ADAY OLMA – SEÇME/SEÇİLME HEYECANI, TUTKUSU, TAKINTISI

 

ADAY OLMA – SEÇME/SEÇİLME HEYECANI, TUTKUSU, TAKINTISI

Demokrasilerde bazı kamusal görevlerin yerine getirilebilmesi için o toplumun bireyleri arasından birilerinin hiç kuşkusuz görevlendirilmesi gerekmektedir. Bu görevlendirme işi toplumlarda seçme hak ve yeterliği bulunan kişilerin seçilme hak ve yeterliği bulunan adaylar arasından bir veya yeterli sayıda kişileri seçmesi şeklinde olmaktadır. Demokrasilerde seçmek bir hak olduğu kadar bir ödevdir de. Seçilmek de bir hak olduğu kadar bir sorumluluktur.
Bu görevlendirme işi genel olarak daha önceden belirlenmiş 1, 2, 4, 5 yıl veya daha uzun-kısa süreler için yapılmaktadır.

Seçimlerde seçme hakkını kullananlar bazen isteksiz davranabilmekte ve seçime katılmamaktadırlar. Katılma oranı toplumdan topluma değişmekle birlikte çoğu kez ortalama % 50 – 85 arasında değişmektedir. Seçme için duyarsız, kayıtsız kalanlar bazen seçimlerin sonuçlarını etkileyecek kadar yüksek olabilmektedirler.

Seçilmek için aday olanların sayısı ise her zaman çok yüksektir. Toplumda seçilecek kişi sayısının birkaç katından daha çok aday çıkabilmektedir.

Bu çelişkili durumun nedenleri üzerinde durulmaya değer. İlk akla gelen, toplumda seçmek doğrudan yarar sağlamayan bir külfet gibi algılanmaktadır. Bunun aksine seçilmek seçim sonuçlarının açıklanması ile birlikte seçilmiş kişiye büyük bir çıkar sağlayacağı inancı egemendir. Seçim için oyunu kullananlar oy verdikleri kişi veya partinin kazanması durumunda bir spor takımının bir maçı kazanmasında olduğu gibi sevinirler. Taraftarları kuru bir kutlamanın dışındaki bu sevinme hali genellikle 24 saat sonunda sona ermektedir. Seçimi kazanan adayın ise balkon konuşmasıyla başlayan sevinci seçenlerine teşekkür adı altında başlar ve günlerce sürer. Oy veren kişilerin, seçimlerin gizliliği kuralı ile kimlikleri bile belirsiz olurken seçilmiş olanların adı, fotoğrafları veya bağlı oldukları sloganlar uzun süre gündemde kalır.
Belki de bu yüzden seçme işi önemsiz bulunurken seçilme işi öne çıkartılmaktadır. Oy verenler alkışlamakla yetinmek zorunda kalırlarken seçilenler omuzlarda taşınmaktadır.

Belki bu yüzden, insanlar oy verip unutulmak istememekte, aday olup seçilip omuzlarda taşınmak istenmektedirler.

Oy veren seçmenler bazı demokrasi türlerinde kendilerine oy verecekleri adaylardan sağlayabilecekleri yararları garanti altına almak isterler. Seçim öncesi seçmen ve adaylar arasında, genellikle kahvelerde, kıraathanelerde yapılan toplantı ve söyleşilerde şu diyalog yaşanmaktadır. Belediye başkan veya meclis üyeliği için aday olanlar konuşmaları için hazırlanmış kürsüye çıktıklarında; seçilirlerse görev süreleri boyunca programlarını, bu programdaki işleri yapabilmek için projelerini seçmenlere anlatırlar, yani seçim propagandalarını yaparlar. Ancak uyanık seçmenler bu projelerden hiç haz etmezler, üretime dönük olanlarını pek uygun bulmazlar. Çünkü bu işler genellikle uzunca bir zaman alır. Üretim işinde işçi veya işveren olarak kazanmak kadar kaybetmek de vardır. Bunun yerine seçmen kendi projelerini öne sürer ve adaylara kabul ettirmeye çalışır. Yani seçimde adaylar seçmenlere değil seçmenler adaylara kendi rant propagandalarını yaparlar. Sayın diye başlayan bu konuşmalar içinde en kestirmeden sonuç alanı “bizim şu caddenin köşesindeki arsaya, sen seçilirsen kaç kat inşaat izni vereceksin” yahut “iskân ruhsatı için bize hangi kolaylıkları sağlayacaksın?” Bu manevra karşısında şaşıran politikacı çaresiz arkadaşlarla yaptırdığımız inceleme ve hazırlattığımız raporlara göre… diye başladıysa hemen uyanık seçmen bıyık altından gülerek yeni bir hamleye başvurur. Senden önce dün akşam burada (A) partisinden gelen sayın başkan adayı hazırlattırdığı raporunda 5 kat vaat etti, eğer sen bunu 6 kata çıkarırsan, hiç endişen olmasın benim ve arkadaşların oyları blok halinde sizin olacaktır. Yok, eğer ı ıh dersen, onu da siz veya sizler bilirsiniz. Aday kuralcılıkta ısrarcı olursa tasını tarağını toplayıp gitmesi en hayırlı iş olacaktır. Eğer gitmez ise onu aday olduğuna pişman edecek, içinde güç kullanma dâhil (b) ve (c) planları yürürlüğe girecektir. Eğer 6. Katta anlaşabilirler ise üzerine çıkılacak çatı katı da işin komisyonu olacaktır. Böylece seçen de memnun, seçilen de memnun olacaktır. Malum, bir büyük demokrasi pirinin sözü daima kulaklarda çınlar. “Demokrasilerde çare tükenmez.”

Sanılmasın ki bu “kazan ve kazan” formülü tek taraflıdır. Adaylar da seçmenlerine el altından masa üstünden açık ya da kapalı önerilerde bulunurlar. Kamuya ait işler bilindiği gibi ihaleler aracılığı ile yapılmaktadır. Kimler bu ihalelere nasıl hangi koşulları göre katılacak ve kimler kazanacaklardır. Bu algoritmayı en iyi yapan ve çözenlerin seçimleri kazanacakları su götürmez bir demokrasi gerçeğidir.

Bu “kazı kazan” algoritmasını kabaca yapıp yüze göze bulaştırmak da var. Bir de yüzde yüz doğa, ülke ve halk zararına olan bu cingöz Türkiye klasiğini belli soslara bulayıp, draje haline getirip halka seve seve yutturmak da var. Elbette bütün bunlar politikada profesyonellikte ne kadar yetenek kazanılacağına bağlıdır. Haklı olarak bu soslar nedir, neyin nesidir diye sorulabilir. Uzatmaya hiç gerek yok her dönemde ve her yerde politikacıların (dürüst olanlar bu değerlendirmelerin elbette dışındadırlar) başvurdukları en önemli iki yöntem var. Bunlardan bir tanesi dincilik diğeri milliyetçiliktir.

Bu cingöz politikacıların hiçbiri kullandıkları inanç ve etnisitenin gerçek savunucusu ve uygulayıcısı değillerdir. Azalan çoğalan miktarlarda bunları kendi amaçlarına kalkan olarak kullanırlar. Kendi amaçlarının tehlikeye girdiğini anladıkları anda ellerindeki tüm güçleri karşı taraf için kullanmaktan geri kalmazlar. Bu güçler kamuya ait veya bağlı oldukları sınıfların yerli ve yabancı kaynaklarıdır. Bu cingöz politikacılar ellerindeki olanakları kendilerine kazandırmak kadar karşı taraflara kaybettirmek için de kullanırlar.

Anımsamakta yarar vardır. Demokrasi gereksinimi çağdaş anlamada bilindiği gibi ilk önce İngiltere’de lordların, kontların krala karşı ödedikleri verginin toplanması ve harcanmasına itirazlarından doğmuştur. Yurtsuz John olarak tanınan kralı çayırda yakalayıp 1215 tarihinde Magna Carta denilen o belgeyi imzalatmaları buna bir ilk örnek olarak gösterilir. Aynı şekilde 1774 tarihinde Amerikan devrimi yine liman vergilerine isyan ile başlamıştır. 1789 ‘ da Fransız devriminde de monarşiye feodalizme ve teokrasiye karşı burjuvaların, onların çalıştırdıkları proleterlerin ve yoksul halkın, Sans Culottes isyanının altında yine kendilerinden alınan vergi ve benzerlerinin kamuya harcanmaması konusu en büyük neden olmuştur.

Bu devrimler ve aydınlanma hareketi sonrasında kurulan demokrasilerde yine en büyük sorun bütçe sorunudur. Yani toplanan vergiler ve bunların nerelere harcandığı sorunudur. Türk tipi demokraside bütçe yasaları gerektiği gibi önemsenmez, aralık ayı sonunda çok hızlı bir maratonla halkın gözünden adeta kaçırılarak yasalaştırılır. Yıl boyunca da Bütçe Kanununu hiç kimse merak edip okumaz bile. Oysa bir ülkede en önemli yasa Anayasa ise ikinci önemli yasa Bütçe Yasasıdır.

Bir ülke sınırları içinde birbirine yurttaşlık bağı ile bağlı olan, tasada ve kıvançta kader birliği yapan topluluğun çalışmak ve üretmek hak ve ödevleri yanında kamusal görevlerin yerine getirilmesi için ödedikleri vergilerin nerelere harcandığını bilmek ve bunları denetlemek hakları da bulunmaktadır.

Bu basite indirgenen sistemin sağlıklıca işleyebilmesi için gelişkin demokrasilerde yasama, yürütme ve yargı erklerinin ayrılması. Yasamanın halkın gereksinimlerini karşılayacak yasaları yapması, yürütmenin bu yasaları uygun kararlar alıp uygulaması, yargının ise yürütmenin bu karar ve eylemlerini denetlemesi öngörülmüştür.

Yasamanın demokratik hak ve özgürlüklerin eşit ve adil bir ortamda kullanılarak yapılacak seçimlerle oluşturulması, kamu hizmetlerinin halkın yararına olacak şekilde yapılması, bütçenin eşit ve adil harcanması ve tüm bunların yargısal denetimden geçmesi yukarıda sayılan ve benzeri cingözlükleri önleyebilecektir.

Batı demokrasilerinde, ister parlamenter sistemde ister başkanlık ve yarı başkanlık sistemlerinde olsun erkler ayrılığı ilkesi geçerli olduğundan ve hukukun üstünlüğü esas alındığından bağımsız yargı ile denetim sorunsuzca yapılır. Bütün bu nedenlerle yapılacak olan genel veya yerel yönetim seçimlerinde bu kadar çok sayıda aday çıkmamaktadır. Örneğin Stockholm, Kopenhag gibi birçok kentin belediye meclislerine zaman zaman aday sıkıntısı bile çekilmektedir.

Seçime katılacakların yasaların aradığı yeterlik koşullarını bulundurmaları tartışmasız olup bunun denetimi kuşkuya yer vermemelidir. Aynı şekilde yasada öngörülenden çok, yani üçüncü kez aday olunamayacağı konusundaki emredici hükümlere hiç duraksamadan uyulmalıdır. Eğer aday bu koşulları taşımıyorsa taşıyan bir kimse mutlaka vardır. 80 milyonu aşkın bir ülke ve bunca parti mutlaka başka bir aday bulup seçime katılmasını sağlayabilir. Eğer başka yok deniyorsa bu demokrasi işlemiyor diye düşünmek ve bir çaresini mutlaka bulmak gerekir. Kişiler geçici, kurumlar kalıcıdır.

Eğer ülkemizde seçimler bir beka meselesi haline geliyor veya getiriliyorsa, adaylar seçilmeyi bu kadar çok tutku ve takıntı haline getiriyorlarsa bunun üzerinde durulması çok önemlidir. Elbette bir dernekte, sendikada, partide, yerel veya genel yönetim aygıtlarında yönetici olarak seçilmek toplumun, halkın çıkarları doğrultusunda hizmet çok iyi bir şeydir. Bu insana hiç kuşkusuz bir haz ve onur kazandırır. Ancak seçilen kişinin maddi veya manevi olarak elde edecekleri ile topluma hizmet olarak verecekleri, hak ve yetkileri ile yükümlülük ve sorumlulukları arasında bir denge olması gerekmektedir. Bu anlatılanlardan çıkacak ilk sonuç adayların yönetmenin ötesinde bir beklentileri var mıdır, bu beklentiler nelerdir sorusudur. Bu konuda aday olacakların ilk önce mal varlıklarını kamuya beyan etmeleri gerekmektedir. Program ve projelerini çok açık ve net olarak açıklamaları gerekmektedir.

Yapılacak seçimin güvenliğini ve çıkan sonuçların meşruiyetini sağlayabilmek için başta YSK olmak üzere toplumun her kesiminin Anayasa ve yasalara uygun eşit, yansız ve adil olmaları en önemli koşuldur.

Adayların vaatleri kendilerinin ne kadar becerikli olduklarından önce projelerinin halkın ve ülkenin yararlarına ne kadar uygun olduğu önemlidir. Belki bunlardan önce ülkemizde tarım ve hayvancılık başta olmak üzere enerji ve sanayi yatırımlarının bilimsel bir yöntemle bir envanteri çıkartıldıktan sonra yine bilimsel kurumlar aracılığı ile 5 yıllık kalkınma planları yapılmalı ve bu planlara uygun yasal düzenlemeler öngörülmelidir. Üretim yerine rant devşirme ve bunu toplumun belli kesimleri arasında paylaşımı yönteminden artık vazgeçilmelidir. Toplumun tamamı bu yönde bilgilendirilmeli bilinçlendirilmelidir. Halka en yüce değerin olarak rant değil üretim olduğu bilinci anlatılmalıdır. Halkın da bu bilinç doğrultusunda bu ölçütlere uygun vaatlerde bulunmayan adaylara değer vermemesi gerekmektedir

Bir toplumda seçime katılacak parti ve aday sayısının çokluğu elbette iyi bir şeydir.  Ancak bu çokluk yukarıda açıklamaya çalıştığımız nedenlere dayanıyorsa üzerinde durulması gerekmektedir. Birbirine yakın görüşlü kişi ve partilerin uzlaşmaz tutumlarının altında yatan nedenler irdelenmelidir.

Bir de seçimlerde seçilme şansı hemen hemen sıfır olan kişi ve partilerin seçime girmeleri üzerinde durulmalıdır. Yapay birliktelikler yerine milli bakiye olarak anılan sistemin uygulanmasına geçilmelidir. Bu partiler seçilebilmek için yan yana gelebiliyorlarsa seçimden sonra da koalisyon için yine bir araya gelebilirler. Eğer koalisyon için bir araya gelemiyorlarsa seçilmek için de yapay birliktelikler oluşturmalarına izin verilmemelidir.

Kişi adaylara gelince; örneğin cumhurbaşkanlığı seçimi için yasaca öngörülen belli sayıda imzayı toplamakta zorlanan veya başka amaçlarla başkaları tarafından verilen imzalarla o sayıya ulaşanların seçimde toplam geçerli oyların % 50+1 veya 2. turda çoğunluğu sağlaması mucizelerle bile olası değilken ısrarcı olmaları akıl ve mantık ile açıklanamaz. Hala bu yönde ısrarcı olunuyorsa amaçlarının seçimi kazanmak değil başka birisine seçimi kaybettirmek olduğu ortadadır. Eğer bu kişiler kendilerini buna inandırmışlar ise bir an önce hekime götürülüp tedavi ettirilmelidir. Eğer biz aday olalım bu yolla tarihe bir not düşelim diyorlarsa onlara söylenecek bir söz yoktur. Anayasal, yasal haklarını kullanmaktadırlar. Yolları açık olsun denebilir.
Bunların hepsinden önemlisi bir topluluğun anayasal varlık nedenleri, demokratik laik yapısı seçim sandığına sokulup çıkartılmamalıdır. Anayasalar toplumun her kesimini kapsayan, kucaklayan kurucu meclisler tarafından yapılırlar. Ülkenin sistemi birkaç yılda bir değişecek iktidarların elinde oyuncak olsun diye seçim yapılamaz. Bu acı gerçeğin toplumun üzerine bir karabasan gibi çökmesine izin verilmemelidir. Seçmek ve seçilmek hak ve yetkisi tüm adaylara ve seçmenlere bunlar kadar yükümlülük ve sorumluluklar da yüklemektedir.
Saygılarımla…

31.03.2023
Ali Can Polat

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.