İKTİDAR – MUHALEFET – HİZİP/KLİK- FRAKSİYON

İKTİDAR – MUHALEFET – HİZİP/KLİK- FRAKSİYON

Sözlüklerimize göre iktidar (ﺍﻗﺘﺪﺍﺭ) Arapça bir işi yapabilme, o işi başarabilme yetki ve yeteneği, o işte önüne çıkan engelleri aşma ve direnci kırma, yenme gücü, kuvveti, kudreti veya erkidir.
Bir kuruluşu veya devleti yönetme güç ve yetkisini elinde bulundurma ve o gücü kullanma yetkisi olarak tanımlanmaktadır.
Ayrıca bu yetkiyi ellerinde tutan, temsil eden, kullanan, uygulayan kişi ve kuruluşlara da bu ad verilmektedir.

Arapça bir işin temeli, esası anlamında (ﺍﺭﻛﺎﻥ) rukn (=direk, ayakta tutan/ Rüknettin) sözcüğünün çoğulu olan erkân sözcüğü devlet veya ordu gücünü temsil edenleri tanımlamak için iktidar sözcüğü karşılığı olarak da kullanılabilmektedir. Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Reisi veya Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Vekâleti gibi…

Cinsellik alanında da iktidar sözcüğü sıkça geçmekteyse de söz arasında bu, kavramın olumsuz hali olan iktidarsız ve iktidarsızlık şekilleriyle kullanılmaktadır. İktidarsız, iktidarsızlık kavramları erkekler için kullanılmaktadır. Kadınlar için bu sözcükler bir sıfat olarak kullanılmazlar.

Fransızcada iktidar sözcüğünün karşılığı pouvoir ‘ dır. Bir şeyi yapma, yapabilme olanağına ve o eylemi gerçekleştirecek araçlara sahip olma anlamını taşımaktadır. İktidar, İngilizcede power, potency, potential gibi sözcüklerle ifade ediliyor. Fransızcada olduğu gibi aynı anlamlara geliyor. Bu yabancı sözcüklerin arasında dilimizde en yaygın olarak kullanılanı potansiyel sözcüğüdür. Anlam olarak o işi yapabilme güç ve kapasitesini karşılar. Sözcüğün kaynağı Latincedir. Latince Potentia güç, güç sahibi olma anlamını taşımaktadır. “Omnis Potestas est Caesar”, Bütün güç Sezar’a aittir cümlesinde olduğu gibi. İngilizce ve Fransızca impotence sözcüğü de bizdeki iktidarsız anlamına kullanılmaktadır. Çocuk yapma yeteneği bulunmayan infertile erkek ve infertilité anlamlarında kullanılmaktadır.

Dilimizde bulunan ve kullanmakta olduğumuz iktidar sözcüğünün etimolojisine bakıldığında karşımıza Arapça ḳdr/ kadr kökü çıkmaktadır. Bu kökten türeyen iḳtidār إقتدار  kudretli olma, gücü yeter olma anlamına gelmektedir. Muktedir de iktidar sahibi olmak anlamını taşır.
Kadir sözcüğü aynı kökten türemiştir, Arapça qadr karşılığı olup Türkçe değer, kıymet, itibar anlamları taşımaktadır. Kadrini bilmek (yanlış şekilde kadir-kıymet bilmek) şeklinde kullanımı vardır.
Kadir gecesi ise Kur’an’ın indirilmeye başlandığı kutsal ve kıymetli gece demektir. “O nelere kadirdir” deyimi o kimse veya şeyin çok büyük işleri yapma gücüne sahip olduğu anlamına gelmektedir.
İktidarsız sıfatı ise muktedir olmayan, yapma, yönetme gücü bulunmayan yerine kullanılmaktadır.

İktidar sözcüğünün içeriğinde işin doğası gereği bir enerji, bir güç vardır. Bu güç yönetme, toplum adına bir işi yapma, başarma yetisi ve yetkisidir.
Toplum esasen kendisinde olan bu yeti ve yetkiyi görünen veya görünmeyen bir ana + yasa ile “toplum sözleşmesi” ile bir kişi veya kurula vermiştir.
Teokratik yönetimlerde yönetici bu gücü en yüksek ve kutsal olan güçten veya güçlerden alır, aldığını söyler.
Bu güç monarşilerde babadan oğula geçer. Süre olarak sınırsızdırlar. Yöneten kişi ölene kadar iktidarı elinde tutar.
Demokrasilerde ise bu yetki belli bir süre için verilmiştir. Belirlenen süre dolunca iktidar da kendiliğinden sona erer.

Kaynağı ne olursa olsun her iktidarın bir meşruiyet temelinin olması gerekir. Faşist yönetimler bile seçim yaparak ve o seçimi “kazanarak” meşruiyetlerini kanıtlamak gereksinimini duyarlar ve varlıklarını, iktidarlarını sağlama bağlarlar.
  
Meşruiyet meşru olma halidir. Meşru Arapça (ﻣﺸﺮﻭﻉ) “şer” sözcüğünden türemiştir. Yasa koymaktan (teşri) gelir. Meşru, Türkçe sözlüklere göre genel anlamda dinen yasak olmayan, dine, şeriata, akla, vicdana ters düşmeyen, yürürlükteki yasalara, örfe ve geleneklere uygun olan şeylerdir.
Bu tanımlamadan anlaşıldığı gibi kral, padişah veya seçilmiş vekil de olsa hiçbir yönetici toplumun vicdanına, ahlakına, yasalara aykırı hareket edemez. Kendisine verilmiş veya tanınmış olan iktidar olma hak ve yetkisi bu koşullara bağlıdır. Yönetici kişi bu koşulları değiştirmek istiyorsa iktidarın, egemenliğin kaynağına başvurmak, ondan bu koşulları değiştirme yetkisi almak zorundadır. Aksi halde meşruluğunu yitirmiş olan yöneticilere karışı yönetilenlerin yasalara uymama,  itaatsizlik etme hakları doğar.
Bir küçük örnek vermek ve kısa bir açıklama yapmak gerekirse; yapılan bir seçimle iktidar yetkisi verilmiş olan vekiller kendi aralarında çoğunluğu sağlasalar da ve hatta tümü anlaşmış olsalar bile yürürlükteki Anayasa’yı değiştiremezler. Çünkü halk sandıkta onlara yalnızca yönetme yetkisi vermiştir. Anayasa değiştirme, yeni bir Anayasa yapma yetkisi vermemiştir. 2/3, ¾ gibi çoğunluklarla kabul edilecek bir düzenleme de Anayasa niteliği kazanamaz. Tarihteki örneklerine bakıldığında bu gerçeği görebiliriz.
Aynı şekilde çağdaş uygarlık değerlerine, insan haklarına aykırı düzenlemeler bir anayasa, bir toplum sözleşmesi niteliği kazanamazlar. Somutlaştırırsak; bir kurul ve hatta bir halk örneğin, ela veya mavi gözlü olanlar görüldüğü yerde öldürüleceklerdir, bu durumda olanların yaşama hakları yoktur şeklinde bir yasa çıkartmış olsa veya bir inanca ya da inançsızlığa sahip olanların bu ülkede yaşama hakları yoktur şeklinde bir yasa kabul edilse ne olacaktır? Bu hüküm anayasa kuralı haline getirseler bile bunların bunu yapan iktidarlara herhangi bir meşruiyet kazandırmayacağının altını çizmek gerekmektedir. Buna karşın böyle bir düzenleme yapılırsa ne olur? Halk ağzıyla söylemek gerekir ise kavga çıkar, kaos olur.

Halkın direnme, özgürlüğüne, egemenliğine sahip çıkma hakkı meşruiyetsizliğin şekil ve derecesine göre sivil itaatsizlikten isyana kadar değişen şekillerde gerçekleşebilir, mutlaktır ve hiçbir şekilde sınırlandırılamaz. Böyle durumlarda devlet dayanağı olan güç kullanma yetkisini yitirdiğinden, meşruiyeti kalmadığından zor kullanan bir zorba, bir haydut durumuna düşer. Halkın zorbayı zor yolu ile yenmesi, haydudu etkisiz hale getirmesi en doğal hakkıdır.

Anlatılan bu nedenler doğrultusunda yönetilen halkın yasalara uyma zorunluğu varsa yönetici iktidarın da verdiği söze, içtiği anda uyma zorunluğu vardır. Bu kuralı halkın da iktidarın da aklından çıkarmaması gerekir. İktidarda olan, gücü elinde tutanların bu gücü öngörülen sınırlar içinde ve amacına uygun olarak kullanması sorunludur.

Demokrasilerde iktidara karşı onun zıddı olan ve geleceğin iktidar adayı olan bir muhalefet vardır ve olmalıdır. Muhalefetsiz bir demokrasi düşünülemez. Buna politika retoriğinde çok partili sistem adı verilmektedir. Çok partili sistem başka bir anlatımla plüralist (çoğulcu) demokrasi demektir.
Çoğulcu demokrasilerde bir değil birden çok görüşün, yönetim anlayışının söz ve temsil hakkı vardır. Bu görüşlerden birisi desteklenip diğeri engellenemez. İktidar veya muhalefet partileri kendi programlarını halka özgür ve eşit koşullarda anlatırlar, halk da bunlardan birini veya birkaçını kendilerini yönetmek üzere sandıkta belirler.
Yönetme hakkı kadar bunları eleştirme hakkı da vardır. Düşünce ve ifade özgürlüğü iktidar görüşünü benimseyenler için de muhalefet edenler için de vazgeçilmezdir. Devletin, hangi taraftan olursa olsun halkın Anayasa’dan doğan bu haklarının kullanmasını engellemek değil kolaylık sağlamak ödevi vardır. Taraflara eşit ve adil davranmak yükümlülüğü bulunmaktadır. Örneğin, halkın örgütlenme, toplantı, gösteri ve yürüyüş yapma haklarının güvenlik içinde kullanılmasını sağlamak devletin, devletin güvenlik güçlerinin görevidir.

İktidarı elinde tutanların ele geçirdikleri bu güç kendilerinin gücü değil halkın onlara bir dönem için verdiği, devir ettiği gücüdür. Yönetenler bu gücü halk için ve halk yararına kullanırlar.
İktidar eline geçirdiği gücü kendi varlığı için ve varlığının devamı için kullanıyorsa, kamu kaynaklarını kendilerinin ve yandaşlarının çıkarları için kullanıyorsa, muhalefetin eleştirilerine kulak vermediği gibi o görüşleri engellemek istiyorsa, onların iktidar olma şanslarını yok edici eylemlerde bulunuyorsa bunun adı demokrasi olmaktan çıkar.
Demokrasiler çoğunluğun istediğini yapacağı, azınlığın çoğunluğun isteklerine katlanacağı bir sistem değil toplumu oluşturan bireylerin tümünün barış, güven, huzur ve refah içinde yaşamasını sağlamak için yapılması gerekenlerin seçilenler aracılığı ile vicdana ve ahlaka uygun, eşit ve adil olarak yapıldığı bir sistemin adıdır.

İktidarın, iktidarı elinde tutanların ödevi oylarını aldıkları çoğunluğun isteklerini yerine getirmekten ibaret değildir.  Çoğunluğun olduğu kadar azınlığın da haklarını korumak, kollamak ve geliştirmek ödevleri vardır. İktidarın ödevi bu işlerin tümünü yapmaktan ibarettir.
Muhalefetin en asli ödevi iktidarın karar ve uygulamalarını eleştirmek, hükümeti yasal yollardan devirmek, önereceği yol ve yöntemlerle, yeni kurulacak bir hükümetle halkın daha iyi yaşayacağını anlatmaktır. Muhalefet partisi iktidar partisinin devamı için çalışmaz. Böyle bir beklenti muhalefetin varlık nedenine aykırı olur. İktidar ve muhalefetin birleşeceği tek nokta her ikisinin varlığını tehlikeye atan, atacak olan gelişmelerdir. Muhalefetin ödevi yarın iktidara gelmek için çalışmaktan ibaret değildir halkın tümünün güven, barış ve huzuru için iktidarı denetlemek ve uyarılarda bulunmaktır.

İktidar ile muhalefet arasındaki biricik fark, halka hizmette yöntemlerinin farklı olmasından ibarettir. Bu gün iktidar görevi olanların yarın muhalefet ve bu gün muhalefette olanların yarın iktidar olma sorumlulukları vardır. Her ikisi de bu sorumluluklarının bilinçlerinde olmaları gerekir. Eğer iktidar ve muhalefette olanlar bu sorumluluklarının gerektirdiği şekilde hareket etmezlerse halkın her ikisine karşı da bildiği yöntemlerle göre mücadele hakkı doğar. Halk böyle durumlarda kendine daha uygun adayları bulur.

Muhalefet sözcüğü de dilimize Arapça’ dan girmiştir. Sözcüğün aslı Arapça  (muχālafat), muḫālefet’tir. Anlamı bir tutuma, bir görüşe, bir davranışa karşı, aykırı olma durumunu, bu durumda olan kişi ya da kuruluşları ifade eder. Muhalefet ve muhalif kavramları demokrasilerde iktidarın dışında olan parti veya partileri anlatmada kullanılır.

Arapça χlf kökünden türetilmiş olan, muχālafat مخالفة  karşıt olma, karşıtlık, zıtlık, zıddiyet anlamlarını taşır. Arapça χalafa خلف  (birinin) ardından konuştu, topluluktan farklı, aykırı düşündü eyleminin mastarı mufā”alat şeklindedir.

Eskiden kullanılış olan hilaf sözcüğü de aynı kökten türetilmiş olan zıtlık, karşı olma anlamlarına gelmektedir. Halef χlf kökünden gelen χalaf خلف  birinin ardından gelen veya yerine geçen, ardıl demektir. Hilafet sözcüğü de aynı kökten gelen halefin, halifenin görevlerinin tamamı veya yapılan görevin makamıdır.

İktidarı elinde tutanlar değişirler, belli koşulların gerçekleşmesi durumunda değişmesi de gerekir. İktidarı devredecek selef ile devir alacak halefinin bu devir teslimi arasına herhangi bir nedenle boşluk doğarsa buna da fetret devri yani iktidar boşluğu adı verilmektedir.

Politika retoriği içinde ya da bu kavramın dışında bir de dilimize girmiş olan hizip klik ve fraksiyon sözcükleri bulunmaktadır. Bu sözcüklerden ilk ikisinin anlamları aynıdır. Klik dilimize Fransızca clique (=faction) sözcüğünden alınmıştır. Hizip, hizb Arapça olup her ikisi de bir bütünün parçası, kesri, bir düşüncenin tarafı anlamına gelmektedir. Politik anlamda fırka ya da parti sözcüğü yerine kullanılır. Örneğin Hizbullah, Allah’ın Partisi,  Hizb ut Tahrir, Pan İslam’ ik Radikal Parti gibi…

Fraksiyon ise Fransızca fraction sözcüğünden dilimize girmiştir. Politik bir parti içinde, ayni partinin politikalarını beğenmeyip karşı çıkan küçük bir grubun yürüttüğü eylemlerdir,  Bu ayrılıkçı (fractionnel) eylemlerin amaçları arasında yeni bir parti oluşturma düşüncesi de vardır.

Yukarıda iktidar ve muhalefet sözcüklerinin ilintilerini açıklarken az önce yaptığımız açıklamayı da buna eklemek gerekiyor. Yani muhalefeti iktidarın, iktidarı da muhalefetin zıddı, karşıtı olduğu kadar halefi olduğunu da hiç unutmamamız gerekiyor. Her ne kadar gerçek yaşamda böyle olmamış olsa bile karşıtlık kadar ardıl oluşu da birlikte düşünürsek daha ileri bir demokrasi için çok önemli bir kazanım elde etmiş oluruz.
İktidar ya da muhalefetin ortak bir paydada buluşmaları gerekir. Bu payda o topluluğu oluşturan bireylerin tümünü kucaklayan tasada ve kıvançta bir olma ülküsüdür. Ben demek yerine biz diyebilmektir.

Saygılarımla

26.03.2024
Ali Can Polat

 

 

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.