HİSSEDİLEN SICAKLIK HİSSEDİLEN  AĞIRLIK KATLANILABİLEN İNSAN DAYANILABİLİR ENFLASY0N

 

HİSSEDİLEN SICAKLIK
HİSSEDİLEN  AĞIRLIK
KATLANILABİLEN İNSAN
DAYANILABİLİR ENFLASY0N

Sıcak ölçer aletler (termometreler) havanın sıcaklığını ölçerler ve sonuçta sıcaklığının kaç derece olduğunu bize bildirirler. Böyle olmasına karşın biz zaman zaman havayı daha sıcak veya daha soğuk hissettiğinizi söyleriz. Kimisi sıcağa veya soğuğa daha duyarlı olabilir. İnsanların beden yapılarının özellikleri ve ruhsal durumları sıcaklıkların algılanmasında etkilidir. Bu da sıcaklık denen şeyin göreceli olduğunu kanıtlar.
Bunlardan başka havanın içindeki nem oranı da sıcaklığın olduğundan farklı algılanmasına neden olur. Yaz aylarında havadaki nem, kış aylarında ise rüzgâr havanın daha sıcak veya daha soğuk diye nitelememize neden olur. Havanın temiz veya barındırdığı partiküller açısından “kirli” oluşu da bizim algılarımızı etkilemektedir.
Hava durumuna göre iş ve yaşama koşullarını belirleyen kişi ve kuruluşlar için değerlendiren ve ölçen uzmanlar bu yüzden hava durumu raporlarını içindeki bağıl nem oranını göz önünde tutarak iki seçenekli düzenlerler. 1-Ölçülen sıcaklık ve 2- Hissedilen sıcaklık.

Bunun gibi elimize bir bardak alalım, bardak ağzına kadar su ile dolu olsun. Ağırlığını terazi ile tartar sonuçta ağırlığının şu kadar kilo, bu kadar gram olduğunu söyleyebiliriz. Şimdi aynı bardağı dolu olarak elimize alıp göğüs hizamızda tutalım. İlk anda bu bardağın terazinin tarttığına yakın bir ağırlığının olduğunu söyleriz, söyleyebiliriz. Bardağı elimizde tutmaya devam edelim. Ne kadar güçlü veya kuvvetli olursak olalım zaman içinde bardağın 200 değil 300, 300 değil 400 gram olduğunu, biraz da yakınarak söyleriz. Oysa bardak aynı bardak ve su da aynı ağırlıkta sudur. Daha sonra o bardak ve suyun ağırlığı dayanamayacağımız kadar ağır gelir, kolumuz ağrır, ellerimiz titrer.

İnsanlar da böyledir. Her toplulukta insanlar konuşmalarıyla, giyim kuşamlarıyla ve daha da önemlisi eylemleriyle ya sevilir veya umursanmazlar ya da tepki çekerler. O insanların varlıkları bir süreye kadar doğal olarak karşılansa da bir süre sonra çekilmez hale gelir. O insanların varlığı yük olmaya başlar.

İnsanlar havanın sıcaklığından yakındıklarında bir gölgeye veya soğuktan daha korunaklı bir yere sığınırlar.
İnsanlar kendilerine ağır gelen bir yükten kurtulmak için örneğin bardağı bir yere koyarlar.
İnsanlar kendileri ve yakınları için yük olmaya başlayan, çekilmez hale gelen insanlardan kurtulmak isterler. Bunun için ya o insanın bulunduğu yerden uzaklaşırlar veya o insanı bulunduğu yerden uzaklaştırırlar.

Bu örneklere bir de enflasyonu ekleyebiliriz. Toplumda her sınıf veya katmanın enflasyon algısı farklıdır. Ekonomik verilere göre bazı durumlarda satın alınacak mal ve hizmetlerin fiyatları elde edilen kazançtan az olursa enflasyon denen şey karşımıza çıkar. Eğer bu mal ve hizmetleri satın aldıktan sonra bir miktar daha elimizde kalıyorsa, yani tasarruf olanağı doğuyorsa o kişi için enflasyonun bir zararı yoktur. Hatta ilerleyen zaman içinde mal ve hizmetlerin fiyatları arasındaki fark devam ederse o kişinin tasarruf ettiği miktar büyür.
Eğer kazanç değişmiyor veya az zamlanıyorsa yakınmalar kaçınılmaz olur. Ancak bu yakınmaların dereceleri farklıdır. Eğer zamlanan mal ve hizmetler kullanıcısının günlük yaşantısında önemli bir yer tutmuyorsa o kişi için enflasyon umursanmayabilir veya dayanılabilir olur. Daha açık söylemek gerekir ise açlık ve yoksulluk sınırında yaşayanlar için ekmeğe yapılacak küçücük bir zam dayanılamaz olduğu halde üst gelir tabakaları için sözü bile edilmez. Dolayısı ile fakirin ve zenginin enflasyon algıları farklıdır. Toplumu yönetenlerin de bu farklılığı gözeterek fakir için ve zengin için iki farklı enflasyon araştırması yapmasında yarar vardır.

Elbette enflasyon sürüp gitmez enflasyondan yakınıcı insanlar bir araya gelerek buna bir çözüm bulmaya çalışırlar. Örneğin sandığa gidip ekonomiyi, ekonomik planları yapanları değiştirebilirler (!)

Ali Can Polat

 

Yorum bırakın:

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.