SIRIK FASULYENİN SIRIĞINDA BEYAZ YUMURTA KABUĞU

SIRIK FASULYENİN SIRIĞINDA BEYAZ YUMURTA KABUĞU

 

Çocukluğum Orta Karadeniz bölgesinde küçük bir kasabada geçti. Ama şimdi bu anlatacağım yalnızca o yöremizle ilgili değil Anadolu’muzun bir çok yerinde geçerliydi, bu gelenek veya adet vardı.

Yaşadığımız kasabada evimizin küçük bir bahçesi vardı. O küçük bahçede, dedem başta olmak üzere evde herkesin katkılarıyla birçok sebze yetiştirilirdi. Çok kez çarşıdan, pazardan nane, maydanoz, tere, kıvırcık, dereotu almazdık. Ama bunlar satımlık değil tadımlık şeylerdi. Komşularımız da örneğin salata yapacakları zaman, soğan ve maydanoz alıp giderlerdi. Kimse kimseye bir şey sormaz, söylemezdi. Çocuk yaşta o bitkileri sulamak, diplerini çapalamak çok önemli bir işti benim ve kardeşlerim için. Bahçedeki birkaç ağacın meyvelerinin tadı hala damağımda. On yıllar, elli yıllar geçti o tat damağımdan hiç silinmedi. Kokusu bile hala buram buram burnumda. Sanki uzatsam elimi o dut ağacından ballı bir iki tane koparıverecekmişim gibi…

O inciri hiç unutmuyorum. Ne bereketiydi, güz aylarında okula gitmeden veya okul dönüşünde bir tane kopartırım. Toprağın kokusuna şaşar kalırdım. Bazen elimle toprağı okşardım. Ya o asma ağacını… Dedem zamanla uzayıp giden asma dalını biraz ilerde toprağa daldırmış. Asma orada yine köklenmiş ama iki metre kadar bir bölümü dışarıda kalmış. Sonuç olarak bu daldırma sonrası bizim bir değil iki tane asmamız olmuştu. Daldırma işlemini ben hiç hatırlamıyorum. Belki beş altı sene önce imiştir. Öyle ise zaten ben o tarihte yürümeyi bile beceremeyecek bir yaştaydım. Neyse, asmanın dışarıda kalan dalı benim için tam bir oyun aracıydı. Kah ata biner gibi üzerine çıkardım kah salıncak gibi ellerimle tutunur sallanırdım.

Yeni kuşaklar adını duyunca vebadan kaçar gibi bir telaş içine giriyorlar. Haşhaş dediğimiz bir bitkiden söz ediyorum. Bu bitkinin kozalağından süt çıkarmış o çok fena bir şeymiş ama biz onları hiç bilmezdik. Zaten bitki tohuma kaçınca süt müt diye bir şey kalmazdı. Kalmazmış. Haşhaşın kapsülü içinde incir çekirdeği gibi küçücük çekirdekler olurdu. Bitki kuruyup kapsül kırılarak bu tohumlar toplanırdı. Sonra bu tohumlar yüksek sıcaklıkta, tavada kavrulurdu. Haşhaşlar siyah, mavi ve sari tohumlu olurlar. En güzeli mavi tohumlu olanlardır. Kavrulmuş tohumlar havanda güm güm dövülürdü. Yağı çıkmaya başlayınca etrafa öylesine güzel bir koku yayılırdı ki;  değme parfümcüler bu kadar güzelini yapamazlar. İşte bu zeytin ezmesi kıvamındaki ürün ister fırından yeni çıkmış ekmeğin üzerine sür ye, ister başka şeylerde kullan, mükemmel bir Anadolu lezzetidir. Haşhaşın tohumu, tohumdan çıkarılan yağı, sapı her şeyi bir değerdir. Kapsülün olgunlaşma aşamasında çıkarılan süt ise eczacılıkta eşsiz bir alkoloiddir.
Bu ürünün uyuşturucu sektörünün elinden alınmasını ve yeniden Anadolu tarımına kazandırılmasını isterim. Haşhaş tohumları kavrulup dövüldükten ve  zeytin ezmesi kıvamına getirildikten sonra (Uyuşturucu özelliği sıfırdır) Anadolu’ muzun bir çok yöresinde burma çörek ve bir de bazlambaç yapımında kullanılmaktadır. Ben unlu mamuller içinde bu kadar güzel bir lezzetin inatla ve ısrarla oluşturulan yanlış bir algı üzerine gözden çıkarılmasına, gözden düşürülmesine ve düşmanlaştırılmasına çok üzülüyorum. Kontrol altına almak başka bir şey yasaklamak başka bir şey. Dünyanın en güzel haşhaş bitkisini yetiştir sonra bazı Batılı sözde uyuşturucu savaşçılarının, aslında uyuşturucu baronlarının sözü ile ambargo uygula. Bu uygulamayı bağımsız ülke anlayışı ile bağdaştırmak mümkün değildir.

Baharda haşhaş bitkisinin çiçeklerini gördünüz mü? Kırda, bayırda gelincik çiçeklerini görmüş sevmiş iseniz şimdi zevk çıtanızı çok daha yükseklere çıkartın ve haşhaş çiçeklerinin güzelliklerini seyredin. Haşhaş ile gelincik aynı ailenin çocukları ama haşhaş çiçeklerinin her biri ayrı bir Afrodit.
Bunu söyledikten sonra başka söze gerek yoktur.

İşte bu bahçede yetiştirilen bitkilerden bir tanesi de fasulye idi. Adına sırık, Ayşe kadın, çalı denen o yeşil fasulyeler. Her gün büyümesini seyrederdik, onların santim santim büyümesi bizi mutlu ederdi. Bu gün dizime, yarın göğüs hizama geldi, işte şimdi de boyumu aştı diye havalara uçardık. Onlar uzadıkça bir sırığa sardırılması gerekirdi. Bunun için daha önceden sırıklar hazırlanmış olurdu. Sırıklar bitkinin hemen yanına toprağa sokulurdu. Bu işlemler biz çocuklar için tadına doyum olmayan eğlencelerdi.  Bitki sırığa kolları ile sarılınca ve günü gelip minik çiçeklerini açınca annem sırıkların üzerine sabah içini yiyip boşalttığımız yumurtaların kabuklarını atmaz bu sırıkların tepesine birer birer takardı.

Bahçede beyaz beyaz o görüntülerin seyri ayrı bir güzellik olurdu.

Nedenini sorduğumda annem veya büyük annem nazar değmesin diye derlerdi.

Nazar nasıl bir şeydir, yumurtanın kabuğu nasıl nazardan korur onu pek kavrayamıyordum ama  sırık fasulyelerin sırığında sıra sıra duran beyaz renkli yumurta kabukları çok güzel görünüyordu…

Komşumuz evlerinin pencerelerinden görülebilen bir yerlerde boyanmış saksılar içinde begonyalar, cam güzelleri yetiştirirdi. Komşumuz da çiçek açtığında saksının içine diktiği bir çubuğun tepesine bu yumurta kabuklarından bir tane koyardı.

Yeni kuşaklar acaba diyorum, bu anlattıklarımı okusalar ne düşünürler?  Nazarlık denen şeylere para verip aldıklarına göre kavram olarak nazarlığı bildiklerini sanıyorum ama bu anlattığım adeti belki de ilk kez duyduklarını sanıyorum. Nazar denen şeyin ne olduğunu, ne olmadığını ve anlamının içi boş bir inanç olduğunu söylüyorlarsa elbette diyecek bir şeyimiz olamaz. 

Eski kuşaklar tutucu sözünü hiç sevmezler fakat muhafazakar sözcüğünü büyük bir itina ve ihtiramla söylerken adeta fazladan bir sevap kazanacaklarına inanırlar. Bunu gözlem ve deneyimlerimle biliyorum. Eskilerden bu adeti acaba diyorum kafalarında olsun muhafaza edebiliyorlar mı, yoksa onlar da unutup gittiler mi?

14.07.2022

 

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.