NEFRET DİLİ

 

NEFRET DİLİ

Sevgi ile nefret veya sevmek ile nefret etmek birbirlerinin karşıtı mıdır? Aşk ve nefret arasında nasıl bir ilişki vardır?

NEFRET sözcüğünün etimolojisi bize anlamını kavramada yardımcı olabilir. Nefret sözcüğü bizim dilimize Arapçadan girmiştir. Arapça nfr kökünden gelen nafrat نفرة  “1. Kargaşa, kaçışma, panik, 2. Antipati (antipátheia αντιπάθεια), (birisinden) kaçınma” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça nafara نفر  “ürktü, ürküp kaçtı” eyleminden türetilmiştir.

Aynı kökten gelen ve dilimizde kullanılan bir sözcük te nefer sözcüğüdür. Arapça aynı nfr kökünden gelen bu sözcüğün anlamı 1. Çete, hayvan güruhu, akıncı birliği, ordu, 2. Asker, er’ dir. Sözcük Arapça nufūr veya nafar نفور/نفر  “ürkme, irkilme, (bir hayvan güruhu) ürkerek kaçışma sözcüğünün eylem biçimidir.

Görüldüğü gibi sözcüğün anlamında bir kargaşa, panik ve kaçma, kaçınma hali hemen göze çarpmaktadır. Sözcüğün bu anlamında Farsça nafrīn (< nā-afrīn, lanetleme, nefret etme çağrışımları da dikkatimizi çekmektedir.

Sözcüğün İngilizcesi hate, hatred, Fransızcası détester eylemidir.

Nefret günlük yaşamda 1-Bir kimseye, bir şeye karşı duyulan çok olumsuz duygu 2-Tiksinme, tiksinti anlamlarını ifade etmek için kullanılmaktadır. Nefret, bir kimsenin kötülüğünü, mutlu olmasını istememeye yönelik ve o kişiye karşı beslenen olumsuz duygulardır.

Bir kişi kendini rahatsız eden, özgürlüğünü kısıtlayan, aşağılayan, haksızlığa uğratan şeylerden ve olaylardan bu eylemleri yapan insanlardan ve başka canlılardan nefret eder.
Ayrıca kendisi gibi olmayan kendisi veya içinde bulunduğu grubun özelliklerini taşımayan kişilerin varlığına katlanamayıp onlardan da nefret edebilir.
Kişi kendisine haz veren şeyleri engelleyen şeylerden veya kişilerden nefret eder. Kişi bazen de kendisinin yapamadığı şeyleri başkalarının yaptığını görüp kıskandığından onların varlığına dayanamadığından nefret eder. Bu tür nefretin öznesi çoğu kez kendisini büyük görme, megalomani içindedir.
Nefret bunlardan başka aşırı veya hastalıklı hazza yol açıp içsel çatışmaları da körükleyen bir duygudur.
Bir kimse nefretini dışarıya yansıtmadığı sürece bu durumu antipati olarak değerlendirebiliriz ancak bu duygusunu söz, yazı veya başka yollarla eyleme dönüştürür ise o zaman eylemin adını nefret olarak değerlendiriyoruz.

Robert J. Sternberg, ( 1949/-) ABD uyruklu bir psikolog) nefret kavramını incelerken üç öge üzerinde duruyor. 1-Tehlikenin yıkıcı hale gelen yakınlığını kendinden uzaklaştırmak için durumu olumsuz bir çerçeve içine alma, isyan, 2- Aşırı korku, öfke veya tutku, 3-Kendisi için önceden çok değerli olan veya kutsal ya da tabu olduğuna inandığı nesne ve olayların değerinin düşürüldüğünü görüp duyarak yaşadığı panik.

Sigmund Freud, nefreti kendini koruma sorunuyla bağlantılı görmekte kişiyi mutsuz kılan şeyin kaynağını yok etmek isteyen insanın benmerkezci davranış biçimi olarak tanımlamaktadır.
Bir başka psikolog, nefret kavramını kendi değerler sistemindeki bir yıkıma karşı duyulan öfke ve bu öfkenin saldırgan eylemlere dönüşmesi olarak tanımlamaktadır. 

Bir başkası, İngiliz yazar ve psikanalist Adam Phillips (1954/-)  bir ilişkide nefret ve nezaket duygularının arasında bir bağ olduğunu ileri sürmekte ve kişiler arası hayal kırıklıkları ve bunlarla ilişkili düşmanlıkların duygusallıktan uzaklaşılarak kabul edilmesi durumunda kalıcı ve gerçek dostlukların doğabileceğini söylemektedir. Bu görüş bize ilişkilerin değerlendirilmesinde öznellikten çok nesnel bir bakış açısının daha yararlı olduğunu düşündürmektedir.

SEVGİ ise bir kişiye ya da bir nesneye karşı duyulan ilgi, bağlılık, içtenlikli bir yakınlık duygusu, derin bir sevecenliktir ve bununla birlikte o kişinin ya da şeyin iyiliğini veya o durumun sürekliliğini isteme, onun için özveride bulunmayı göze almadır.
Bu duyguların o kişiye bir haz vermesi halidir.
Ondan kendisine bir zarar gelmeyeceğine inanmadır, gelecek bir zarar olursa onu başka bir yolla giderebileceğini düşünmedir.
O kişiye karşı göstereceği içtenliğin karşılık bulması halinde bu durumun yararlı olduğuna inancıdır.
Bir sorun olduğunda o kişinin kendisine dost-arkadaş olarak yardım edeceğine inanmasıdır. Bu inanç çevresinde duyduğu rahatlık, huzur ve mutluluktur.

Sevginin de türleri vardır. BNGV/Kavram Mutfağı ve alicanpolat.com /Kavram Mutfağım adlı web sitelerinde Amatör Profesyonel kavramlarını irdelerken sevgi türlerini yazmıştım. Antik çağlardan bu yana gelen ve genel kabul gören bu sınıflandırmaya göre sevgi çeşitleri sekize ayrılmaktadır. Bunlar: 1-Eros: Erotik sevgi, 2-Philia: Etkileyici sevgi, dostluk, 3-Storge: Aile sevgisi, 4-Ludus: Oyun sevgisi, 5- Mania: Takıntılı sevgi, 6-Pragma: Kalıcı sevgi, 7-Philautia: Benlik sevgisi ve 8-Agape: Özverili sevgi. Bunların biri veya birkaçı birlikte olabilirler. Bu sevgilerden bazıları aşk, bazıları sempati olarak adlandırılabilir. Sempati /sympathie Eski Yunanca pásχō, path- πάσχω, παθ- “hissetme, acı duyma” eylemine syn+ ön ekiyle ve +ia eki takılarak türetilmiştir.

Sevgi ve nefret her ikisi de kişiye özgü, sübjektif duygular olmakla birlikte sonuçları çok kez toplumu çok yakından ilgilendirir. Psikolojinin konularına fazla girmeden bunların farklı ve benzer yanlarını anlatmaya çalışıyoruz.
Bu iki duygudan sevgi olumlu ve yapıcılığı, nefret ise olumsuz ve yıkıcılığı ifade etmektedir.
Birinde huzur ve barış diğerinde huzursuzluk ve savaş hali vardır.
Deneyimlerden anlaşıldığı gibi savaşlar daha kısa barışlar daha uzun sürelidirler. İnsanların genel isteği sevgi le barış içinde yaşamaktır.
Herkes sevgiyi kendisine yol gösterici kabul ederken hiç kimse nefret duygusunu kendisine kondurmaz.
Sevgi empati  (kabaca, kendisini onun yerine koyma) duygularını geliştirirken nefret empati duygularını da yok eder.  
Sevgide karşılık olsun olmasın bir rahatlık, yakınlaşma ve güler yüzler varken nefrette huzursuzluk, korku, panik, kaçma, kaçınma ve çatık kaşlar vardır.
Sevgi halinde insanın kendisine güven nefret halinde ise kendisine bir güvensizlik hali vardır.
Sevgide başkalarının iyiliğini görünce kendisiymiş gibi sevinme varken nefrette başkalarının iyiliğini çekememe, kıskançlık vardır.  

Aşk ister erotik ister platonik anlamda olsun tutkulu bir sevgi, sevginin tutkulu bir hali ise nefret de o sevginin kendisine ulaşılamayan veya o sevginin bir şekilde yitirilmesinin verdiği sıkıntı, yürek çöküntüsü halidir. Nefret duygusu içinde olan kişi bu durumun nesnel irdelemesini sağlıklı olarak yapamadığı için geride kalan “tutku” ile yetinilmek zorundadır. Sevginin kucaklayıcı, olumlu iyileştirici gücünden yoksun tutku ise kişiyi saldırganlığa yöneltir. Kişinin içinde doğal olarak var olan, olması gereken “sevgi” ayrı bir başlık altında incelenebilir. Bu incelemeyi Freud kişinin kişiliğinin, benliğinin oluşmasından başlatıyor.

Nefrete eşlik eden ikiz kardeşlerden bir diğeri de kıskançlık duygusudur. Kıskançlık isteyip de elde edememenin veya elde ettiğinin kendisinden alınacağına olan korkusunun, paniğinin yalın halidir.
Bütün bunlara karşın toplumda bazı kişiler nefret duyguları ile dolup taşarlar. Bu durum toplumsal yaşantıyı olumsuz yönde etkileyeceğinden ayrışmalara da neden olabilir. Dahası bu olumsuzluğun toplumun genel yapısını bozarak hukuksuzluğa da yol açar.

Bir toplumda değişik iletişim türleri içinde bu davranışların yaygınlaşması, iletişim dilinin nefret ve kıskançlık duygularıyla kirlenmesi çok acıdır. Nefret eden kişinin içinde bulunduğu acıklı durumun topluma bulaşması barış ve huzuru yok eder, ayrışmalara neden olur,  güven duygusunu zedeler, kural yerine kaos egemen olur.

Toplumun bağlı olduğu yasalarda nefret suçu ayrı bir başlık altında düzenlenmiştir.
5237 sayılı YTCK’ nın 02.03.2014 tarih ve 6529 sayılı Yasa’nın 15. maddesi ile değişik 122. nci maddesi Nefret ve ayrımcılık başlığını taşımaktadır. Yasanın önceki hali yalnızca ayrımcılık başlığını taşırken 2014 değişikliği ile “nefret” sözcüğünün başlığa eklenmesi yasa koyucunun konuya olan duyarlığını göstermektedir. Madde metni:

Nefret ve ayırımcılık

MADDE 122 – Dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılığından kaynaklanan nefret nedeniyle;

a)Bir kişiye kamuya arz edilmiş olan bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya kiraya verilmesini,
b) Bir kişinin kamuya arz edilmiş belli bir hizmetten yararlanmasını,
c) Bir kişinin işe alınmasını,
d) Bir kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını, engelleyen kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Ceza yasasında bu eylemler suç olarak düzenlenmiştir. Eylemci suç olarak yaptırıma bağlanan bu eylemi “önyargı saiki (=güdü) ile” işlediği zaman suçun niteliği nefret suçuna dönüşmektedir. Ancak nefret söyleminde zaten bu eylem yasalarda başlı başına suç olarak düzenlenmiştir. Söylemin ifade özgürlüğü içinde kalıp kalmadığı ayrıca değerlendirilmelidir.

Sözü edilen 122. maddenin gerekçesi konuyu biraz daha açıklayıcı niteliktedir.

Gerekçe’nin ilgili bölümü: Ancak menfi nitelik arzeden ve ihmal tabiatında bulunan bütün bu hareketler maddenin birinci fıkrasında gösterilen saiklere bağlı olarak gerçekleştirilecektir; yukarıda belirtilen olumsuz hareketler, kişilere karşı kökenleri, cinsiyetleri, aile durumları, örf ve âdetleri, kişilerin değişik felsefî inançları, ayrı bir etnik gruba mensup bulunmaları, farklı ırk, din, mezhep mensubu bulunmaları nedeni ile gerçekleştirilmiş olacaktır. Yoksa söz gelimi iş sahiplerinin beğenmedikleri kişileri işe almamalarının cezalandırılması söz konusu değildir. Amaç, vatandaşlar arasında çeşitli etmenlere dayanan grup mensubiyeti nedeniyle ayrım yaptırmamaktır. Madde böylece aslında millet bireyleri arasında bölücülük yapılmasını önlemek amacını gütmektedir.

Bu yasal alıntılar ve açıklamalardan da anlaşıldığı yasalarımız nefret duygularını korumamakta tam aksine cezalandırmaktadır.

Halkımız bu yasal güvencenin bilincinde olmalı ve gerektiğinde devletin hukuksal desteğini talep etmelidir. Yani daha açık bir anlatımla gerektiği yerde şikâyet ve dava haklarını kullanmalıdır.

Ancak konu yargı önüne gelmeden yapılması gereken şeyler de vardır. Yapılması gereken bu şeyler yargı sürecinden çok daha önemlidir.

Bir örnek verirsek konu biraz daha iyi anlatılmış olabilir. Elimde bir kesimin yere göğe sığdıramadığı, dayanaktan yoksun övgülerle yücelttiği şair, yazar Necip Fazıl Kısakürek’in bir kitabı var. Kitap Moskof adını taşıyor. Kitap kapağı ile birlikte 350 sayfa ve her satırında akıl almaz bir Rus düşmanlığı var. Kitap tarihsel gerçekleri anlatmak yerine bir komşu ülkenin politikalarını, o ülke insanlarının hal ve hareketlerini, ırk, inanç ve kültürlerini ayrıca o insanların fiziki yapılarını yerden yere vurmakta, aşağılamakta ve alay etmektedir. Burada onun hakaret ve düşmanlık duyguları içeren nefret dolu söylemlerini yinelemek istemiyorum. Merak eden olursa kitabı alır okur.
Bu yazar ülkelerin, devletlerin arasında kalıcı bir dostluğun olamayacağını, bu ilişkilerin çıkar ilişkileri çevresinde şekillendiğini hiç dikkate almamakta, din ve milliyet önyargılarıyla adeta içindeki kini kusmaktadır. Aynı şeyleri dünyada başka bir ulustan bir başka yazarın bizim için yaptığını düşünürsek işin ne kadar trajik bir hal alacağını öngörebiliriz. Söz konusu edilen komşu ulus ile 1917 Ekim devriminden bu güne gelene kadar aradan 100 yıldan uzun bir süre geçmiş olmasına karşın yazarın korku ve endişelerinin yersiz ve nefretinin de kendisine ait olduğu yaşamın gerçekleri tarafında doğrulanmıştır.
Yurtta ve dünyada barış ilkesi doğrultusunda komşularımızla iyi ilişkiler içinde olunması gelişme ve kalkınmamızın en büyük dayanağı olacaktır. Yazarımız kendisini at sırtında asıp kesmeye, dünyayı haraca bağlamaya hakkı olan bir ortaçağ askeri gibi görmektedir. Oysa 1919’lardan başlayarak sözünü ettiği bu ülke ve diğer komşu ülkelerle kurduğumuz iyi komşuluk ilişkileri ve sağladığımız barış ortamının ülkemize kazanımlarını görmezden gelmektedir. Onun kafasında bir ırka ve dine bağlı olanların her şeyi söylemek ve yapmak hakkı, başkalarının ise yalnızca bunlara karşı susmak ödevleri var. Böyle bir kitabı okuyan birçok kişinin kişiliği faşist bir ideoloji ile şekillenecektir. İdeolojiden öte kafası nefret söylemleri ile dolup taşmaktadır.
Moskof sözcüğü kuzeyimizdeki coğrafyada yaşayan, Slav soyundan Rusların kurduğu devlete başkentlik yapmış olan bir yerin, oblastın adından gelmektedir. Kent adının dilimizde söylenişi Moskova’dır. (Fransızca Moscou, İngilizce Moskow). Moskof  (Moskovite) Moskova’da yaşayanlar anlamına gelmektedir. Bunu bir Rus insanına söyleseniz hiçbir aşağılanma duygusuna kapılmaz, yerine göre teşekkür ederim der ve geçer. Ancak yazarımızın telaffuzunu kulağınızda duymaya çalışın, bir de buna gâvur sözcüğünü “Moskof gâvuru” eklediğini düşünün. Bu kinin, bu nefretin insan olan hiç kimseye bir yarar sağlamayacağı ortadadır. Ancak halkımızda yıllarca bu nefret söylemi ile olumsuz bir algı oluşturulmuştur. Yalnızca Rus halkı için değil Türk ve Müslüman olmayan başka halklar için de benzer nefret söylemleri hala devam ettirilmektedir. Aynı şekilde özellikle, Türkiye bağımsızlığından ödünler vermek pahasına NATO’ ya girdikten sonra anti-komünist bir propagandanın gönüllü militanı haline getirilmiştir. Bu insanlar, İşine gelmeyenleri aşağılamak, ötekileştirmek için gomonis diye yaftalamışlardır. Yıllarca gominisler Moskova’ya sloganları ile kin ve nefretlerini her yere kusmuşlardır.

Bu türden yayınlara karşı yasaklama yoluna gitmek değil ama bunun bilime, çağdaş dünya anlayışına, insan haklarına aykırılığı anlatılmalı ve halkın tek yönlü bilgilenmesinin önüne mutlaka geçilmelidir.

Günlük konuşma dilimizde yer alan kimi sözler üzerinde de durmak gerekiyor. Örneğin ya benimsin, ya toprağın veya af edersin keferenin dölü gibi sözlerin artık dilimizden sökülüp atılması gerekmektedir. Bu tür söylemler karşısında sessiz kalmak, onaylayıcı, benimseyici olmak yerine eleştirici, kınayıcı, ayıplayıcı olmak zamanı artık geldi.
Aynı şekilde bu topraklarda bizimle birlikte yaşayan bitki ve hayvanlara karşı da onların yaşama, varlıklarını, soylarını sürdürme hakları bulunduğu gerçeğini göz önünde tutmak ve canlı cansız doğamızın her elemanı ile eşit, adil bir yaşamı paylaşmamız gerektiği gerçeğini kabul edip bunun toplumda yaygınlaşmasını sağlamamız gerekmektedir. Hayvan dostlarımıza karşı nefret duyguları onları küçültücü söylem ve eylemlerimizi artık sona erdirmeliyiz. Karga niçin aptal, tilki niçin kurnaz olsun!

Bunları birkaç başlık altında toplayabiliriz.
a) Kamusal ve örgütsel iletişim içinde özellikle belli bir yetki ve gücü elinde tutan ve topluma örnek olabilecek kişilerin nefret ve hakaret söylemlerinden kaçınmaları.
b) Topluma yayın yapan radyo, televizyon, basın ve yayın organlarınca bu konulara duyarlı olunmalıdır.
c) Kitap, dergi, plak ve benzeri iletişim araçlarında ayrıştırıcı ve nefret duyguları yaratan yayınların olumsuzlukları halka anlatılmalıdır.
d) Televizyon dizileri ve sinema filmlerinde her tür ayrımcılığa ve nefret söylemlerine yer verilmemesi sağlanmalıdır. RTÜK denen kurum gerçek görevine dönmelidir.
e) Şarkı, türkü, hatta atasözü ve deyimlerimizin bunlardan arındırılması,
f) Halkımızda bir farkındalık yaratılması ve bilinçlendirilmesi,
g) Bu önlemler alınırken asla yasakçılığa, sansürcülüğe başvurulmaması, istenmeyen bu söylem ve eylemlere karşı olumlu örneklerin özendirilmesi yolunun seçilmesi gerekmektedir.
h) Bütün bu önlemler hukuksal sınırlar içinde eşit ve adil uygulamalarla sağlanmalıdır.

Bu önlemler tartışılabilir, yeni önlemler de eklenebilir. Amaç ayrımcılığı ve nefret söylemlerini önlemek olunca dilimizin de bunlardan arındırılması sağlanacaktır.

Toplumun bir kesiminde iletişim şiddet ve nefret dili üzerine kurulmaktadır. Toplumda taraflar giderek artan bir yaygınlıkta birbirlerine bu dili kullanarak sövmekte, hakaretler etmektedirler.
Yalnızca cumhurbaşkanlığının isteği ile soruşturulan hakaret konulu dosya sayısı çok uzak bir tarihte değil 10 veya 20 yıl öncesinde yüzlü, binli sayılarla ifade edilirken şimdi 250 binlere ulaşmıştır. Bu sayılar gerçekten ürkütücü bir büyüklüktedir. Bu sayı karşısında iki şey düşünülebilir. Ya bu halk düşüncelerini, eleştiri haklarını kullanırlarken şiddet ve hakaret dilini çok fazla kullanıyor veya olmadık şeyler için davalar açılıyor. Bu iki olasılığın ikisi de birbirinden kötüdür. Sayının büyüklüğü normal olmadığına göre işi ciddiye alıp nefret ve hakaret suçunun nedenlerinin ve sonuçlarının işin uzmanı kuruluşlarca, barolar ve üniversiteler tarafından bilimsel bir inceleme ve değerlendirme konusu yapılması zorunlu olmuştur.

Bir toplulukta insanların birbirlerini sevmeleri zorunlu değildir. Kimse kimseyi sevmek zorunda değildir. Ama bir toplumda kimsenin kimseye ayrımcılık yapmaya nefret söylemlerinde bulunmaya, söylemlerini eyleme dönüştürmeye de hakkı yoktur.
Nefret insan doğasına ve toplumsal gerçeklere aykırıdır. Nefreti, ayrımcılığı kaldırabilirsek, barış ve huzur içinde gelişen, kalkınan bir ülke ve o ülkenin mutlu insanları oluruz.

09.04.2023
Ali Can Polat

 

 

 

 

 

 

 

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.