Gördüğünüz gibi bir ağaç. Eylül ayında mevsim gereği yaprağını dökmüş, görünüşe göre kış aylarına bir hazırlık yapıyordur kendince. Belli ki; o da bir hüzün içinde. Ancak onun hüznü bizim bildiğimiz hazan aylarının hüznü değil. Köklerini düşünüyor gözleri yaşlı, çaresiz. Çaresizlik içinde bir çare arayışında.
Yol yapmak için irili ufaklı iş makineleri kırmışlar kayaları. Bir kez olsun sormamışlar ona. Kimbilir tohumunu hangi rüzgar savurdu, ya da hangi kuş veya bir kurt getirdi bu kayaların arasına bıraktı ve sonra unuttu gitti. O küsmedi, vay benim başıma gelenler diye dövünmedi. Buna da şükür dedi. Evdeki un, yağ ve şeker bu, bundan ibaret dedi, girişti yaşama savaşına.
Bahar geldi yeşerdi, kök saldı. Dalları, yaprakları, çiçekleri, analarından babalarından kalan geleneğe uygun olarak meyveleri oldu. Dalından ayrılan her meyveye yolunuz açık olsun. Bahtınız, talihiniz benden daha iyi olsun dileklerinde bulundu.
Yıllar geçti. Alıştı yerine, yaşamın zorluklarına, yaşamın kendisine verdiklerine. İyi günde güldü, kötü günde ağladı.
Yıllar geçti ardı ardına. Günün birinde kulakları sağır eden bir ses. Kıyamet kopuyor sandı. Kökleri yandı, kırıldı koptu. İş makineleri kayaları kırmış bir çok kökleri açığa çıkmıştı. Ağladı, ağlamanın bir yararı olmadığını anladı.
Sorunun üstesinden gelmenin ince ince tasarımını yaptı. Sabah eli çenesinin altında kara kara düşünürken bulduk onu. Geçmiş olsun dedik, kolaylıklar diledik. Elimizden bir şey gelmiyordu.
Ağacı, çiçeğini yaprağını meyvesini göremediğim için tanıyamadım. Büyük olasılıkla bir ahlat ağacı… Kendi boyundan beş kattan daha derine inen kökleri. Hepsi yaşama tutunmak için.
Küsmüyor ve yaşamını her türden zorluğuna karşın azim, sabır ve çabasını hiç ara vermeden sürdürüyor.
Onun bu mücadelesi karşısında saygı ile eğildim.
Aklım ağacın köklerinde, gönlüm kuru dallarında kaldı.
18.09.2022/ Gümüşlük