DİLİMİZ YA DA ALKOLÜN BEYAZI

 

DİLİMİZ YA DA ALKOLÜN BEYAZI

 

Her gün yeni bir saldırı, her gün yeni bir ihanetle karşı karşıya kalıyoruz… Nedir şu Türkçe’nin bizden çektiği?

Akşam işten çıkıp eve gitmeden önce ufak tefek gereksinimlerimizi karşılamak için Carrefour’ a uğradık. Yeni bir bölüm açmışlar. “Tobacco Shop”. Çarşı pazarda yabancı sözcüklerden geçilmiyor. Bildiğimiz, alıştığımız adlardan eser kalmadı. Herkes dükkânının adını yabancı sözcüklerle anlatma hevesinde. Tobacco Shop, tütün dükkânı, tütün ve tütünden yapılmış ürünlerin satıldığı dükkân. Acaba bu dükkân sahipleri levhalarına tütüncü diye yazsalar bizim bunu anlamayacağımızı ve içeri girip alışveriş etmeyeceğimizi mi sanıyorlar? İyi güzel ama senin İngilizce’ ni de biz hiç anlamıyoruz. Ey dükkân sahibi senin de pek anladığını sanmıyoruz. Öyleyse bu uğraşının nedeni ne? Sen eğer kazancını düşünüyorsan gel bizim anlayacağımız dilden konuş. Bak yarın o tütünler satılmayıp elinde kalırsa benden bilme… Bu dükkân sahibinin bana bıyık altından gülüp “Köylü sen ne anlarsın. Ben böyle yaparak kazancıma kazanç katıyorum. “Alan razı, satan razı, sana ne kel Niyazi” dediğini duyar gibi oluyorum. Bilmem, belki de o haklıdır.

Şu cankurtaran sözcüğünün suyu mu çıktıydı da onu bir yana bıraktık ve elin ambulance’ sına sarıldık. Şimdi gençlere soruyorum Cankurtaran nedir diye, neredeyse tamamı itfaiye diye cevap veriyor. Yani atı alan Üsküdar’ı geçiyor. Cankurtaran unutuluyor. Yerine ambulans kuruluyor. Bari o kelimeyi de doğru yazıp, doğru söylesek. Yok, o da olmuyor. Giden Türkçe’nin yerini İngilizce de almıyor. Tarzan’ca artık bu ülkenin resmi dili olmaya başlıyor! Kebaps.. çek bir pilav üstü döner’s … Ah… ah… Ama kafam şu Carrefour’culara takılıyor. Acaba kendi ülkelerinde, Fransa’da bu İngiliz özentisi ile bir yerlere böyle levhalar asabiliyorlar mı?

İspanyollar, 1525’lerde Amerika denilen o yeni ülkeden tabacco diye bir bitkiyi getirmişler. Tüttürtüp tüttürüp içmişler. Dumanını içlerine çekmişler. Sonra bunu İngilizler almış, adını tobacco yapmışlar. Oysa tüttürmeyi Anadolu halkları çok eskiden beri biliyorlardı. Eski Yunanca’da thyo (okunuşu thüo) diye bir fiil varmış, duman salmak anlamına gelirmiş. Bizim dilimizdeki tütmek fiilinin kökü ile ne kadar da birbirine benziyor. Latince’ de fumus ve Fransızca’ da fumee’ de aynı anlamlara geliyor. Tü, thu ya da fu arasında belirgin bir ses benzerliği dikkat çekiyor. Sahi şu “tiyo-tüyö vermek” thüo’dan türemiş, gelmiş olmasın? Duman çıkarmak, ipucu vermek gibi… Azra Erhat bu sözcüğü giderek gürül gürül akan su, fıkır fıkır kaynayan kan anlamına “thymos” sözüne bağlıyor. Şu özendiğimiz İngiliz’in tobacco’da bu anlam derinliğini bulamıyoruz. Bu nedenle de bizim şu dükkân sahibine umarsızca bir kez daha seslenmek istiyorum. Vazgeç şu tobacco’dan, gel bizim tütünümüze dön!

Cigaramın dumanı, yoktur yârin imanı…

Tobacco Shop’da yalnız tütün, sigara satılmıyor. Daha çok alkollü içkiler var. Ne o, oradaki etiketin üzerinde ne yazıyor? “Beyaz Alkol” Yahu etmeyin, eylemeyin dostlar, alkolün beyazı olur mu? Acaba rakıya su katınca rengi beyaza dönüyor, onun için mi bunların topuna beyaz alkol diyorlar? Öğrenciliğimizde, kazara suyun, alkolün rengi beyaz demiş olsaydık, öğretmenimiz bize yapmadığını bırakmazdı. Kulağımızı da çeker, dilimizi de kopartırdı.

Carrefour bir yana da şu bizim “Cumhuriyet”i ne yapmalı? 20.03.2004 Cumartesi günü Ekonomi Sayfasında döktürüyor. Beyaz alkol satıyorum, yok mu alan? Dilini eşek arısı sokasıca ! Galat-ı meşhur diye bir şey var, onu anladık da…

Yani, biz galatları meşhur etmek mecburiyetinde miyiz?

NOT:

Rakının ana maddesi bilindiği gibi etilalkoldür. Etilalkol, organik bir çözücü olmasına karşın hidrojen bağları nedeniyle suda her oranda çözünür/karışır.

Rakının içinde bulunan ve ona ayırt edici özelliğini veren anason ise organik kökenli bir madde olup alkolde çözünür, suda çözünmez. Rakıda genelde alkol oranı hacim olarak %45 kadardır. Yani 100 ml rakının 45 ml’si alkol, 55 ml’si sudur. Bu 45 ml/birim alkol, anasonu çözer ama üzerine su eklendiğinde alkol oranı azalacağından, alkol molekülleri su içinde dağılarak, pigmentin çevresini sarmayı (çözmeyi) başaramaz. Pigment, alkol ve su karışımı içerisinde süspanse bir şekilde kalır ve bardaktaki içeceğin bize beyaz renkte görünmesini sağlar.

Ben yukarıdaki yazıyı 2004 yılında bir dergiye yazmıştım. Sevgili hocamız Feyza Hepçilingirler de “Yıldızların Suya Döküldüğü Türkçe Günlükleri” 2005 adlı kitabına ( s.61) aynen almıştı. Aradan onca yıl geçti ama iyi yönde değişen bir şey olmadı. Türkçemizi özensiz yazan, konuşan bizler yüzünden durumu daha da kötüleşti.

Kavram Mutfağı çalışmalarını bu yüzden çok önemsiyorum. Katkıda bulunan herkesi kutluyorum, Herkese sonsuz teşekkürler ediyorum. Kavram Mutfağından o kadar çok şey öğreniyoruz ki!

Günlük konuşmalarımızda ve hatta sanat ve mesleklerimizi yaparken bu kavramların kaynağı, kökeni, anlamı ve tarihsel süreçleri içinde gelişimine ilişkin bu bilgilerden çok yararlanıyoruz. Bu çalışmaların artarak devam etmesini, söyleyeceği bir şeyi olan arkadaşların bilgilerini Kavram Mutfağı’ nda paylaşmalarını istiyor ve bekliyorum.

1-KebUP: Konu alkolün beyazı ile sınırlı değil. Türkçemiz gerçekten büyük tehlike altındadır. Bir iki örnek daha vermek isterim. Yaşadığım kent olan İzmit’ te bir kebapçı levhasına (..…KebUP ) diye yazıyor. Gördüğünüz gibi, kendimizi bildik bileli konuştuğumuz, yazdığımız kebap gitti ne olduğu anlaşılmayan bir karalamaca geldi. Bu (UP)’ un hangi dilden olduğunu ve ne anlama geldiğini sanırım bunu yazanlar da bilmemektedir.

2-Aicha Kumpir: Bulgarca ve Sırpça krumpír “patates” sözcüğünden veya Almanca grundbirne “yer armudu”, patates” sözcüğünden alıntıdır. Sokak yiyeceği olarak katkılı patates Türkiye’ ye 1980’lerde Bulgaristan göçmenleri tarafından getirilip tanıtıldı. Balkan ülkelerine patates 19. yy başlarında Avusturyalılar aracılığı ile gelmiş. Onlara da yeni kıtadan getirilmiş. Erzurum Kars yöresinde bu yiyeceğe kartol diyorlar. Aicha ise şu bizim bildiğimiz, kökeni de Arapça olan kız adı Ayşe. Bizim kafadarlar ikisini yan yana getiriyorlar. Ortaya tanınmaz bir şey çıkıyor.

3-Bijoux House: Bu sözcükleri yan yana getiren ben değilim. Bu levhayı görünce veya …… Bijoux House web sitesini görünce kendimizi zorlayarak buranın kuyumculukla, mücevheratla ilgili bir şey olduğunu anlayabiliyoruz. Okumaya çalışan kişi eğer Fransızca veya İngilizce eğitimi almamış ise bunu da anlayamaz.

Fransızcada takı anlamına gelen sözcük joaillerie, joyaux ise benzersiz değerde bir mücevher, bu işlerle uğraşan meslek sahibi bijouuterie (kuyumcu) ve Bijoux da joaillerie’ nin çoğulu, mücevherattır. İngilizler kendilerine aynı kökten jevelry sözcüğünü bulmuşlar.

House bilindiği gibi ev anlamına geliyor. Bizim yabancı dil meraklısı yaratıcımız iki dilden birisini seçip diğerini küstürmek, bu zevkten yoksun bırakmak istemiyor. Bijoux ve house sözcüklerinin ikisini de alıyor, onları yan yana kullanıyor kendi işine, iş yerine büyük bir gururla ad olarak yazıyor. Jevelry Stor dese Fransızlara, Bijuterie dese İngilizlere ayıp olacak. İkisini de böylece sevindirmiş oluyor!

Görüldüğü gibi artık bir dil de yetmiyor ikinci bir yabancı dile de çengel atıyoruz.

Bunlar uğraşılacak şeyler mi diye düşünenler olabilir. Onlara bir sözümüz olamaz ama Fransızların bu konudaki duyarlığını da anımsatmak istiyorum.

Yargıtay Onursal Başkanı Sayın Prof. Dr. Sami Selçuk’un “Önce Dil” adlı eserinden bir notu burada anmak isterim. Fransızların dil konusundaki duyarlığı ve buna koşut olarak yasal düzenlemeleri 1539 yılına, I. François dönemine kadar uzanmaktadır. O tarihte bir buyrukla Fransızca hukuk metinlerindeki, yasa, tüzük ve yönetmeliklerdeki yabancı sözcüklerin ayıklanması öngörülmüştür. Fransızlar birçok ulustan önce kendi dillerinin özgün sözlüğünü de yayınlamışlardır. Yıl 1694. Bu ve benzer konulu çalışmalar günümüze kadar aralıksız sürmüştür. 1967 yılında Fransız Dil Kurulu, 1971 ve 1973 yıllarında Sözcük Bankası ve Sözcüklerin Anahtarı olarak dilimize çevirebileceğimiz dergiler yayınlamaya başlamışlar. Hukuk, sanayi ve bilmişim dillerinde Fransızca kullanımının zorunlu olmasını istemektedirler. Fransızlar bunu tavsiye niteliğinde bırakmamışlar yaptırımlara da bağlamışlardır. Arı dil kullanımı bu şekilde güvence altına alındıktan sonra bu kurallara uymayan firmalara ve işyeri sahiplerine para cezaları uygulanmış, tekrarı halinde firmanın lisansının veya ruhsatının iptal edileceği kabul edilmiştir. Fransız Yargıtay’ı 20.10.1986 tarihinde verdiği bir kararında ( 31.12.1975 tarihli) yasanın amacının tüketicileri korumakla sınırlı olmadığını ve Fransız dilinin de korunmasının amaçlanmış olduğunu belirtmektedir.

Bir ülkeyi oluşturan insanlar arasındaki en güçlü bağ hiç kuşkusuz dildir. Dilin bozulması, kavramların anlaşılamaz hale getirilmesi insanların birbirlerini anlamakta büyük zorluklar yarattığı gibi o ülke insanlarının ilerlemesini, gelişmesini ve kalkınmasını da olanaksız hale getirir. Dil giderse her şey gider, her şey biter.

Bilig bil, kişi bol, betüdgil özün,

Ya yılkı atangıl, kişiden yıra.

Bilgi bil, adam ol, kendini yükselt,

Ya da hayvan adını al, insandan ıraklaş.

Balasgunlu Yusuf – Kudatgu Bilig 1069 / Agop Dilaçar,- 900. Yıldönümü Dolayısıyle Kudatgu Bilig İncelemesi

Bu sözlerin üzerinden tam 953 yıl geçti. Balasagun’lu Yusuf daha o yıllarda insanı hayvandan, sıradan birini erdemli birinden ayıran özelliğin bilgi ve bilim olduğunu arı duru bir dille anlatıyor.

Balasagun’lu Yusuf:

akil süsü dil, dil süsü sözdür.

ınsanin süsü yüz, yüzün süsü gözdür.

ınsan sözünü dil dili ile söyler;

sözü iyi olursa, yüzü parlar.

Aklın süsü dil, dilin süsü sözdür.

İnsanın süsü yüz, yüzün süsü gözdür.

İnsan sözünü dil diliyle söyler

Sözün iyi olursa yüzün parlar

Diyor. Daha ne desin!

Ali Can Polat

07.02.2022

 

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.