DOĞU SORUNU / KÜRT SORUNU
Türkiye’mizin Kürt Sorunu’ ndan önce bir Doğu Sorunu vardır.
Bu sorun bilerek ya da bilmeyerek bazılarının ellerinde araçsallaşmakta, giderek büyümekte ve daha çok baş ağrıtmaktadır.
!961 Anayasa’sının sağladığı görece özgürlük ortamında ülkede kapitalizmin bütün kurum ve kurallarıyla yerleştirilmeye başlandığı yıllarda bir yandan da buna itiraz eden işçi, emekçi ve öğrenci sınıf ve tabakalar tarafından konunun naif bir yaklaşımla tartışıldığını görüyoruz. 1965-1971 yılları arasındaki bu uyanışın önü 12 Mart muhtırası ile kesildi. 1973-1980 arasındaki uyanış da bir yandan CIA güdümlü, antikomünist karalayıcı propagandalarla, politik cinayetlerle, solun da çocukluk hastalıklarıyla sonuçsuz kalmış ve bir ABD darbesiyle yok edilmiştir. 12 Eylül cuntası 24 Ocak kararlarının uygulanmasının önündeki engelleri kaldırmak amacıyla yapılmıştı, başarılı oldu. Toplum apolitize edilirken, ekonomi tümüyle kapitalist-emperyalist sistemin kontrolüne ve sömürüsüne açıldı.
Bu yıllarda Türkiye’nin sözüm ona demokratikleşmesi öne sürülerek bağımsızlığından ödünler veriliyor, kamusal varlıklar adeta talan edilmeye başlanıyordu.
12 Eylül faşizmi askeri gücünü ülkenin ilerici güçleri üzerine balyoz gibi kaldırıp kaldırıp indiriyordu. Her türden demokratik hak ve özgürlükler askıya alınıyor, örgütlenme haklarına kısıtlamalar ve ambargolar getiriliyor, baskı ve işkence insanların dünyalarını karartıyordu.
Bu baskılar, işkenceler ve devlet terörü doğuda adına PKK denen bir terör örgütünün batıda da neo-liberal kullanışlı ahmakların doğmasına neden oldu. Doğudaki terör örgütünün finansmanını ve lojistiğini ABD açıktan açığa sağlıyor, onların görünür görünmez sponsoru oluyordu. Batıdaki neo-liberal ahmaklar da yine Batının koruyucu şemsiyesi altında tatlı su demokratlığı yapıyorlar ve ekonominin küresel sermayenin koşulsuz sömürüsüne teslim edilmesini istiyorlardı. Ülkenin bağımsızlık ve kültürel zenginliğini küçümsüyor ve en gerici unsurlarla el ve iş birliğine girişiyorlardı.
Emperyalizm bu kadarıyla da yetinmemiş kendisine tümden bağlı bir iktidarın kalıcı olarak varlığını sağlamıştır.
Doğuda Osmanlı Hanedanlığı döneminden bu yana süregelen ve bir türlü ortadan kaldırılamayan, kısmen batıdaki eski feodal sisteme benzer ağalık düzeni devam ediyordu. İktidarı elinde tutanlar bu sistemin biraz değişerek sürmesinde yarar görüyorlardı. Ağalar ile halkın politik tercihlerini kontrol altında tutabiliyorlardı.
Yatırım tercihleri “komprador” burjuvazinin istekleri doğrultusunda batı Anadolu’ ya kaydırıldığı gibi devletin Doğu Anadolu’ya yönelik teşvik ve yatırımlarını köstekleniyordu. Doğu Anadolu için ayrılan krediler ya Batı’ya kaydırılıyor veya bu krediler amaçlarının dışında tüketim için kullanılıyordu.
Bu durum Türk burjuvazisi ve bölgenin feodal ağalarının işlerine geliyordu. Tarım ve hayvancılık sistematik bir tarzda geriletilirken köyden kentlere akan göç Batıdaki sermaye için ucuz işgücü kaynağı oluşturuyordu.
İşte böyle bir ortamda 1980’ li yıllarda Diyarbakır ve başka illerin cezaevlerindeki işkenceler, köy baskınları, etnik ayrımcılığın üzerine uygulanan çok yanlış politikalar tepkilere neden olmuştur. Bu tepkiyi fırsat bilen bazı gruplar terör eylemlerine girişmişlerdir. Öte yandan halkın din ve inançlarını kötüye kullanan örgütler de türemişlerdir. Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü ve laik dünya görüşünü hedef alan bu örgütlenmeler ve eylemler iktidarlar tarafından başlangıçta 3-5 çapulcunun işi olarak küçümsemiş, kimi zaman da yükselen toplumcu hareketlere karşı bir seçenek olarak kullanılmıştır.
Bu terör örgütleri bölgemizdeki Irak ve Suriye savaşları boyunca artarak devam etmiştir. Bu örgütlerin finans ve lojistiği başta ABD ve Avrupa ülkeleri tarafından sağlandığı bilindiği halde adeta terörün devamını sağlamak istercesine yanlış politikalarda ısrar edilmiştir.
Doğu Anadolu’da yaşayanların sorunları ile Batı Anadolu’da yaşayanların sorunları arısında fark yoktur. Her iki bölgenin insanlarının sorunları ortaktır. Bu sorunlar emek-sermaye çelişkisinden kaynaklanmaktadır. Türkiye’nin doğusu ile batısı arasında kalkınmışlık farkı, tarım ve hayvancılığın önünde var olan ve sonradan getirilen engeller, köylerden kentlere ve doğudan batıya insan göçü başlıca sorunlardır.
Türk ve Kürt yurttaşların arasında bin yıllara varan bir kültür birliği vardır. Aynı şarkılarla ağlamakta, aynı şarkılarla, türkülerle gülmekte oynamaktadırlar. Birbirlerinden kız almışlar, oğlan evermişlerdir. Bu birlikteliği ve birlikteliğin getirdiği yeni toplum yapısını Kürt ve Türk hiç kimsenin görmezden gelmesi mümkün değildir. Türkiye’nin her noktasında her iki halk ortak ve kardeş olarak yaşamışlardır ve bu yaşamlarını sürdürmek zorundadırlar. Dil farkından kaynaklanan sorunlar demokratik yollarla çözülebilir, çözülmelidir. Kürt ve Türk yurttaşlar arasında yasal ve anayasal hiçbir fark gözetilmemiştir. Her iki halkın insanları ülkenin tüm kaynaklarından eşit olarak yararlanmaktadırlar.
Kürt ve Türk halkları arasına ayrılık tohumları ekmek her iki halkın da aleyhinedir. Bu ayrılıkçılık bu iki halkın dışında emperyalist devletlerin çıkarına hizmet etmektedirler. Onlar kendileri dışında kalan halkların olabildiği kadar küçük milliyetçi ve dini kimliklere bölünmesini isterler. Onların derdi başkalarının ulusal veya kültürel gelişimleri değil kendi sömürü düzenlerinin sürdürülmesidir. Kaynaklara daha rahat ulaşmak, ürettiklerini daha rahat pazarlamaktır. Ucuz işgücü sağlayabilmektir. Onların özgürlük anlayışları onların koydukları sınırlar içinde ve onların istedikleri şarkıyı insanların avazlarının çıktığı kadar yüksek seslerle söyleyebilmesinden ibarettir. Emperyalizmin, onların şirketlerinin yazdığı şarkıları değil de halklar kendi yazdıkları şarkıları söylemek istiyorlarsa önce bağımsız olmak zorundadırlar. Bu bağımsızlık ve getireceği özgürlük ayrışarak, bölünerek değil emek sermaye çelişkisini birlikte çözerek sağlanabilir.
Türkiye’nin 1984 yılından bu yana terör eylemleri için harcadığı paranın başta doğu Anadolu olmak üzere ülkenin tümünün kalkınma projelerine, eğitime ve sağlığa harcanabilmiş olsaydı bu gün bu sorunlarımızın hiçbirisini yaşamamış olacaktık.
Bugün iktidarı ile muhalefeti ile bu gerçeği görmeden bir çözüm söz konusu olamaz.
Genel veya yerel seçimlerde kim kiminle ne ortaklığı yapacak, hangi parti ya da aday diğerine nasıl çelme takacak hesaplarının ötesinde Türkiye’nin yeni baştan bir kalkınma planına, yeni bir enerji politikasına, sanayi kuruluşlarının lokalizasyonlarının gözden geçirilmesine, yeni bir tarım ve hayvancılık politikasına ihtiyaç vardır. Türkiye’ nin dünden farklı olarak gelişmiş insan gücü de vardır ve bu az da değildir. Kaynakların doğru değerlendirilmesi, ulaşım ve iletişim kapasitesinin genişletilmesi, doğru bir eğitim ve sağlık politikaları mümkündür. Komşularla dostluk ve barış içinde yaşamak için anlaşmaların yapılması da hayal değildir.
Sandığa gitmeden önce adaylardan bu sorunlara ve çözüm önerilerine karşı düşündüklerini bilmek hakkımızdır.
10.02.2024
Ali Can Polat