” ŞOVENİZM / Chauvenisme ” nedir?
Şovenizm kendisinin bağlı olduğu bir ırkın üstünlüğü inancı ile abartılı ve saldırgan bir sözde vatanseverlik duygusudur.
Şovenizm sözcüğü kökeni Fransızca’ dır. Kaynağı konusunda çelişkili açıklamalar olsa da genel kabul gören anlatı şöyledir: 1789 Fransız İhtilalinden sonra I. Cumhuriyetin ve Napoleon’un ordularında görev yapan askerlerden birinin adı Nicolas Chauvin’dir. Bu asker cepheden cepheye her savaşa katılmış yirmiye yakın yara almış ve bir o kadar da madalya ile ödüllendirilmiştir.
Yaşayıp yaşamadığı bile kuşkulu olan bu asker Fransız milliyetçiliğin ve vatanseverliğin bir simgesi olarak öne çıkartılmıştır. Ülkesi ve milleti için savaşta gösterdiği olağanüstü inanç, azim ve fedakârlıklar bu söylencenin doğmasına neden olmuştur.
Doğal olarak insan içinde doğduğu ailesini, yaşadığı, köyü, kenti ve ülkesini, ülkesinin kültürünü sever. Eleştirmiş olsa bile sevgide öncelikli olan kendi ailesi, kenti ve ülkesidir. Chauvinisme/şovenizm ile ulusalcılık/milliyetçilik ve yurtseverlik/vatanseverlik arasında küçük ama çok önemli bir fark vardır. Bu fark birinde her hal ve kârda kendi ırkının ve ülkesinin değerlerinin üstün ve haklı olduğu inancıdır diğerinde ise ulusların her birinin ayrı ayrı saygın olduğu, ulusların varlık ve yaşam haklarının birbirine eşit olduğu düşüncesi yer almaktadır. Şovenist bir düşünce içinde, özellikle devletlerarası savaşlarda kendi ülkesinin tarafını tutmayanlar, eleştirenler ihanetle, hainlikle, bozgunculukla suçlanabilirler.
Marksist anlayış içinde ulus kavramının kapitalizmin üretim ve pazarlama sistemi içinde doğmuş bir kavram olduğu, artık bundan sonra üretim ilişkisi içinde başat çelişkinin emek sermaye çelişkisi olduğu savunulmuş ve işçilerin ulus kavramı çevresinde değil 1848 manifestosunda açıklandığı gibi emek cephesinde bir enternasyonalde buluşması gerektiği ileri sürülmüştür. Teorik anlamda doğru olan bu çağrı pratikte her zaman uygulama alanı bulamamıştır. Kapitalizm emperyalist savaşlarla çevre ülkeleri ve insanlarını birlikte hegemonyası altına alırken karşısında yer alan ulus insanları işçisiyle, köylüsüyle ve sermayedarları ile birlikte emperyalizme karşı durmak zorunda kalmıştır. Nitekim 1. Büyük Paylaşım Savaşında Rusya Bolşevik Devrimi ile savaşı reddedebilmiş iken 2. Büyük Paylaşım Savaşında savaşın tam ortasında yer almıştır. Devrimin önderi proleter enternasyonalin oluşmasını ve onun gücü ile devrim yapmasını bekleseydi o devrim hiçbir zaman yapılamazdı. Lenin çok haklı olarak ve işin doğası gereği tek bir ülkede, Rusya’da sosyalizm denemesine girişmiştir. İkinci büyük savaşta da her ulus kendi ülkesi için ölümüne mücadele etmiştir. Emperyalizme karşı yurt savunmasına en güzel örnek bizim Kurtuluş Savaşımızdır. Böyle bir savaşa karşı çıkmak savaş öncesinde oluşan koşulları iyi değerlendirememek çok büyük bir yanlışlık ve aymazlıktır. Gaflet, dalalet ve hatta hıyanettir. Aynı şey faşizme karşı duraksama gösterilmesi hali için de geçerlidir.
Özetlemek gerekir ise; en geniş anlamda, şovenizm bir kişinin bağlı olduğu bir grubun, partinin, devletin çıkarlarını savunduğu iddiası ile her türlü eleştiriyi reddederek, hiç sorgulamadın, irdelemeden aşırı-abartılı, kör bir inançla o düşüncenin taraftarlığını yapmaktır. Ancak bu taraftarlığın temeli boş bir üstünlük iddiasıdır. Kendisi gibi düşünmeyen her kişi kurum ve kuruluşa karşı bu insanlar kin ve nefret duymayı araç haline getirirler. Bu da karşı tarafta bir savunma refleksi oluşturarak yeni düşmanlar, düşmanlıklar yaratır ve var olan düşmanlıkları daha da derinleşir. Bu yönü ile şovenizm son derecede tehlikelidir ve kimseye de bir yarar sağlamaz. Yaratılan düşmanlıklardan da ancak silah üreticileri tatlı kazançlar sağlarlar.
İnsanların ırklara ayrılması önceden görünmez bir güç tarafından sınıflandırılarak değil doğal bir evrim sonucunda olmuştur. İnsanlar arasında renk ve diğer morfolojik farklılıklar doğa ve iklim koşulları ile oluşmuştur. Ülkeler arasındaki kültürel farklılıklar da üretim ilişkileri sonucu doğmuştur. Ülkeler arasındaki ticaret ve diğer ilişkiler ise bu insanları birbirine yakınlaştırmış ve hemen hemen dünyanın dört bir köşesinde birbirleri ile karışmış, kaynaşmışlardır. Bugünün insanı dünkü kapalı ekonomilerin saf-ari ırkı değil tümü melezdir. Bir ülkede yurttaşların birbirlerine ve ülkesine vatandaşlık bağı ile bağlı olması, tasada ve kıvançta bir olması yeterlidir. Yurtta ve dünyada barış ilkesinin olmazsa olmaz koşulu ulusların eşitliği ve saygınlığıdır. Amaç ve ülkü olarak kabul edilecek olan bir ülkenin çağdaş uygarlığın tepesine kurulup oturması değil çağdaş uygarlık düzeyine ulaşması, dünyanın diğer halklarıyla, uluslarıyla iyi komşuluk ilişkisi içinde, barış ve huzurla, birlikte bir arada yaşamasıdır. Ülke içinde de tüm yurttaşların her birinin ayrı özellikleri, birbirinden farklılıkları vardır. Her birinin dünya görüşü ayrıdır. Kimisi senin inandığına inanır veya başka bir şeye inanır yahut da hiçbir şeye inanmaz. Aynı şekilde bu insanlar birbirlerinin özgürlüklerine engel olmayacak şekilde istedikleri gibi yaşama haklarına sahiptirler. Özgürlük herkes içindir.
Herkes sonuçta sadece insandır. Yeryüzünde yaşayan tüm insanların çalıştıklarında alınlarından akan ter, sevindiklerinde gözlerinde beliren ışıltı ve üzüldüklerinde gözlerinden akan yaş aynıdır. Bu güzel şeyleri görmeyip kendi olmayan özellikleri ile böbürlenmek, kibirlenmek hayatı koyu bir aptallıkla ıskalamaktır.
05.12.2022
aCp