CENNETİN YOLUNU TARİF EDER MİSİNİZ BANA?
Artık genç değildi ama yaşlı da sayılmazdı, saçlarına yenice aklar düşmeye başlamıştı. Gömleğinin kolları bileklerine kadar, paçaları da dizlerine kadar kıvrılmış, sıvanmış bir acelesi var gibiydi, telaşlıydı. Yüzünden biraz üzüntü biraz endişe okunuyordu. Tüm gücünü topladı, iki elini dua eder gibi göğsünün üstünde birleştirdi. Son bir kez sağı solu gözüyle taradıktan sonra dilencinin sadaka istemesine benzer kırık dökük bir sesle “beyim” dedi, yolumu şaşırdım. Sabahtan çıktım yola, arıyorum bulamıyorum, cennetin ne tarafta olduğunu, bana cennetin yolunu gösterir misiniz, nasıl gideceğimi bana tarif eder misiniz?
Bey şaşkın, ne diyeceğini bilemedi. Boğazını küçük öksürük denemeleriyle temizledi ama bir yanıt veremedi. Çünkü o da bilmiyordu.
Beyin kolundaki geniş şapkalı, alımlı hanım gözlerini adamdan ayırıp uzaklara çevirdi.
Yabancı dedi. Sen yanlış bir şeyi, yanlış bir yerde arıyorsun. Sen cennetin tam ortasındasın ve sen cennette yaşayan bir kimsesin. Güldüğün yer cennet, ağladığın yer cehennemdir. Biri yeşil yaprak diğeri kızıl alev rengi. Yaşamana devam et. Cennetin bundan daha iyisini bulamazsın.
Bize gelince yani ben ve eşim sabahtan değil on yıllar öncesinden yola çıktık, cehennemi görmedik ama cenneti de bulamadık. Dante gibi arafta bir o yana bir bu yana gidip dönüyoruz, gidip dönüyoruz. Sen çok şanslısın, bizden önce elysium güzelliklerini yaşıyorsun. Alımlı hanımın elini kolu arasında tutan beyimiz rahatlamış bir eda ile eşim haklı dedi.
İki taraf birbirlerine sevecen gözlerle bir süre bakıştılar biri bir tarafa ikisi de bir tarafa gittiler. Onların boşluğunu bir saksağan doldurdu. Bu konuşmalara bir anlam verememişe benziyordu.