FİKRE SAYGI KONUSUNA KÜÇÜK BİR DOKUNUŞ

 

FİKRE SAYGI KONUSUNA KÜÇÜK BİR DOKUNUŞ

 

Bilgi sahibi olmakla fikir sahibi olmak arasında önemli farklar vardır. Bu farkı en güzel ifade eden ve klişeleştirerek bize armağan eden de değerli gazeteci, yazar, hukukçu üstadımız Uğur Mumcu’dur.

“Bilgi Sahibi Olmadan Fikir Sahibi Olmak”

Fikir sözcüğünün kökeni Arapça fikr’dir, fkr mastarına dayanır. Eylem şekli fakara, düşündü, akıl yürüttü anlamınadır. Sözcüğün Türkçedeki karşılıkları:

1. Düşünce, düşün, zihinde tasarlanan şey, bazen bir kuruntu, idrak, anlama,
2. Bir kimsenin belli bir konuda kendine göre vardığı yargı, hüküm, görüş, rey, oy, zan, inanç, kanı, kanâat,
3. Düşünme, düşünmek, fikretmek (tefekkür) olarak söylenebilir.
Fikretmek kimi yerde hatır saymak anlamına da gelmektedir.
Bazen de fikir, insanın belli bir konudaki niyetini, o işteki amacını ifade etmektedir.

Fikir sözcüğünün çoğulu da efkâr sözcüğüdür. Efkâr-ı umumiye, efkâr-ı amme halkın genel düşünceleri, kamuoyu anlamına eskiden kullanılan bir sözcüktü. Efkâr/ efkârlı bazen de tasalı, kaygılı, üzüntülü bir durumu anlatmak için kullanılmaktadır.

Arapça fkr mastarından ve fakr/fakara eyleminden türeyen sözcük öbeği: Fikr, fikir, efkâr, fikriyat, fikren, fikri, fikret vd.
Arapça yine fkr mastarından ve yine fakr eyleminden türemiş olan sözcük öbeği de: Fakr, fakir ve fukaradır.

Bu ikisi arasındaki ortak nokta fakr’ dır.  Bu farkı kökünü fonetik bir çağrışım olarak düşünmek yeterli değildir. İki sözcüğe dikkatlice baktığımızda bir eylemsizlik durumu söz konusudur. Fikir sözcüğünde zihinde yalnızca akılla bir çözüm arayışı, sorunu tanımlama çabası vardır.
Düşüncenin eyleme geçmesi, gözlem ve denenmesi söz konusu değildir. Fakirlik de eyleme geçememe yani gerekli şeylerin ve enerjinin bulunmayışı bir başka söyleyişle yokluk ve yoksulluk durumudur.  

Bilgi ve bilmek Türkçemizin bilinen en eski sözcüklerinden ikisidir. Çok geniş bir anlam yelpazesi vardır.

1-Bir şeyi öğrenmiş olmak. O şey hakkında görgü ve deneyim sahibi olmak,
2. Bir işin yapmak için el yatkınlığının, ehliyetinin, alışkanlığının bulunuşu,
3. Bir şeyi başarma yeteneğinin oluşu,
4. İşin aslını, gerçeğini anlamış, kavramış olmak,
5. Önceden bildiğini anımsamak,
6. Görünce, duyunca veya koklayınca o şeyin veya olayın ne ve nasıl olduğunu tanımış, kavramış olmak,
7. Bir şey nedeniyle birini sorumlu kabul etmek,
8. Değerlendirmek, takdir etmek:
9. Öyle olduğuna inanmak, sanmak, zannetmek,
10. Kabul etmek, addetmek, saymak,
11. Örneğin yağmur yüzünden oldu “Yağmur bir türlü dinmek bilmiyor.”
12. “Göre-bilmek: Görmeye gücü yetmek.” “Çıka-bilmek: Çıkmaya gücü yetmek.” (Kubbealtı S.)

Bilgi de;

1. Belirli bir konuda algılanıp anlaşılmış, zihince kavranmış olan şey.
2. Bir konuda belirli bir kanıya varmak için gerekli elementlerden her biri, veri.

Bunlardan da anlaşılacağı gibi bilmek eylemi ve bu eylem sonucu zihinde yer eden şeyler gözleme ve deneylere dayanmaktadır. Doğrulanma, doğruluğunun kanıtlanma olanağı vardır.

Saf akılla elde edilmeye çalışılan fikir, bilgi, yani şeyler ve olaylar hakkındaki kanı her zaman tartışmaya açıktır. Rahatça speküle olmaya uygundur. Çoğu kez aksinin ortaya çıkma olanağı vardır.

Modern, çağdaş bilimin doğuşuyla birlikte bu Aristoteles’ ci tümdengelimin yerini tümevarım bakış açısı almaya başlamıştır. Francis Bacon 16. Yüzyılda bu görüşlerini, eseri Novum Organon’da açıklamaktadır. Bacon’a göre bilgi soyut ve teorik bir gerçeklik değildir, olamaz. Bilgiden pratik çıkarımlar yapılabilir ve yapılmalıdır. Çünkü bilgi sayesinde bireyler bilinçli kararlarını verirler, sorunlarını çözer ve istedikleri amaca ulaşırlar. Bilgi güçtür, bireyi güçlü kılar.

Özetle söylemek gerekirse tümdengelimle eylemsiz kalan zihinsel düşün, bir kanı yoksulluk getirir. Yokluk, yoksulluk ise sorun çözmede işe yaramaz. Bilgi eğer gözlem ve denemeye dayalı ise başarı peşinden gelecektir. Bu anlamda bilgiyi Bacon gibi güç ve zenginlik olarak tanımlayabiliriz.

Bu açıdan baktığımızda gözlem ve deneye dayanmayan fikirler her zaman kanıtlanabilir bilgi karşısında güçsüz kalırlar.  Bu tür fikirlerde ısrar edenler güç kazanabilmek için fiziki güçten destek ararlar. Saf aklın ürettiği fikir yerine aklın deneyimlerle elde ettiği bilgilere dayanmak ve güvenmek ise bize güç, kendimize güven ve başarı getirecektir.

Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak şeklinde ortaya çıkan durum toplumumuzun ne yazık ki acı bir gerçeğidir. Öncelikle şu bilinmelidir ki; fikir sahibi olabilmek için yeterli bilgiye, bilgi birikimine gereklilik vardır. Eğer bu birikim yoksa fikir adıyla söylediğimiz şeylerin hepsi içi boş sözlerden, gevezeliklerden ibaret kalır. Böyle olunca da toplumda ne düzgün bir iletişim olur ve ne de kültürel ve bilimsel bir gelişim sağlanabilir.

İnanmak ise bilgi ve fikir sahibi olmanın da ötesinde kendisine söyleneni kabul etmek, kabul ettiği şeyin veya olayın gerçek, doğru, iyi ve güzel olup olmadığını hiç araştırmamak demektir.

Düşünmek insana fikirleri, gözlem ve deneyimler bilgileri kazandırıyorsa inanmak da imanı kazandırır. Fikir ve bilgi insanın kendisinin, kendi emeğinin ürünüdür.  İnanmak ise başkasına ait doğru veya yanlış bilgiler veya gerçekle ilgisi bulunmayan fantezilerden ibarettir.

Bu açıdan bakıldığında insanların alışılageldiği üzere “fikrine saygı duymak” şeklinde önümüze sürdükleri kavrama kuşku ile bakmak zorunda kalıyoruz. Fikirler ve bilgiler saygı duyulacak veya aşağılanacak şeyler değillerdir. Her zaman değerlendirilebilir, değerlendirilmelidir.

Bilgide bilgiyi yaratan ve üreten öznenin varlığı ikinci plandadır. Bilgi nesnel bir gerçekliktir. Oysa fikri yaratan veya üreten ön plandadır. Örneğin taşın sert, havanın sıcak olduğunu söyleyen kişinin kendisi önemli değildir. Taşın sertliği o kişiden bağımsızdır. Örneğin ben çikolatayı çok severim veya sevmem şeklindeki fikrimiz bize ait bir düşüncedir.
Taşın sert olduğunu tartışabilir iken çikolatayı sevdiğini veya sevmediğini tartışamamak bana çelişkili gelmektedir.

Derler ki “zevkler ve renkler tartışılmaz” oysa doğrudan değil ama dolaylı olarak sabahtan akşama kadar yaptığımız bu tartışmalardan ibarettir. Bana göre yerinde ve zamanında olmak koşuluyla bu tartışmalar dolaylı değil doğrudan da yapılabilmelidir. İnsanlar fikirleri ile kendilerini özdeş saydıklarından fikirlerinin tartışılmasını kendilerinin tartışılması gibi anlıyor ve bundan rahatsızlık duyuyorlar.

Bilginin değerlendirilme gereği,  geçerliğinin aksi kanıtlanana kadar olduğu genel bir kabul görmektedir. Ancak fikirlere gelince; tartışılması veya değerlendirmesi önüne “ saygı “ adıyla bir engel konmaktadır. Kanımca bu yanlıştır. Bu yanlış saygı duyulacak şeyin yanlış yerde aranmasının bir sonucudur. Saygı duymamız gereken insanın fikri veya bilgisi değil doğrudan bu toplumun bir bireyi olan insandır. Düşünce ve fikir üreten insan emeğine duyulan saygıdır. İnsana, bu toplumun bir bireyi olan insana saygıdır. İnsanın epistemolojik bir görüşle doğamızı dolduran canlı ve cansız her varlık gibi ontolojik açıdan kimliğine ve kişiliğine duyulan, duyulması gereken saygıdır.

Aynı şekilde ben onun inandığı şeylere, inanç sistemine inanmıyorum ama onun inançlarına saygılıyım sözü de yanlıştır. Ben onun inancına veya inançsızlığına değil onun insan oluşuna, onunla birlikte bu toplumun bireyleri olmamıza saygılıyım. Onun inançlarına saygılıyım sözü kendi inançlarıma karşı saygısızlık olur ama onun kişi olarak varlığına duyduğum, duyacağım saygı beni de onu da daha yükseğe çıkartır.

17.12.2023
Ali Can Polat  

 

 

  

 

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.