TANRI ve ADALET/ İLAHİ ADALET TANRI SEVGİSİ / TANRININ İNSAN SEVGİSİ

 

 

TANRI ve ADALET/ İLAHİ ADALET
TANRI SEVGİSİ / TANRININ İNSAN SEVGİSİ

NOT: Aynı şeye, aynı düşünceye bulunduğumuz noktadan farklı bir yerden bakınca farklı görüntülerin ortaya çıkması, o şey ve düşüncenin farklı şekillerde algılanması doğaldır. Çok bilinen bir örnek vardır. 6 rakamına bir yönden bakan 6, diğer yönden bakan 9 olarak görür. Aşağıdaki bu karalama yerde yazılı rakamı değil ama bakan insanın yerini değiştirerek ortaya çıkan durumu değerlendirmek amacıyla kaleme alınmıştır. Elbette bu yazı ve yazıya konu olan düşünceler eleştirilebilir. Bu eleştiriye hiç kuşkusuz ben de katkıda bulunmak isterim. Bu hali ile yazı  “sesli düşünme” olarak değerlendirilebilir.

Allah, Tanrı ya da adına ne derseniz deyin o büyük, çok büyük güç söylendiği gibi önce var eder, yaratır, güneşi ayı, yıldızları, aklınıza gelen ve gelmeyen her şeyi bir düzen, nizam içinde tutar, sonra onlarla oynar, aklınca ödüllendirir, cezalandırır. Hikmetinden sual olunmaz, olunamaz. Sonra kafası bozulunca onları yok eder, kıyameti kopartır, yarattığı varlıklardan kimini cennete, kimini de cehenneme yollar.

Pagan dünyada tanrıların, tanrıçaların işi daha kolaydı. Onlar birçok kez insansı davranışlar gösterirler, kavgalara ve nice aşk konularına dalarlardı. Onların da hikmetinden sual olunmaz, olunamazdı ama onlar için adalet kavramı çok farklıydı. Çoğu kez öyle bir dertleri de yoktu. İnsanlarla daha farklı ilişkiler kurabiliyorlardı. Kendi aralarındaki kıskançlıklar, hırlaşmalar kimi zaman da kanlı sonuçlara neden olabiliyordu.

Giderek insanlar tanrı, tanrıça sayılarını azalttılar, tanrıça kavramını ise tümden yok ettiler. Tanrı sonunda teke indi. Kimisi ona Allah dedi, kimileri de Tanrı demeye devam ettiler. Ama Ortadoğulu insanlar bu büyük güce nedense adalet görevi de yüklediler. Kendi aralarında çözemedikleri sorunlarını, Allaha, tanrıya havale etmeye başladılar. Kendilerinden yana bir çözümden, haklarına kavuşacakları inançlarından dolayı umutlarını hiç kaybetmediler. Bu gün olmazsa yarın “mahkemeyi kübra” da hakkın yerini bulacağına inandılar. Buna ilahi adalet adını verdiler.

 
Oysa bu kadar işinin arasında o büyük güç adaletle falan uğraşamaz, uğraşmaz. Niçin uğraşsın ki? Yani sen bir elma yedin öteki de bir elma yemeli, büyük gücün umurundaydı, sanki.

Olduran, öldüren, iyilik kadar kötülüğü de yaptıran o akıl almaz, muazzam güç bir de; sen sekiz metreyi atladın, çıtayı düşürmedin, seni cennete gönderiyorum. Sen, aptal niye yanlış yaptın, seni de cehenneme gönderiyorum der mi? Bu kadar basit şeylerle uğraşır mı?

Şiva ise kendi işini başkasına bırakmaz, kendisi yapar, yakar yıkar sonra insanları bir bir hizaya sokardı. Şimdilerde neler yaptığını bilemiyorum.

Firavunlar kafayı piramitlere takmışlar. Bu dünyada bir elleri yağda bir elleri balda yaşadıkları yetmiyormuş gibi öldükten sonra da mumyalardan sıyrılıp aynı gücü elde ederek saltanatlarının devam edeceğine inanmışlar.

Zeus ise tam bir âlem, kafası bozulunca onun bunun eşine falan çengeli takıyor.

Ben kendimizi kandırmayalım diyorum. Adaletin ilahisi olmaz. Adalet insanidir. İnsana özgüdür. Onu göklerde, toprakta, denizlerde aramayalım. Varsa da yoksa da o adalet dediğimiz şey insanların arasındadır. Hakkını alamayan, alamadığına inanan bir kimse yenilen ama yenildiğini kabul etmek istemeyen pehlivanlara benzer. Şimdi bu hakkı elde etmek için gücüm yok, ama benim inandığım o büyük güç mutlaka bana uzak bir gelecekte de olsa yardım edecek ve ben o hakka mutlaka kavuşacağım diye kendisine moral verir, yeniden yaşama gücü toplar. O moral gücü içinde biriktiremez ise, umudunu yitirir ise öleceğine inanır. Oysa ölüp de öbür dünyaya gitse düşündüğü hakka daha erken kavuşmuş olacaktır. Nasıl olsa mahkeme, divan kurulacak ve hak yerini bulacaktır!

Durum o kadar net ve anlaşılabilir olduğu halde o arkadaş anlaşılamayan bir nedenle ölmeyi, o hakka erkenden, bir an önce kavuşmayı değil bu dünyada acılar ve haksızlıklar içinde de olsa beklemeyi tercih eder. Bu dünyanın güzelliklerinden vazgeçemez, vazgeçmeyi aklına bile getirmez. Nasıl ve niçin vazgeçsin ki; ölünce insanı toprağın altına sokuyorlar oysa toprağın üstünde olmak, havanın, suyun, toprağın ve onların sağladığı onca nimetin tadını, zevkini, rahatlığını yaşamak çok güzeldir. Bunu da en iyi bilecek olan yine insanın kendisidir. İnsanın dili ne söylerse, zikri ne olursa olsun, aklı, fikri doğruyu mutlaka bulur.

Bazı softalar Allah’ın lütfuna mazhar olmuş insanların ahirette, cennette gereksinimlerinin sınırsız şekilde karşılanacağını, akla gelen gelmeyen her şeyin öteki dünyada bol bol bulunduğunu söylerler. Ağaca çıkmayalım, zahmet olmasın diye tuba ağacını ters çevirmişler, köklerini havaya çıkarmışlar, dallarını, meyvelerini yere indirmişlerdir. Hurilerin sayılarını ise kendileri bile bilmiyorlar. O huriler ki, marifetlerini anlata anlata bitiremiyorlar. O zaman sormak isterim, bay softa: Sen de diye buralarda oyalanıyorsun, bir an önce o tarafa gitsen de bu nimetlere, bu güzelliklere bir an önce kavuşsan daha iyi değil mi? Ama softamız ahireti değil de bu günün yaşantısını istiyor. Yanıt olarak da bize, ciddi ciddi öbür tarafa gidince cehennem diye bir yer de var, ya oraya gidersem, ondan korkuyorum diyor. Korkuyorsan niçin bu milletin uçkuru ile uğraşıyorsun diye soruyoruz ama o duymuyor, duymak istemiyor.

Dediğimiz gibi adalet tümüyle insani ihtiyaçlardan doğmuştur. Örneğin ünlü Âdem-Havva söylencesinde bu iki kahramanımızdan birinin adalete ihtiyacı olduğunu kimse söyleyemez. Yani cennette adalet olmaz. Cennette adalet yoksa neden adaletin en hasına ilahi adalet demişler? Ama sizce de öyle değil mi?
Peki, bu iki kahramanımız, kovulduktan sonra dünyaya gönderildikleri anda adalet düşündüler mi?
Yok, hayır.
Neden, çünkü buralarda elmalar çoktu ve birinin diğerinin elinden elmayı kapması gerekmiyordu.

Şöyle söyleyelim. İnsanlar bir iken iki, iki iken dört, sonra on dört, yirmi dört, dört yüz yirmi dört olmuşlar, derken üredikçe üremişler, var olmak ve ayakta kalmak için, daha keyifli yaşamak için kimileri kimilerinin elindekine göz diker olmuş, önce onların elindekilere sonra da onların kendilerine sahip olmaya başlamışlar. Aralarında kıyasıya bir kavgaya tutuşmuşlar. Kan akıtmışlar. İki taraf da bu işten ürkmüş, korkmuş ve bir çözüm yolu aramışlar. Aralarında kurallar yapmışlar, bu kurallara eski Yunan’da nomos demişler, nomosa uymayanları bildikleri tarzda cezalandırmışlar. İşte bunun adına da adalet denmiş.

Tanrılar tanrısı Zeus Ida’ da, Olympos’ta oturup keyif içinde yaşarken kulaklarına aşağılardan boğuk homurtular gelmeye başlamış, git bak demiş şu bizim Themis teyzemize.
Haberler kötü demiş sevgili teyzemiz.
Zeus git aralarına otur, dolaş, kimi zaman çat kaşlarını, göster ulu bir tanrıça olduğunu, gücünü göster onlara, kötü işler çevirmesinler, benim kurduğum düzeni bozmasınlar. 
Büyük Zeus’umuz, kavga etmektense insanların birbirinin kuru b.klarına bile muhtaç olduklarını göz önünde tutarak birbirlerini sevmelerinin daha iyi olacağını söylemiş. İşte o gündür bu gündür Themis ya da görevlendirdikleri tanrıçacıklar, hep biz insanların arasında dolaşır dururlar. Biz uyusak bile onların gözleri hep açıktır. Kuş uçurtmazlar.

Zaman içinde Zeus da kocadı kimseye laf dinletemez oldu, yeni yetme tanrılar türedi,  insancıkların hırsı akıllarının da toplumun kuralların da üstüne çıktı. Kimileri ali kıran baş kesen oldular. Her şeye, başkalarının ürettiği şeylere sahip oldular. Yediklerini yediler, yiyemediklerini israf ettiler. Kendilerinden başka kimseye zırnık koklatmadılar.

Bu haramilerin, bu kural tanımazların borusu yüksek perdeden hâlâ ötmekte, hâlâ bu kulak tırmalayan sesler nice hayatları karartmaktadır. Adalet giderek bir meslek olmuştur. Yargıçlar, savcılar ve avukatlar ortaya çıkmıştır. İnsanlar nasıl olsa öteki dünyada büyük mahkeme kurulacak, ilahi adalet tecelli edecek, herkes hakkına kavuşacak dememişler bu dünyada hak aramaya devam etmişlerdir. Görünen o ki hukukçuların işi hiç eksilmiyor, günden güne artıyor. Demek ki adalete olan gereksinim büyüyor. Bu da insanların birbirlerine ve yöneticilere olan güven duyguları azalıyor ve birbirlerine olan sevgi, saygı duygusu zedeleniyor demektir.

Yukarıda da söyledim Tanrı’nın adaleti, olmaz. Tanrı kulları ile kendi arasındaki hesabı kitabı iyi bilir, bana iyi kul oldunuz mu, olmadınız mı ona bakar, gerisi onu hiç ilgilendirmez!
Kutsal kitaplarda da öyle söylüyor:
“Benim huzuruma kul hakkı ile gelmeyin”
Bunun anlamı sizlere akıl verdik, fikir verdik, tembelliği bırakın, sorunlarınızı kendiniz çözün, çözemezseniz de ne haliniz varsa görün demektir.

Mahkemeyi kübra denilen yer dünya mahkemelerinden verilen kararların temyiz merci olmadığı gibi oradan çıkacak ilahi adalet de ilamın kesinleştiği şerh değildir.

Yani insan dostlar, iş başa düşüyor. Biraz iyi, biraz kötü, biraz güzel biraz çirkin adaleti biz inşa edeceğiz. Kimileri tutturmuşlar adalet, aşağıya koş adalet, yukarıya koş adalet… Yanmaz, ışıtmaz fenerle dolaşıp duruyorlar. Adalet de adalet.

Havva ile Âdem örneğinde olduğu gibi bizler bu dünyada yaşamak zorunda olduğumuza göre birlikte, bir arada yaşamanın kurallarını da bulacağız.

Nasıl bulacağız? Ölümlü olduğumuzu bu dünyada mal sahibi değil konuk-kiracı olduğumuzu hiç unutmayacağız. Hırs denen şeyi İçimizden söküp atacağız. Ben, benim demekten vazgeçecek, biz, bizim demeyi öğreneceğiz. Kinin, nefretin, intikamın kökünü kurutacağız, onların boşalttığı yere sevgiyi koyacağız. Birlikte bir arada, güle oynaya üretecek, birlikte bir arada güle oynaya tüketeceğiz.

30 yıl, 50 yıl, 100 yıl çok kısa. Bir gün daha gün batımını görmek, görebilmek ne büyük bir şans, bunu hiç unutmayacağız.

Bir an düşünün bir araya gelen memelilerden birinin soyuna aitiz. Ya da kuş, balık, hiç fark etmez. Canım, isterseniz bir kiraz dalında açan binlerce çiçekten biri olun.

Bir yumurta, bin yumurta, bir sperm, bin sperm. Bunlardan kaçı mutlu sona, yaşama şansına ulaşabiliyor. Bir, bilemedin iki…  Siz var ya, siz yani biz, o şanslılardan birisiyiz. 

Şansınızın farkında mısınız, şansımızın farkında mıyız? Şansımızın farkına vardıysak onu iyi kullanalım.

Gelin bir çuval inciri berbat etmeyelim. Hominidler, neandertaller kadar hayatın tadını çıkartalım.

Haydi ama… Sevgide birleşelim. Neşeyi çoğaltalım. Adalete olan gereksinimi ortadan kaldıralım.
Adalet dediğimiz şeyi eskimiş bir mit olarak ansiklopediler arasında arayalım.

Tanrının adalet ile bir ilgisinin olamayacağını dilimizin döndüğünce anlatmaya çalıştık acaba sevgi ile bir ilgisi var mıdır? Belki bu da adalet konusu gibi sizin garibinize gidecek, tepkinize neden olacak ama lütfen hayır demeden önce düşünmeye devam edin, edelim.

Sevgi nedir ve insan veya başka bir canlı bir başkasını niçin sever sorusu ile başlayabiliriz?

Gerçekten insan bir başkasını veya başka bir şeyi niçin sever? Sevmesin demiyorum, niçin sever diyorum, öğrenmek için de soruyorum. Örneğin siz gözünüzü seversiniz, sevmek zorundasınız. Çünkü gözleriniz size dünyaları gösterir. Gözlerin bu işlevi olmasa gözlerinizi niçin seveceksiniz ki! Elimiz, ayağımız da öyle, onlar olmadan nasıl yaşarız. Ellerimiz en güzel meyveyi dalından tutup koparmamıza yardım eder, ayaklarımız bizi sevdiklerimizin yanına götürür. Elimizi, ayağımızı, gözümüzü severiz. Onları kem gözlerden korur, sakınırız. Hepimiz annemizi, babamızı, sevgilimizi severiz.
Annemiz, babamız her şeyden önce bizi biz yapmıştır. Sonra bizi beslemiş büyütmüşlerdir. Her başımız sıkıştıkça onlar yardımımıza koşmuşlardır. Onun için biz ana, baba ve sevgilimizi severiz. Ana ve babalar niçin çocuklarını sever, çünkü bu gün olmaz ise yarın anne babalarının da çocuklarına gereksinimleri vardır.
Bizler dostlarımızı, arkadaşlarımızı, sonra yurttaşlarımızı, sonra aynı dünyaları paylaştığımız ama hiç tanımadığımız, adını sanını bilmediğimiz kişileri de severiz. Severiz, çünkü onların bir gün bize, bizim bir sorunumuzun çözümüne katkıda bulunacaklarına inanırız. İnanmazsak sevmeyiz, sevemeyiz.  Bu müzisyeni, şu berberi, o pastacıyı severiz. Niçin, çünkü onlar bizim yaşantımızı kolaylaştırır, yaşantılarımıza anlamlar katar. Katmazlarsa sevmeyiz. Eğer yaşantılarımızı zorlaştırır, yaşantılarımızı anlamsızlaştırırlarsa sevmeyiz, sevemeyiz. Niçin sevelim ki? Dünyamızı dolduran canlı ya da cansız tüm varlıkları, yaşantımızı kolaylaştıran, yaşantımıza anlam katan her şeyi aynı şekilde severiz. Bizim için bir anlamı olmayan veya bizi zora sokan, korkutan şeyleri, örneğin depremi, örneğin seli, fırtınayı sevmeyiz. Niçin sevelim ki?
Şundan da emin olmalıyız ki sevdiğimiz kadar seviliriz de… Çünkü bizim dışımızdakiler de aynı bizim gibi severler. Karşı tarafın sevgisinin adı bizim için sevilmektir.

Homeros ve Hesiodos’un, Platon, Aristo ve birçok antik çağ düşünür ve şairinin eserlerinde konu edilen sevgi türleri çok kısaca

1-Eros: Erotik sevgi,

2-Philia: Etkileyici sevgi, dostluk,

3-Storge: Aile sevgisi,

4-Ludus: Oyun sevgisi

5- Mania: Takıntılı sevgi

6-Pragma: Kalıcı sevgi

7-Philautia: Benlik sevgisi

8-Agape: Özverili sevgi
olarak sıralanabilir.
Bunların hepsinde haz ve yarar ilkesi vardır ve bunlar iki koşu atı gibi yan yanadır.
Bir de Katolik papazlarının geliştirdiği tanrı sevgisi vardır. Vatikan bunun adını Roman Charity koymuştur. Vatikan sel önünden kütük kaparcasına pagan dönemin Cimon Pero mitini alıp kendisine uyarlamıştır.
https://alicanpolat.com/cimon-pero-nasil…rity-romana-oldu/
Ancak bu cingözlük düşünen insanı kandıramamaktadır. Cimon ve Pero kahramanlarının yerine İsa ile annesi Meryem’i koyunca yeni bir sevgi türü doğmamıştır. Eğer charity kavramı biraz daha irdelenirse bu sevginin insanın, tanrıya ve onun yarattıklarına duyduğu, duyacağı, duyması gereken sevgi olduğu görülecektir. Yani Tanrının insanları sevmesinden söz edilmemektedir.

Daha açık söylemek gerekir ise insanlar Allah veya Tanrıyı severler, sevebilirler, kendilerini sevmekle yükümlü olduklarına inanabilirler. Çünkü: İnsanlar Tanrıya geresinim duymuşlardır, sorunlarının çözümünde ona veya onlara koşarlar. Bu gün olmaz ise yarın o büyük güçten yararlanacaklardır. Her türlü kötülükten, güçlüklerden kurtulacaklardır.
Bu anlatılanların hepsi insan doğasına uymaktadır. Ancak Allah’ın, Tanrının veya Tanrıların insanları sevdiklerine ilişkin hiçbir veri bulunmamaktadır. Tanrının insanları sevmesi için bir neden de yoktur. Sevginin özünde haz veya yararın olduğunu varsayarsak Tanrının insanın varoluşundan bir yararının olduğunu veya bir haz aldığını söylemek olanaksızdır. Her şeyin mutlak sahibi ve bunların üzerinde mutlak tasarruf hakkı bulunduğuna göre sevginin yeri yoktur.

Aynı şekilde Allah veya Tanrının adalete bir ihtiyacının olduğu söylenemez. Her şeyi olduran, öldüren, besleyip büyüten o ise bir adalet söz konusu olur mu?
Tanrı kavramı ile adalet kavramı birbiriyle çelişen iki kavramdır. İslam inancında Allah’ın 99 sıfatından söz edilmektedir. Bu 99 sıfat arasında adil olmaktan hiç söz edilmez. Allah ve adalet kavramlarını yan yana getirmek şirke davetiye çıkarmak anlamına gelir.

Bu nedenlerle Allah’ın, Tanrının ve Tanrıların insanları sevdiği veya onlara adil davranacağı giderek onlar arasında bu gün veya yarın adaleti gerçekleştireceği yolundaki düşünceler dayanaktan yoksun ama çok güçlü inançlardır.

Ali Can Polat
21.07.2022
                                                                                                                                                         

 

 

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.