İLETİŞİM ve PROPAGANDA DİLİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

İLETİŞİM ve PROPAGANDA DİLİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

İnsanlar birbirlerine duygu ve düşüncelerini dil aracılığı ile bildirir, açıklar ve paylaşırlar. Bu dil kestirmeden söylersek anadil veya sonradan öğrenilmiş olan dildir. Dil ne kadar zengin olursa, dil ne kadar doğru ve yerinde kullanılırsa anlatılacak olan şeyler karşı tarafça o kadar iyi anlaşılır. İyi bir iletişim, bir dili oluşturan sözcüklerin, kavramların, terimlerin, o dilin dilbilgisinin, telaffuzunun doğru bilinip doğru ve yerinde kullanılmasıyla gerçekleşir. Dilin doğru kullanılmasıyla duygu ve düşünceler doğru anlaşılacağından birçok şey, hiç sorun oluşturmaz veya var olan sorunlar büyümeden çözümlenir. Dilin iyi, doğru, düzgün kullanılmasıyla emek ve zaman israfının da önüne geçilmiş olur.
Bir topluluğu ulus yapan en önemli ögenin dil olduğunu söylersek hiç de yanlış olmaz. Dil birliği olmadan uygarlıktan söz edilemeyeceği gibi toplumsal ilerleme de sağlanamaz. Devletler de öncelikle dil birliği üzerinden kurulurlar.
Dil konuşulan dilden daha çoğunu kapsar. Konuşulan dilin yanında bir de beden dili, mimikler ve jestler vardır. Dahası yaşam stilleri ve o kişi veya kültür çevresinde oluşan, oluşturulan bir aura/ hava vardır. Bilgisayar kullanımının yaygınlaşması ile duygu ve düşüncelerin açıklanması için adına emoji/ émoji denen işaret kullanımı artmıştır. İnsanlar ateş yakma, duman çıkarma veya beyaz bayrak açma gibi işaretlerle de düşündüklerini anlatabilirler. Aynı şekilde resim, heykel ve müzik de bir iletişim aracı olabilir.

Dil, tat alan, besinleri ağız içinde sindirimlerini kolaylaştırmak, yutmak için hareket ettiren bir organ olmanın ötesinde gırtlaktaki, hançeredeki ses tellerini titreştirerek sese, sözcüklere dönüştüren bir organımızdır. Hayvanlar âleminde insan dışında kalanların çıkardıkları sesler çok sınırlıdır. Bunlar genellikle acı, korku, korkutma, açlık, cinsel istek belirtileri gibi şeylerden ibarettir.  İnsan ise beyni ile düşündüklerini ve duygularını ağzının içindeki dili kullanarak sözcüklere dökmüş ve bunu on binlerce yılda geliştirerek anlamlı seslere dönüştürebilme başarısını göstermiştir.

Yukarıda anlatılan bu iki işlevi de ifade eden sözcük “ dil ” sözcüğüdür. Yani süt içtim dilim yandı derken de anadilimiz derken de aynı sözcüğü kullanıyoruz. Dilimize Arapçadan alınmış lisan sözcüğü de bulunmaktadır. Lisan Arapça lisān لسان lsn mastarından türetilmiştir. Anlamı organ olarak ağzımızdaki dil ve bir de konuşulan şey’ dir, konuşma işlevidir. Arapça lasana 1. söz söyledi, 2. özellikle kötü söz söyledi, sövdü, söz dokundurdu anlamlarına gelmektedir. Aynı sözcüğün  Akatça lişānu, İbranice laşon, Aramice/Süryanice ləşānā şekliyle de karşılaşıyoruz.
Bu arada Arapçadan dilimize girmiş ancak son yıllarda unutulmaya başlayan lügat sözcüğünün de lisan sözcüğünün (language) kökü ile ilintili olduğunu söyleyebiliriz. Argo dilimizde gevezelik anlamına kullanılan laga luga da aynı köklerden türemiştir. 

İşin ilginç yanı bu dillerde sözcük (lisan-lasana-laşon) iki anlamını da yazımında ve fonetiğinde barındırdığı halde Arapçadan aldığımız lisan sözcüğüne bizde yalnızca konuşma işlevi yüklenmiştir. Türkçede lisan deyince ağızdaki dil akla gelmez.

Kedidili, kapının dili gibi tamlamalar konumuz dışında kaldığı için buraya almıyoruz.
Bir de Osmanlıcada Farsça ile harmanlanmış, çılgın gönül anlamına kullanılan “dil i şeyda” var. Bu tamlamadaki dil ise gönül anlamına gelmektedir.

İngilizcede bu ikisini birbirinde ayırmışlar. Ağızdaki dil için tongue, konuşma işlevi için ise language kullanmışlar. Fransızlar ise langue sözcüğünü bizim gibi iki anlam için de kullanılabilmektedirler.

Konuşma dili yanında bir de beden dili vardır. Bunlar insanın belli düşünce ve duygularını, konuşan kişinin kişiliğini ve o andaki psikolojik durumunu yansıttıkları gibi birçok kez de konuşmadaki anlamı güçlendirmek amacıyla kullanılmaktadırlar.
İletişim ve beden dili konularında bir hayli araştırma yapılmış ve çok değerli eserler yazılmıştır. İlgilenecekler, merak edecekler için birkaç tanesini not edebiliriz. Dilin Tarihi/ S.Roger Fischer – İletişim Tarihi/David Crowley, Paul Heyer – İletişime Giriş/ Prof.Dr. Aysel Aziz – İletişime Giriş/ Nazife Güngör ve Beden Dili/ Doç.Dr. Ersin Altıntaş, Devrim Çamur.

Beden dili (Latince corpus lingua, Fransızca le langage du corps, İngilizce body language)  sözsüz bir iletişim şeklidir. Beden diline örnek olarak gösterilebilecek hareketlerimiz bir hayli çoktur. Gülme ve gülümsemeden tutun da el ve ayakların duruş tarzı, oturuş biçimi, bakış farklılıkları, eliyle saçını düzeltme ve daha birçokları sayılabilir.

Mimiklerimiz de iletişim için doğrudan veya dolaylı bir araçtırlar. Mimik sözcüğü dilimize Fransızca mimique sözcüğünden alınmıştır. Kökeni Eski Yunanca mîmos μῖμος olup taklitçi, soytarı sözcüğüne + ikos soneki takılarak türetilmiştir.
İnsanların düşünceleri yer ve zaman içinde yaşadıkları doğal ve toplumsal etkileşimler sonucu çok derin farklılıklar gösterebilirler, buna koşut olarak konuştukları dil de ayrışır. Yeni yeni diller doğar. Dünyada konuşulan ve unutulup gitmiş olan dillerin sayısını işin uzmanları bile bilememektedirler. Duygular ise o kadar çok değişmez. İnsanlar acıya karşı üzülerek, ağlayarak, hazza karşı sevinerek, gülerek karşılık verirler. Üzüntüyü, sevinci dışa vurmalar farklı olsalar da özü aynıdır. Dolayısı ile Bir Vietnamlı çocuk ile bir Belçikalı çocuk anadilleri farklı olmasına karşın az ya da çok bir ölçüde anlaşabilir. Oyuncağı kırılan her iki çocuk da ağlar. Biri ağlarken diğeri gülmez. Tarzanca da diyebileceğimiz bu iletişim insanların daha çok duygularının harekete geçmesi, geçirilmesiyle oluşmaktadır.

İnsanlar bu mimiklerini kullanarak bir de sanat geliştirmişlerdir. Mim Sanatı/ Arte de Mime. Eski önemini yitirmiş olsa da günümüzde yine bar ve kabarelerde mim sanatı gösterilerine rastlanılmaktadır.

Palyaçolar ve soytarılar da mim sanatını kullanarak belli bir konuyu anlatabiliyor. 

Aynı şekilde sessiz sinema dönemlerinde seyrettiğimiz Eisenstein’in Potyomkin Zırhlısı,  Charlie Chaplin’in Modern Zamanlar ’ı hemen gözümüzün önünde beliriveriyor. Bunlar çok başarılı idiler.

Sözcüğün Eski Yunanca’ daki kökeninin mîmos olduğunu yukarıda belirtmiştik. Sözcüğün taklitçi, soytarı anlamına geldiği bilinmektedir. Bu noktada mîmos sözcüğünden türeyen mimesis sözcüğünü de anımsayalım. Eski Yunanca mimesis sözcüğü, mîméomai μῖμέομαι  taklit etmek, benzerini yapmak eylemine + sis soneki takılarak türetilmiştir. Mimesis çocuğun annesini, babasını taklit etmesinden başlayarak bütün bir yaşantımızı etkiler. İnsanlar bir şey yapmanın en kolay yolunu o şeyi bir başka yerde gördükten sonra aynısını, benzerini yaparak bulmuşlardır. Sanatın doğumunda da ister empresyonist ister ekspresyonist olsun artan azalan ölçüde taklit vardır. Plastik sanatlarda da, müzikte de bir taklit, benzerini yapma, örneğin doğadaki sesleri çıkartma, doğaya öykünme tarzında bir taklitçilik vardır. Edebiyat veya diğer sanat kollarında usta çırak ilişkisi bazen etkilenme, esinlenme olarak karşımıza çıkmaktadır. Güneşin altında söylenmemiş söz kalmadı deyiminin karşısında bu ölçüde bir taklitçiliği doğal karşılamak gerekmektedir. Elbette bir başkasının eserini bire bir, üstüne bir şey katmadan aynısını yapmak sanatın özgünlüğü anlayışı ile asla bağdaşmayacak bir intihal durumudur. Bu bizim konumuzun dışındadır, aynı şekilde telif eserleri koruma yasalarına aykırı tutum ve davranışlar da anlatmaya çalıştığımız kavramın anlamı dışındadır.

İletişim türlerinden biri de jestlerdir.  Jest’in iki anlamı bulunmaktadır. a)Konuşurken el, kol, ayak ve başla yapılan belirli ve anlamlı hareketler. b) Yerinde yapılan ve beğenilen davranışlar. Türkçemizde jest sözcüğü daha çok ikinci anlamı ile kullanılmaktadır. Ancak özellikle tiyatro sahnesinde, sanatçıların bütün el, kol, ayak ve beden hareketlerine bu ad verilmektedir. Sözcük bize Fransızca geste sözcüğünün okunuş şekliyle geçmiştir. Kökeni yapılan şey anlamına Latince gestus sözcüğüdür.

Buraya kadar sıraladığımız araç ve yöntemler insanlara iletişim için çok zengin olanaklar sunmaktadır. Dilimizde “tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” diye bir atasözümüz vardır. Bunun gibi önümüzde bir kapı varsa bize düşen ödev elimizde, cebimizde bulunan en uygun anahtarı kapının kilidine sokmaktır. Eğer uygun anahtar yoksa anahtarcıya gidip bir anahtar yaptırmamız gerekir. Uygun anahtarı kilide sokmaz veya çilingire uygun bir anahtar yaptırmazsak ya kapıyı kıracağız veya kapının dışında kalmaya razı olacağız.

Dil ve diğer iletişim araçlarını bilmek ve yerinde kullanmak kadar iletmek istediğimiz konuda bizim meramımızın (=amaç, erek, istek) genel anlamda kabul görecek türden olması da gerekmektedir. Bir iletişimin (communication) başarılı olabilmesi
1-İletişimde bulunan “verici” kişiye ilişkin koşullara,
2-İletişimde bulunulacak “alıcı” kişiye ilişkin koşullara,
3-İletinin (message) kendisine ve
4-İletişimi etkileyen doğal ve teknolojik koşullara, ortama (channelle, medium) bağlıdır.

Görsel ya da işitsel iletişim yüz yüze olabildiği gibi gazete, radyo, televizyon ve sosyal medyalar kullanılarak uzaktan uzağa da yapılabilir. Bu iletişim yöntemlerinin uygulanabilmesi için ortak-temel bir sözvarlığına, belli işaretlere, simgelere gereksinim vardır.  Ayrıca bunların anlamları konusunda kültürel bir yakınlığın bulunması gerekmektedir.

İletişim karşılıklı, interaktif olabileceği gibi belli bir iletinin alıcısından vericisine ulaştırılmasıyla da olabilir. İnteraktif iletişimlerde geri bildirimler de çok önemlidir. Bu yöntemle iletişimin amaçlarına ulaşması kolaylaştığı gibi yeni düşüncelerin de doğması sağlanmış olmaktadır.

İletişim türleri, Prof. Dr. Aysel Aziz’in sıralamasıyla:

1-Kültürler arasındaki iletişim
2-Kitlesel iletişim
3-Örgütsel iletişim, kamusal iletişimler
4-Halk ve kamu iletişim ve etkileşimleri
5-Grup ve takım iletişimleri
6-Kişilerarası (inter-personal communication) iletişimler
7-İçsel iletişim, (intra-personel communication) insanın içsel diyaloğu

Bu türler birbirinin üzerine biner ve yedi katlı bir piramit oluştururlar. Bu piramidin tabanında içsel iletişim, piramidin en üstünde de kültürel iletişim yer almaktadır. Bu türler özelden genele ve azdan çoğa göre sıralanmışlardır.

İletişimin özetlenen bu kısa özelliklerine karşın kapıyı uygun anahtar ile açmak yerine kapıya omzuyla yüklenmek birçok kez ileti sahibinin (communicateur) omzunun ezilmesine neden olacağı gibi iletişimin başarısı da tehlikeye girecektir.

Pazarlamacı nasıl ki; ürününü satmak için iyi bir reklam kampanyasına gereksinim duyuyorsa iletişimcinin de benzer gereksinimleri vardır. Pazarlamacı ürününü piyasaya sürmeden önce pazarlamacılık uzmanlarına bir fizibilite raporu hazırlatır. Ürünün alıcısının alım gücünden başlayarak onların sosyal kültürel yapılarını, ileriye dönük beklentilerini bir bir inceler ve sonunda ürünün satış kararını verir. Hiçbir işveren elindeki sermayesini kaybetme tehlikesini göze alarak üretim yapmaz, satamayacağı bir ürününü de piyasaya sürmez.  

Daha somut bir örnek verebiliriz. Colgate-Palmolive ABD sermayeli bir firmadır. Bu firma 1873 yılında kurulmuş olup aralarında diş macunu ve diş fırçaları da olmak üzere bir dizi kişisel bakım ürününü üretir ve pazarlar. Bu firmanın ürünleri arasında bir de Misvak adını taşıyan bir diş macunu bulunmaktadır. Misvak nedir sorusunun yanıtını Wikiwand veriyor. Misvak (Arapça: السواك – sivak), Salvadora persica (Arapça’da arak olarak bilinen) ağaç dallarından yontularak elde edilen doğal diş temizleme malzemesi.
Diş fırçasına geleneksel bir seçenek olarak, uzun zaman öncesinden beri kullanılagelmiştir. Misvak, arak, peelu veya Salvadora persica olarak adlandırılan ufak ağaçlardan elde edilir.
Misvak çalısı daha çok Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda yetişiyor. Arap yarımadası, Afrika’nın bazı bölgeleri, Güney Hindistan, Orta Asya ve Güneydoğu Asya’da yetişmektedir. 

Hz. Muhammed’in de dişlerini bu ağacın dalından kesilmiş ve ucu diş fırçasına benzer şekle getirilmiş dal parçası ile temizlediği bilinmektedir. Bu gelenek aktarıla aktarıla bu güne kadar gelinmiştir. Peygamberin yaşantısındaki bazı adet ve alışkanlıklar etrafındakiler ve sonradan bunları yorumlayan din adamlarınca “sünnet” olarak kabul edilmiştir. Böylelikle bu çalıya bir dinsel değer bir kutsallık eklenmiştir. Buraya kadar anlatılanlar tarihsel değeri ve önemi olan saptamalardır.

Ne var ki; Müslümanların Hz. Peygamberin sünneti konusundaki duyarlıklarını öğrenen bir ABD firması bu duyarlığı değerlendirmek ve bunu kullanarak yatırım yapmak, para kazanmak istemiştir. Firmanın amacının hiçbir şekilde inanmadığı bir sünnetin yerine getirilmesine ve yaygınlaşmasına herhangi bir katkı sağlamak olmadığını onun amacının parasına para katmak olduğunu vurgulamak yeterli olacaktır. Firmanın yaptıkları bu kadarla kalmamakta ürününü pazarlarken kullandığı reklamda yalan söylemekte ve Müslüman halkların dinsel duygularını sömürmektedir.
“Firma (bu diş macunu) çürüklere karşı koruma sağlarken içerdiği misvak özü ile ferah bir nefes sağlar.”
Gerçekten, öyle mi? Hz. Peygamberin bundan 1400 yıl öncesinde diş fırçası yerine kullandığı misvak fiziki bir temizlik sağlamakta ağız mukozası ile herhangi kimyasal ya da biyolojik etkileşme, reaksiyona girmemektedir. Bitkinin yapısında da özütünde de iddia edildiği gibi etki yapan bir madde bulunmamaktadır. Bu konuda yıllar öncesinde İstanbul Diş Tabipleri Odasınca hazırlanmış bir raporu da vardır. Konu Tüketici Mahkemesine gelmiş ve davacı İzmir Barosu avukatları davada haklı  bulunmuş ve firmayı tazminat ödemeye mahkûm ettirmişlerdir. Ancak bu hukuksal girişimler kalıcı bir çözüm sağlamamış firma bu cezayı ödemiş ve daha büyük bir hızla yoluna devam etmiştir.

Plasebo etkisi altında kalan veya bilinçsiz yahut dönen dolaplardan habersiz Müslüman tüketici ürün hakkında övücü yorumlar da yapabilmektedir. İşte onlardan iki tanesi: 1-Ürün favori macunumdur ancak şu sıralar hiçbir yerde satışı yok buradan buldum aldım satıcı 100 ml yazmış ama 75 ml’lik ürün yollamış ve üretimi ülkemizde yok sanırım Arapça yazılı ürün göndermiş. Bir başka kullanıcı da şunu yazmış, 2- “çok memnunum, tavsiye ederim.”

Tartışmanın bu noktasında bu ürünün pazarlandığı yerlerin nereleri kapsadığı araştırılır ise durum açıklığa kavuşacaktır. Colgate firmasının bu ürünü yalnızca Müslümanların yaşadığı bölgeler için üretilip pazarlanmaktadır. Örneğin Fransa, İngiltere, Brezilya veya ABD’ de Misvak markasına rastlanmaz. Burada soracağınız Niçin sorusunun yanıtı yukarıda verilmiştir.

Müslüman coğrafyalarında yaşayan halklar bu oyunu bozmalı ve dinsel değerlerinin bir meta aracı olmasına izin vermemelidir. Din ve milliyet duyarlığı olan yurttaşlardan ve yöneticilerden bu beklenir. Hz. Peygamber’in bir sünnetine, misvaka karşı sevgi, sempati veya saygının gösterilme yolu elin Müslümanlıkla bir ilişkisi bulunmayan bir firmasının ürününü alıp kullanarak, ona haksız kazanç sağlayarak ve enayi durumuna düşürülüp alay konusu olunarak olmaz, olmamalıdır.

Bu firma pazarlama ve iletişim tekniklerini çok iyi değerlendirerek ve kullanarak kazancını artırmıştır. Bu yönü ile firma başarılıdır. Ancak firma etik, ahlaki değerleri yok saymakta ve umursamamaktadır. Firma diş macunu ve diş fırçaları üreten firmalar karşısında haksız bir rekabet avantajı da sağlamaktadır.

İletişim yaşamın her alanında, örneğin politikada da çok önemlidir. Kişilerarası iletişimde olduğu gibi politikacılarımızın da iletişim teknikleri konusunda yeterince bilgiye sahip olmaları ve bu bilgileri uygulamaları gerekir.
Politikacı ile halk arasında ortak-temel sözvarlığı, belli işaretler, simgeler ve anlamları konusunda bir görüş birliği olması gerekmektedir.

Politikacının öncelikli amacı ve ödevi gerçeği, yalnızca gerçeği anlatmak ve gerçek dışında hiçbir şeyi söylememek (truth, the whole truth and nothing but the truth) olmalıdır. Bunu gerçekleştirebilmek için yemin etmeye de gerek olmamalıdır.

Politikacı içinden çıktığı halkın bir parçası olduğunu unutmamalı, onları küçük görmemeli, onlara tepeden bakmamalı ama popülizmin çekiciliğine de kapılmamalı, halk dalkavukluğu yapmamalıdır. Kendisinin veya bir grubun çıkarına değil halk için halk yararına önerilerde bulunmalıdır.

Politikacı ile halk arasında kurulan karşılıklı ilişki tehdit, korku ve şantaj içermemelidir. Politikacı eline geçirdiği gücü kullanırken eşitlik ve adalet ilkelerinden ayrılmamalıdır. Politikacı halkın desteğini sağlayabilmek için etik ve ahlak değerlerinden, erdemden ödün vermemelidir. Kazanmanın geçici olduğunu, halkın verdiği desteği her an geri çekebileceğini dikkate almalıdır.

Halkın da anlatılanları sadece kimlik ve kişilik aidiyetini göz önünde tutarak tarafını belirlememesi anlatılan şeylerin veya sağlanan yararların toplumsal yararlar ile örtüşüp örtüşmediğini, uzun vadeli olup olmadığını değerlendirerek kararlarını vermesi gerekmektedir.

Bu arada en önemli konulardan bir tanesi de politikacıların kendisi gibi politika yapan politikacılara ve halka veya halkın bir kesimine ayrıca halkın da bütün politikacılara ve kendisi gibi düşünmeyen diğer halk kesimlerine karşı şiddet dili kullanmamaları çok önemlidir. Tarafların konuları düşünmek, düşündürmek, ortak akılla çözümler üretmek yerine kendi veya karşı tarafın duygularını harekete geçirip bir galeyan havası yaratmamaları gerekmektedir.

Plüralist, demokratik bir toplumda esasen olması gereken bu şeylerin yaşamda ne yazık ki gerçekleşmediğine, üzücü şeylerle karşılaşıldığına tanık olmaktayız. Ülkemizde yeni bir seçim öncesinde tarafların Anayasa ve yasalarda belirlenmiş hak ve özgürlükleri yok sayan söylem ve eylemleri ile karşılaşıyoruz. Dilde şiddet, birbirlerini temelsiz ve dayanaksız suçlamalar, hakaret ve sövmeler çok üzücü olmaktadır.
Politikacının veya herhangi bir konuda iletişimde bulunacak olan kişinin öfkesini kontrol edememesi ve sesini yükseltmesi, tartışma yerine şiddeti seçmesi onun esasen anlatacağı şeylerin güçlü kanıtlara dayanmadığını, bu eksikliği bu yollar gidermeye çalıştığı şeklinde anlamalı ve yorumlamalıdır. İyi bir politikacının veya communicateur’ün yapması gereken bu oyunu sakinliği ile kontrol altına alıp bozmasıdır.

Halka örnek olan, halkın kendisine örnek aldığı politikacıların ve halkın bir kesiminin kullandığı şiddet dili giderek yaşamın her alanına günlük konuşmalara kadar yansımakta, bu da toplumda barış ve huzuru, dayanışma duygularını yok etmektedir.

Her şeyin güç ile çözülebileceği inancı toplumda yerleşmeye başladıkça yasalara ve adalete de güven büyük ölçülerde azalmaktadır. herkes kendi güvenliğini sağlamak için bireysel çözümler peşine düşmektedir.

Bir futbol maçı düşünelim. Bu maçlarda stadyumu dolduran ortalama 30 bin dolayında seyirci ve 2-3 bin kadar da amigo vardır. Seyirciler maçı seyredip heyecanlanırlarken sırtı oyunculara dönük amigolar halkı coşturmaya çalışırlar. Çoğu kez atılan golü bile görememiş olan bu amigolar herkesten daha çok bağırır ve gösterilerini böylece sürdürürler. Onların işi budur. Her seçim yaklaşırken bu amigolara benzeyen fanatik taraftarlar çıkarlar, demokratik bir kararın alınmasına engel olurlar.

Politikacıların dilde şiddeti öne çıkarmaları halkın bir kesimini duyguları ile hareket etmeye, şiddet eylemlerine özendirmektedir. Yaratılan tehdit ve korku ortamı halkın bir kesiminde sandığa gitmemeye kadar uzanan bezginliğe ortam hazırlamaktadır. Bu da yapılacak seçimin güvenliğini tehdit ettiği gibi çıkacak sonuçların da adil olmayacağı düşüncesine yol açmaktadır. Başka bir deyişle seçimlerin meşruiyeti tehlikeye girmektedir.

Yaşadığımız şiddet dilinden örnekler vermeye gerek olmadığı kanısındayım. O örnekleri hepimiz biliyoruz, üzülerek yaşıyoruz.

Kör topal da olsa 100 yılını doldurmakta olan cumhuriyet demokrasimizin kazanımlarını koruyarak ve yeni yüzyılına bu hastalıklardan arınarak girmesi umut ve dileklerimle saygılar sunuyorum.

07.06.2023
Ali Can Polat

 

 

 

 

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.