ARAP DİLİ VE ARAP ALFABESİ KONUSU İKİ BÖLÜMDE İNCELENMELİDİR
Arap alfabesi,
7. yüzyılın üçüncü çeyreğinden başlayarak Emevi ve Abbasi imparatorlukları aracılığıyla yayılmıştır. İslamın benimsendiği yerlerde uygulama olanağı bulmuştur. Dünyada Latin alfabesinden sonra yazı dili olarak en çok kullanılan alfabelerden biridir
Başlangıçta harflerin noktası yokmuş ve toplamda 15 karakterden oluşuyormuş. Kuran, Mushaf’ın ilk noktalama işlemi 728 yıılında yapılmış. Arap alfabesi ile yazı sağdan sola doğru yazılır. Alfabede 28 ünsüzün 22 tanesi Nebati alfabesinden geçerken şekil değişikliğine uğrayan sesler olup geri kalan altı ses Arapçaya özgüdür.
Zaman içinde başka dillerde Arap alfabesine, harf eklemeleri yapılmıştır. Farslar /ç/, /ş/ ve /j/ sesleri için ayırıcı işaretler bulmuşlardır.
Biz Türkler, bu işaretleri Farslardan aynen devralmışız. Türkçedeki /g/ sesi için kullanılan kef, aynı zamanda nazal n sesi için kullanılmış; bu şekilde Türkçede Arap alfabesinin ilk reformu yapılmıştır.
Arap alfabesi, 11. yüzyılda temel harf sistemiyle Türkler tarafından kullanılmaya başlanmış ve bu aşamada henüz Fars-Arap alfabesindeki harflerin Türk-Arap alfabesinde yer almadığı anlaşılmıştır.
Osmanlı Devletinde kullanılan bu alfabe Türkçe yazım için büyük zorluklar çıkarmıştır. Türkçenin fonetiğine aykırı olan bu harflerin bırakılması ilk kez 1860 yılında dile getirilmiş, harflere bazı değişiklikler, eklemeler yapılması için girişimlerde bulunulmuştur. Araplar için uygun olan alfabe Türkçe yazımda sorunlara neden olmuştur. Örneğin trk kökünden gelen Tarık, tarik, terek aynı şekilde yazılmakta ama çok farklı anlamlara gelmektedir.
Bu sakıncaları gidermek için Enver Paşa döneminde Latin harfleriyle bir girişimde bulunulmuş ama başarılı olmamıştır. Cumhuriyet döneminde ise Harf İnkılabı ile bu sorun çözülebilmiştir.
Harf devrimi birileri istediği için değil bir zorunluluk nedeniyle yapılmıştır.
Arapça
Sami diller grubuna ait bir dildir. İbranice, Aramice, Akatça, Süryanice ve daha başka dillerden de birçok alıntı barındırmaktadır. Aynı şekilde birçok dilde de Arapçadan sözcükler vardır. Birçok araştırmacı Arapçaya Türkçeden de birçok sözcüğün geçtiğini belirlemektedir. Ülkeler arasında ticari ve kültürel ilişkiler sözcük alış verilerini de beraberinde getirmiştir.
Aynı şekilde Arapçaya geçmiş olan Türkçe sözcüklerden bazıları Kur’an’da da yer almıştır.
Osmanlı Türkçesi
Osmanlıca adıyla bir dil hiç olmamıştır. Osmanlı Devleti aslında bir Türk devletidir. Batı dünyası da Osmanlı yerine daha çok Turkia ifadesini kullanmıştır. İşin ilginç yanı, yakın zamana kadar bizler ülkemizin adını İtalyanca söylenişinden bir alıntı ile Türkiya olarak söylemişiz. Türkiye adının geçmişi 80 yıl kadar öncesine dayanmaktadır. En çok ilişki içinde olduğumuz batılı ülkeler hiç Osmanlıca diye bir tanımlama yapmamışlardır. Çünkü Osmanlıca bir dil değildir. Osmanlıca dediğimiz şey Türkçeye Arapça ve Farsçadan alınan çok sayıda sözcüğün sokuşturulmasıyla oluşmuştur.
Osmanlıca bir yazışma aracıdır. Halk böyle bir dil kullanmamıştır. Hatta saray erkânı bile kendi aralarında bildiğimiz Türkçeyi konuşuyordu. Örneğin eve gelince evin hanımı kocasını maşmetmaap diye karşılamıyordu. Haremde bir padişah veya şehzade de cariyesini nur u aynım diye çağırmıyordu. Gel karı buraya deyip işin içinden çıkıyordu.
Osmanlıca bir anlatım aracı olmaktan çok anlatılanı süsleme aracı olmuştur. Uzun uzun cümleler, ne anlama geldiğini birçok kişinin anlamadığı sözcük istifleri hep sıkıntı yaratmıştır.
Dilde sadeleştirme çabaları taa Tanzimat dönemine dayanmaktadır. Ama başarılı olamamıştır. Batı ile olan ilişkilerin gelişmesi askeriye, fen ve tıp alanında okulların açılması buralarda yapılan öğretim yabancı sözcüklerle ve kavramlarla tanışmayı da zorunlu kılmıştır. Osmanlı eskiden yabancı dil öğrenmeyi hiç düşünmemiş yabancılarla iletişimi “Fenerli” gayrimüslim teba ile sağlamıştır.
İlk yabancı dil okulu Mekteb i Osmani, L’ecole Ottamane adıyla dil bilen hariciyeci memur vb. yetiştirmek için Paris’te 1857 yılında açılmıştır. Buralarda okuyan gençler, jönler de Osmanlıcayı yeniden şekillendirmek istemişlerdir.
Serveti Fünun dergisi çevresinde toplananlar ise biraz da Batı hayranlığı ile “sanat” yapmışlar, halktan kopuk, ağdalı dili daha işin içinden çıkılmaz hale sormuşlardır.
Özetlemek gerekirse kendine özgü bir grameri olmayan ve halktan tümüyle kopuk bir yazı dili toplumun gereksinimlerini karşılamadığı için Cumhuriyetle birlikte geri plana itilmiştir.
Cumhuriyetin alfabemizi, dilimizi kaybettirdiği şeklinde devletin yetkili ve etkili temsilcilerine söylenen sözler doğru olmadığı gibi bu kişilerin dilimizin tarihsel sürecini de hiç bilmediklerini göstermektedirler.
Bir yazı dili olarak şiir ve nesir alanında Baki’den, Nedim’den, Şemsettin Sami’den, Halit Ziya’dan daha birçoklarından çok güzel örnekler de vardır. Bunların hepsi Türkçenin dönem dönem gelişimini göstermektedir. Türkçe sözcüklerin öne çıkarılması bir zorunluluk olarak kendini dayatmıştır. Osmanlı için etrak-ı bi idrak olan halk Cumhuriyet dönemi için yurttaş oluş, sayılmıştır.
Tüm zamanlarda Osmanlıcayı okuyup yazan gerçekten çok az kişi vardı. Çarşıda, pazarda, evde, düğünde dernekte halkı da saraylısı da bizim bildiğimiz dili konuşuyordu.
Bir dile yabancı az veya çok sayıda sözcük alınması ile o dil özelliğini kaybetmez. Asıl olan o dilin grameridir. Osmanlıca denen şeyin gramer yoktur ve bu haliyle dil olarak tanımlamasına da olanak bulunmamaktadır. Bu konuda yapılan tartışmalardaki suçlamaların ve savunmaların Türkçenin zaman içindeki değişikliğine ilişkin bilgilerle desteklenmesi zorunludur. Aksi halde yapılan atışmalar havanda su dövmeye benzer.
Görünen o ki Osmanlıca tartışmasını ısıtıp ısıtıp gündeme getirenlerin amacı dil ve alfabe değil Cumhuriyetin doğrudan kendisidir.
100. Yılına gireceğimiz Cumhuriyetimiz hepimize kutlu olsun.