POLO – MİNYATÜR
P O L O
Polo, at üzerinde dörderli iki takım oyuncularının ellerindeki özel oyun sopalarıyla 10 cm çapındaki bir topa vurmalarıyla oynanan bir oyundur. Amaç topu rakip takımın kalesine atmaktır.
Fest Travel rehberliğinde İran’ı geziyoruz. Bundan önce de bir kez daha gelmiştim. İran’ın en güzel kentlerinden birisi İsfahan’dır. Osmanlı Şairi Nedim her ne kadar İstanbul için yekpare Acem mülkü diyerekten bir kaside tuttursa da İran’lılar İsfahan kenti için nısf-ı cihan yani dünyanın yarısı diyorlar. Ne diyelim kuzguna yavrusu herkese de kendi memleketi güzel gelirmiş!
Nakş-ı Cihan Meydanı. Farsça söylenişi ile Meydān-e naḳş-e cahān = Dünya’nın resminin meydanı veya Meydān-e Şāh = Şah’ın meydanı. İran İslam Devrimi sonrasında da İmam Meydanı olarak anılıyor. İsfahan’ın merkezinde yer alan bu meydan İran’ın ve Güneybatı Asya’nın en geniş meydanı. UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor.
Nakş-ı Cihan adı buranın değerini daha iyi ifade ettiği gibi tarihsel geçmişine de daha uygun. Şah Abbas dönemindeki el sanatlarına ve mücevhercilerin adına gönderme yapılması amacıyla bu ad konulmuş. Bu meydan Çin’deki Tiananmen meydanından sonra dünyanın en büyük ikinci meydanı, tam 80.000 metrekare büyüklüğünde. 1611 yılında birinci Şah Abbas’ın emriyle ve mimar Ali Akbar İsfahani tarafından 25 yılda yapılış. 4 tane kapısı var.
Siyası kapı: Âli Kapı ve Sarayı
Dini kapı: İmam Camii
İlmi kapı: Şeyh Lütfullah Camii
Ticari kapı: Kayseri Çarşısı
Rehberimiz Şeyh Lütfullah Camii’nde kubbenin altında tam ortada siyah kare zeminde durup eline aldığı bir banknotu buruşturduğunda çıkan sesin yankıları dinlemek beni gerçekten şaşkına çevirdi. . Caminin mükemmel bir akustiği var.
Camilerin ve diğer yapıların mimarisi ve tezhibi doğu estetiğinin mükemmel örneklerini oluşturuyor.
Âli Kapıdan mücevhercilerin, ressamların, diğer el sanatları ustalarının bulunduğu dükkânların, tezgâhların olduğu yerleri geziyoruz. Buraya gelmişken anısı olabilecek küçük bir veya birkaç şey almak da istiyoruz. İran’da İsfahan’ ın, minyatür sanatının en önemli merkezlerinden biri olduğunu biliyorum. Bir minyatür sanatı atölyesini gözüme kestirdim. İçeriye girdim. Türkçe merhaba dedim, hoş ağzımdan çıkan kelimenin Türkçe olmadığını, Farsça olduğunu anımsadım ama İngilizce veya Fransızca bir şey söylemekten daha iyi diye de geçirdim içimden. Tezgâhın gerisinde işini yapan usta, başını kaldırıp bana ” merhaba, hoş geldiniz” diye karşılık verince çok sevindim. Azeri’ misiniz diye sordum. Hayır dedi, sizin dilinizi biliyorum dedi. Bana ve eşime minyatürü enikonu anlatmaya başladı. Doğrusu ben resim kâğıdına yapılmış bir minyatüre razıydım. O kalıcı bir şey isterseniz kemik üzerine çizilmiş olanlar var, onlardan alabilirsiniz dedi. Kemik üzerine yapılmış minyatür bana çok ilginç geldi. Ustamız, anlatmaya devam ederken vitrininin gerisinden bir parça çıkardı, önümüze koydu. Elime aldım, o kadar güzel bir şeydi ki ! Bu minyatür arkamızdaki meydan ve minik figürler, figurinler de at ve üzerindekiler de insan değil mi? Bunlar ne yapıyorlar? Ustamız bu kez gülümsedi, benim cahilliğimi doğrudan yüzüme vurmadı ama polo oynuyorlar dedi. Deve kemiği çok dayanaklı imiş bu yüzden daha değerli minyatürleri deve kemiğine işliyorlarmış. Devam etti, polo oyununu sizler İngilizlere özgü bir spor olarak bilirsiniz. Oysa bu sporun anayurdu İran’dır. Polo M.Ö. 5. yüzyıldan bu yana bilinmekte, oynanmaktadır. Bu meydanda da polo oynanmıştır, o geleneği göstermek için biz de bu minyatürü yaptık dedi.
Oyunun ilk kez Pers ülkesi/İran’da MÖ 6. yüzyıl veya daha geç, M.S. 1. yüzyılda oynanmış olduğunu söyledi. Polo, ilkin atlı süvarilerin ve genellikle kralın muhafızlarının veya diğer seçkin orduların eğitimi amacını taşıyormuş. Savaşçı kabile üyeleri bu oyunu yüzer kişilik iki taraf halinde oynamışlar.
Bu minyatürde görüldüğü gibi MÖ 200’lerden itibaren Orta Asya Türkleri arasında Çevgan adıyla oynanmış, zamanla tüm Asya’da oynanır olmuş. 1800’lü yıllarda İngilizlerin Hindistan yolculukları sırasında bu oyunu görmeleri sonrasında Avrupa’ya taşınmış. Zamanla İngiliz soyluları arasında yaygınlaşmış ve İngilizlerin “millî “bir oyunu haline gelmiş.
Yine minyatür sanatçımızın bize anlattığına göre İngilizler bir dönem İran yönetiminde söz sahibi olunca birçok yerde yaptıklarını burada da yapmışlar, polo denen bu oyunu almışlar, Pakistan ve Afganistan’a taşıyıp yaygınlaştırmışlar. Daha sonra bu oyun için kurallar koymuşlar, polo oyununu sahiplenmişler ve tüm dünyaya da kendi sporları imiş gibi tanıtmışlar. Çay da öyle değil midir? İngiltere’de tek bir yaprak çay yetişmez ama çay denince sanki orada yetişiyormuş gibi dünyada bir algı yaratılmıştır.
Polo sözcüğünün kökenini araştırdım Hint-Avrupa dil ailesi içinde Balti dilinde poloya yakın “pulu” sözcüğü var. Pulu top anlamına geliyormuş. İran’da eskiden bu oyuna ne dendiğini bilmiyorlar. Onlar da bizler gibi polo diyorlar. Azerbaycan’da, eskiden olduğu gibi günümüzde de ata sporu olan cirit ile birlikte çevgân adıyla bu oyun oynanmaktadır. Kâşgarlı Mahmud Divânu Lügati’t-Türk’te bu oyundan askerlerin eğitimi amacıyla oynandığından söz ediyor…
M İ N Y A T Ü R
Geziden dönüp İsfahan’dan getirdiğim deve kemiği üzerine işlenmiş polo minyatürünü çerçeveletirken minyatür ustamıza sormayı akıl edemedim. Eminim o bana minyatür ile de ilgili olarak kim bilir daha neler anlatacaktı. Bu eksikliği araştırıp öğrenerek gidermeye çalıştım.
Sözcüğün kökeni:
Ortaçağ Avrupası’nda, hazırlanan el yazmalarının bölüm başlarında metnin ilk harfinin etrafına Latince “minium” denen kızıl-turuncu boya ile “miniatura” denen süslemeler yapıldığını öğrendim. Minyatür adının, bu sözcükten geldiği, zamanla Latince’de küçük anlamına gelen “minor” kelimesinin etkisi ile “küçük resim” anlamını kazandığı söyleniyor. Minyatür sözcüğü, ışık, gölge ve oylum, derinlik duygusu bulunmayan küçük renkli resimleri ifade etmek için kullanılıyor. Bu çizim ve resimlerde perspektif yoktur.
Birçok kaynakta ve Türk dünyasında eskiden beri minyatüre “nakış”, nakış yapana da “nakkaş” denilmiş ama küçük boyutlu resimler Osmanlı kaynaklarında tasvir, şebih, suver, âsâr, tarrahi, nigar, suret, hurde nakış gibi isimlerle anılmış; 19. yüzyılın sonundan itibaren bu resimler yayınlarda “minyatür” olarak yer almaya başlamış.
Batıda minyatür tarzı resim yapan sanatçılara minyatari, minyatürist, minyatürcü denilmiş; Osmanlı’da ise minyatür tarzı resim yapan sanatçılara “nakkaş” genel adı altında “musavvir, ressam, tarrah, şebih nüvis, nigari, nigarende, meclis nüvis, nakş-bend, siyahkalem gibi isimler verilmiş.
Tarihçe:
Bilinen en eski minyatürler Mısır’da MÖ 2. yüzyılda papirüs üzerine yapılanlar. Daha sonraki çağlarda Yunan, Roma, Bizans ve Süryani elyazmaları da minyatürlerle süslenmiş. Hristiyanlık yayıldıkça minyatür elyazması İncil’leri süslemede kullanılmış.
Avrupa’da minyatür sanatı 8. yüzyılın sonlarında gelişmiş, 12. yüzyılda din dışı konularda da minyatürler yapılmaya başlanılmış.
Minyatür sanatı, Ortaçağın sonlarına doğru İran, Irak, Orta Asya ve Anadolu’da bulunan Türk ve Pers hanedanlıkları dönemlerinde gelişmiş
Türkler’ de minyatür geleneği Orta Asya’da Uygurlar döneminde, İslam öncesinde başlamış. Uygur halkları arasında yayılmış olan Mani dininin, Maniheizm’in kurucusu, Müslümanların “Mâni-i nakkaş” diye andıkları bir ressam tarafından yapılmıştır. Bu kişi kitaplarını bu resimlerle süslemiş.
Selçukluların İran’a girmeleriyle birlikte buradaki sanattan da etkilenmişler. Minyatüre kendi özelliklerini de katarak geliştirmişler.
Fatih döneminde, padişahın resmini de yapmış olan Sinan Bey adlı bir nakkaş ile başlayan bu sanat ilerleyen yıllarda Levnî ile gelişmiş ve geleneksel anlayışın dışına çıkarak kendine özgü bir biçim kazanmıştır.
Baskı makinesinin bulunuşundan sonra Avrupa’da minyatür daha çok madalyonların üzerine portre yapmak için kullanıldı. 17. yüzyıldan sonra fildişi üzerine yapılan minyatürler yaygınlaştı. Daha sonra minyatür sanatına karşı ilgi azalmakla birlikte dar bir sanatçı çevresinde geleneksel bir sanat olarak varlığını sürdürdü.
Günümüzde de minyatür çizen ve bu geleneği sürdüren sanatçılarımız bulunmaktadır.
07.04.2022
Ali Can Polat