, elinde bir anahtar olmadığının kanıtıdır. Hatta bazı durumlarda haksızlığının bir işaretidir.

Sövmek, küfretmek karşımızdakine istenilen doğrultuda bir şey yaptırmaz. Bazen düşündüğünün tam tersi ile karşılaşır. Karşı taraf da aynı yöntemi uyguladığında söz biter ve şiddet başlar. Karşı tarafı korkutarak yapılan şeyler de sürekli olamaz. Korku, baskı kalkar kalkmaz karşı atak başlar.

Karşı tarafı aşağılamak, ona küfretmek, sövmek her ortamda, her tür ilişkide kötüdür ve kabul edilemez. Eğer bu tür eylemler toplumun hepsinin duyup gördüğü bir şekilde yapılırsa daha da kötüdür. Ancak bu eylemin tarafları politikacılar ise söylenecek bir söz kalmamaktadır.

En sağlam yol, tutarlı çözüm sevgi, saygı ve uyuşmazlık noktalarında da ön yargılardan, yıkıcı bencillikten uzak davranmak ve aklımızı kullanmaktır. Japonya gibi nüfusu 125 milyonu aşan bir ülkede hukuksal sorunların yarıdan fazlası bu son yöntemle yargıç karşısına çıkmadan çözüme bağlanabiliyormuş. O ülkede yüksek sesle konuşanlara acıyarak bakılıyormuş.

Doğrusuyla yanlışıyla, eksiği ile fazlasıyla yaşam bir oyuna, insanlar arasındaki ilişkiler de bir satranç oyununa benzetilebilir.  Bu oyunun kahramanları olan atlar, filler, kuleler kaldırılıp kutuya konunca birinin diğerine üstünlüğü kalmaz. Piyon ile şah birbirine mat gözlerle bakarlar, ne gülebilirler ve ne de ağlayabilirler.

Birbirimizi eleştirdiğimiz ama birbirimizi aşağılamadığımız, hakaret ve sövgülerden uzak bir toplumsal yaşam özlemiyle…

Ali Can Polat
11.01.2023

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.