F İ K İ R  ve  Z İ K İ R

 

F İ K İ R  ve  Z İ K İ R

Türkçemizde bir söz vardır, “Fikri Neyse Zikri De Odur” diye. İnsanın konuştuklarının, bilinci kadar bilinçaltıyla da ilintisini düşününce bu söz doğrudur. Deyimin tamamını söylersek “dervişin fikri ne ise zikri de odur” demek dervişin sözleri ile düşündüklerinin arasında fark olmadığı veya olmayacağı anlamında olumlu bir durumu ifade eder. Elbette bu sözün hemen peşinden insanın aklına fikri ne ki, zikri ne olacak diye bir sorası geliyor. İstenilen ve doğru olan insanın fikri ile zikrinin aynı olmasıdır.

Gerçekten fikir nedir: Sözcük Arapçadan gelmiş. Sözcüğün kökü fkr ve o kökten gelen fikr فكر “düşünce” sözcüğüdür. Bu sözcük Arapça fakr فكر “düşünme, akıl yürütme” sözcüğünün mastarıdır. Arapça fakara فَكَرَ “düşündü, akıl yürüttü” fiilinin fiˁl veznidir.
Fikir sözcüğü bizim aklımıza akıl sözcüğünü o da fikri, fikriyat, fikren, efkâr, hemfikir, mefkûre, tefekkür ve mütefekkir gibi aynı kökün türevlerini getiriyor.

Fikir derken, onu açıklamaya çalışırken yukarıda düşünce sözcüğünü kullandık. Peki, düşünce nedir?

Düşünmek eylemi veya düşünce bir sonuca ulaşmak için zihnimizde o anda var olan bilgileri incelemek, karşılaştırmak ve bunların aralarındaki ilgiden yararlanarak yeni bir önerme yaratmak, bir hüküm vermektir. Çok basit bir söyleyişle birin yanına biri koyduğumuzda her iki birden de farklı bir şeyin oluştuğunu, bunun da iki demek olduğunu söylemektir.

Şimdi de düş nedir onu belirlemeliyiz. Düş gerçek olmayan ama olmuş ya da varmışçasına bellekte tasarlanan, düşünülen şeydir. Aynı şekilde düş kurmak düş yolu ile düşünmektir.

Düş kurmak gerçekte var olmayan bir şeyin genellikle gelecekte olacakmış gibi hayal etmek ve kurgulamak anlamına demektir. Bu olumlu bir durumu anlatır. Bu olumlu durumun öznesine düşünür tanımlaması yapılır.

Düşün dayandığı veriler ile amaçları arasında bir uyumsuzluk varsa bu kişiye, bu eylemin öznesine de hayalci denir.
Bir eylemi gerçekleştirebilmek ve daha önemlisi yeni bir şey yapmak, bulmak, icat etmek, inovasyon mutlak anlamda bir düşünmeyi gerektirir. Gençlere yönelik olarak yapılacak eğitim ve öğretimin amacı daha önce bir sonuca varılmış gerçekleri ezberletmek değil onlara yeni şeyler düşünebilme yetisini kazandırabilmektir.

Şimdi sıra geldi zikir sözcüğüne; zikir sözcüğü de dilimize Arapçadan konuk olarak gelmiş ama zaman içinde ev sahibinin yerini almış. Arapçada ḏikr ذكر [#ḏkr msd.] anmak, adını söylemek mastarından türetilmiş. (Not: Arapçada “d” bazı “z” olarak okunmaktadır. Hadrat bizde hazret olarak okunmakta, bilinmektedir.) Bu eylemin kökeni daha eskilere Aramca ve Akadca dillerine kadar dayanıyormuş.

Şimdi bir önceki aşamada söylediklerimize dönersek fikir düşünmek, düşlemek, geleceği kurgulamak ise zikir bu olguları anmak, anımsamaktır.
Birinde gelecek diğerinde geçmiş vardır.

Rutin, otomatik, mihaniki hareketlerin dışında düşünmek er ya da geç, iyi ya da kötü, doğru ya da eğri bir yenilik getirir. Zikir ise daha önceki bir olguyu tekrar etmenin ötesine geçmez.

Bu noktada zikir sözcüğünün dinsel alandaki kullanımı da akla gelmektedir. Anmak anımsamak dinsel bir doğrunun, bir inancın anımsanması o inanca sahip olanlar için gerekli olabilir. Bu anma eylemi imanın tazelenmesi için yararlı da olabilir. Ancak zikir yeni bir şey yaratmaz, yaratamaz. Dinsel alanda olsa da zikir eyleminin bir ritüel haline getirilmesi o inancın önderleri ile inananlar arasındaki bağın güçlendirilmesinden başka yararı yoktur. Zikrin uzayıp gitmesi bir saygı ifadesi de olamaz Dozunun artırılması ise önce bir bıkkınlığa sonra da zikredilen şeyin sorgulanmasına neden olur.

Fikir ile zikir birliğine dönersek; düşünülen ile konuşulanın aynı olması toplumda iletişimi de kolaylaştırır.

Değerli dilbilimcilerimizden ve çevirmenlerimizden Berke Vardar’ ın Ferdinand de Saussure’den çevirerek dilimize kazandırdığı iki ciltlik başucu kitabı niteliğindeki Genel Dilbilim Dersleri adlı eserinde: Diğer bilim dallarında önceden belli olan konular ele alınıp incelenirken dilde durumun daha başka olduğu üzerinde durulmaktadır. Saussure’e göre dil olayının iki yüzü vardır ve bunlar birbirlerinin karşılığıdır. Bir fizik olayında olgular daha önce doğanın içinde bulunmaktadırlar. Fizik ile uğraşan bir kişi bu olayı oluşturan koşulların birini veya birkaçını değiştirerek yeni bir şey veya olay yaratır. Yani şeyler veya olaylar bilim insanının elinin altındadır.
Ama dil konusunda durum gerçekten çok daha farklı ve karmaşıktır. Örneğin elma dediğimiz zaman veya kar yağıyor dediğimiz zaman ortada bir elma veya yağan bir kar yoktur. Buna gerek de bulunmamaktadır. Elle tutulmayan bir şeyi veya olayı sözlerle yoktan yaratmaya çalışırız. Karşımızdakinin düşünce dünyasında beliren bu algılar tanımlanmalarla kavramlara ulaşılır. İnsanlar bu kavramları elle tutulmayan gözle görünmeyen simgelerle yani sözcüklerle birbirlerine aktararak iletişimi sağlarlar.

Sağlıklı bir iletişim için taraflar arasında bir kavram birliğine mutlak gereksinim bulunmaktadır. Örneğin elma dendiği zaman bu sözün dinleyicileri veya okuyucuları tarafından daha önce büyüklüğü, rengi, kokusu vb. özellikleriyle, varılan, varılmış olan uzlaşma uyarınca elma olarak algılanması gerekir. Elma dendiğinde karşısındakinin zihninde tornavida veya kar yağışı görüntüleniyor ise toplumda herhangi bir iletişim sağlanamaz.

Bir Fransız ile bir Çinli kitap konusunda ortak algılara sahip olmadıkları için ağızlarından çıkan seslerle biri diğerinin kitap demek istediğini anlayamaz.

Sağlıklı iletişimin sağlanamadığı toplumda ileriye doğru hiçbir şey yapılamaz. Örneğin tencere kaynamaz, herkes aç kalır.

Yukarıda verdiğimiz örneklerde sıralanan işlemlerin hepsine birden dil diyebiliriz. Dil yan yana gelmiş, getirilmiş seslerin toplamı değildir. Dilin bir yanı geçmişe, içinde yaşanılan toplumun kültürel birikimine sıkı sıkıya bağlıdır. Öte yandan geçmişten beslenen dil günümüz ve gelecek için yeni önermeler, tasarımlar yapılmasını sağlar. Dil dün ile gelecek arasında bir köprü görevi yapar.

Dil sözcüklerden, sözcükler hecelerden oluşur. Heceler ise ağızdan çıkan seslerdir. Bu sesleri anlamlı kılan insandaki dil yetisidir. Dil yetisi öncelikle uygun sesler çıkarma, çıkarabilme ve topluluğu oluşturan diğer üyelerle birlikte bu seslere anlamlar yükleyebilme becerisidir.

Sonra bu heceleri yan yana getirme, bu şekilde oluşan bir sözcüğü başka bir sözcükle karşılaştırmaya, şeylerin adlarını koymaya sıra gelir.

Bir eylemi anlatabilmek için ise bu dilin bir dilbilgisine gereksinim bulunmaktadır. Dilbilimci Noam Chomsky eylemleri geçmiş zaman, şimdiki zaman ve gelecek zamanlı olarak incelemiş ve dilbilgisinin önemine vurgu yapmıştır. Yani elma, kiraz diye söyleyebildikten başka o kirazı yiyebildiğini söyleyebilmek gibi.

Buraya kadar anlatmaya çalıştıklarımızı özetlemek gerekirse öncelikle insanın çevresindeki şeyleri ve olup bitenleri duyumsayabilecek gelişkin organlara gereksinimi var. İkinci olarak bu şey ve olayları adlandırabilecek bir zihne gereksinimi var. Topluluk halinde benzer şeyleri yaşayan diğer topluluk üyeleri ile zihninde oluşan bu imgeleri iletebilme yeteneğine gereksinim var. Bu gereksinimi yerine getirecek bir konuşma organına gereksinim var.

Bu birkaç satırla anlatılan şeylerin insan dediğimiz bu canlı topluluğunda bu güne gelene kadar belki milyonlarca yıl geçmiş olmalıdır.

Yukarıda da değindiğimiz gibi bir toplumun barış, huzur, güven ve refahı için sağlıklı bir iletişime gereksinim bulunmaktadır. Bunun yolu bireylerin aynı dili konuşmalarına, konuşulan dildeki kavram ve terimlere aynı anlamları yüklemiş olmalarına ayrıca bu doğru kavramları, terimleri belli, anlaşılabilir kalıplar içinde karşı tarafa aktarmalarına bağlıdır. Bu da bilinen bir dilin doğru kullanılması yani o dilin kurallarına uygun konuşulmasını ve yazılmasını gerektirmektedir. Daha da açık söylemek gerekir ise o dildeki cümle düzenine uyulması, sözcüklerin doğru telaffuz edilmesi gerekli olmaktadır.

Dilin gelişmişliği o toplumun, o toplumdaki kültürün de gelişmesi anlamına gelir. Bunun için toplumdaki eğitim düzeyi mutlaka yükseltilmelidir.

Günlük konuşma dilimize yerleşmiş olan ve aynı şekilde yazarken kullandığımız kavramları, anlam ve kökenleriyle doğru bilmemiz bizim kültürümüzün, bilim ve sanatımızın gelişmesine büyük katkılar sağlayacaktır.

Anadilimizde var olan veya yabancı dillerden aldığımız bazı sözcükleri kısaca irdelememizin bize çok büyük yararlar sağlayacağını düşünüyorum.

Ali Can Polat
17.02.2022

 

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.