TUTUM
Ben henüz küçücük bir çocukken annem sofraya oturmadan önce ve sofradan kalktığımızda ilk iş olarak ellerimizi yıkamamız gerektiğini söylerdi.
Ben o yaşlarda henüz mikrop sözünü ya duymamış veya duymuşsam bile ne olduğunu gözümde canlandıramamıştım. Zaten bu şeyler göze görünmezlermiş. Büyük bir olasılıkla büyükannemin anlattığı masallardaki cinler, periler gibi bir şeylerdir diye düşünürdüm. Ancak mikropların iyi şeyler olmadığını, onlardan uzak durmak gerektiğini kafama yerleştirmiştim.
Hastalık yapan mikroplardan uzak durmanın en iyi yolu da annemin dediğine göre ellerimizi yıkamaktı… Elleri yıkamak için bir de sabun denen şey vardı. Sabun yeşil veya beyaz ama mutlaka dikdörtgen biçimli bir şeydi. Büyükannem bu sabunun adına nedense Hacı Şakir derdi. Ben sabuna niye böyle dendiğini de hiç anlamaz ve bilemezdim. Doğrusu niçin diye sormayı da ya akıl etmedim veya sormaya cesaret edemedim.
Ancak ortada bir sorun vardı. Benim ellerim çok küçük, sabun çok büyüktü. Ellerimin arasına alıp bir türlü çeviremiyordum. İkinci çevirmemde sabun hemen yere düşüyordu.
Annem bu sabunlar küçülünce atmazdı. Daha büyük bir sabunun üzerine yapıştırırdı. Bizim ailemiz öyle zengin falan değildi. Yediğimiz önümüzde yemediğimiz arkamızda hiç olmadık. Bu da annemin aile bütçesini denkleştirmek için bulduğu veya bir yerlerden görüp öğrendiği bir yöntem. Ehh işte kendisine göre bir tutumluluk örneği.
Ben o tarihte bunu da hiç anlamıyordum. Aradan biraz daha zaman geçip ilkokula başlayınca Aralık ayının 12 ile 18’ i arasında yerli malları ve tutumluluk haftası yapılırdı. Hafta boyunca öğretmenlerimiz bize yerli malı kullanmanın önemini, israfın kötü bir şey olduğunu o zaman öğretmişlerdi. Milli Servet sözcüklerini de ilk kez o tarihlerde öğrenmeye çalışıyorduk.
Bu anlattıklarım 1950′ li yıllarda yaşanan olaylar. Kolay değil 2. Dünya Savaşı çok sayıda ülkeyi içine almış, çatışma ve ölümlerden başka açlık, yokluk ve çeşit çeşit acılar da yaşanmıştı. Ülkemiz her nasılsa bu savaşın dışında kalmayı başarmış ender ülkelerden birisiydi ama ekonomik sıkıntılar ülkemizi de adeta çelikten bir kıskacın içine almıştı. İşte böyle bir ortamda kaynakların en uygun şekilde kullanılması, rasyonel bir üretim, üretim sürecinde verimin artırılması ve üretilen malların da israftan uzak en uygun, en rasyonel şekilde tüketilmesi ilke edinilmişti. Devlet ile birlikte halk da bu önlemlere uyuyordu. Örneğin sökük çorabına, pantolonuna yama, ayakkabısına pençe yapılıyordu.
Halk kendi arasında “yamalı gezmek ayıp değil yırtık gezmek ayıp” gibi kendiliğinden özlü sözler üretiyordu.
Yerli malı Haftasının ortaya çıkmasına neden olan birkaç olaya ve konunun anlam ve önemine ilişkin konulara biraz daha yakından bakalım.
Yerli Malı Haftası (Resmî adıyla Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası), Her yılın 12-18 Aralık tarihleri arasında Türkiye’de tüm okullarda kutlanan bir haftadır
Doğrudan I. Dünya Savaşı katılan ülkeler daha sonra ekonomik bir darboğaza girdiler. Önlem olarak bu durumdaki birçok ülkede yurtdışına para akışının önünün kesilmesi ve toplumsal bir tutum bilincinin oluşması amaçlanmıştır.
I. Dünya Savaşından sonra Kurtuluş Savaşında da esasen kıt olan kaynaklarının da sonuna gelen ülkemizde Mustafa Kemal başkanlığında, 1923 yılında İzmir’de bir İktisat Kongresi toplanmıştır. Bu kongrede yurdun zor koşullar altında kazanılmış olan bağımsızlığının korunması için ulusal sanayinin kurulması, dışalımın sınırlandırılması ve bunun yerine yerli mallar üretilmesi ve kullanılması kararlaştırıldı.
Bu arada başta ABD olmak üzere birçok ülkede ekonomik hayatı alt üst eden 1929 Dünya Ekonomik Krizi bu ülkeleri önlemler almak zorunda bırakmıştır. ABD bir yandan Keynesyen teorilerle faiz ve para politikalarını düzene sokmaya çalışırlarken dışalımların sınırlandırılması, kamu harcamalarının kontrolü ve yerli mallarının kullanımı ile ulusal sanayinin güçlendirilmesi öngörülmüştür. ABD’nin bile 1936’da federal bir yasa (Use American) yaptığı ve 1984’de güncellediği ‘Yerli Malı Kullan’ çağrısı ne yazıktır ki; ülkemiz insanlarınca hiç üzerinde durulmamıştır.
Dönemin başbakanı İsmet bey 12 Aralık 1929 tarihinde TBMM’de bir konuşma yapmış, bu konuşmasında ulusal ekonomi, yerli malı ve tutumlu olma konularında önemli ilkeler ve kurallar açıklamıştır. Yasal düzenlemeler de yapılmıştır.
İşte bu düşünce ve kararlar doğrultusunda ilk kez 1946 yılından Yerli Malı Haftası adıyla kutlanmaya başlamıştır.
1983 yılında ise bu kutlamaların adı Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası olarak değiştirilmiştir. 1980 Askeri darbesi sonrasında birçok şeyde olduğu gibi bunun da içi boşaltılmış, Mustafa Kemal’in ‘Türk yurdu, Türk iktisadı, Türk eliyle, Türk tarihiyle yükselir. Türkler, TÜRK MALI alınız, TÜRK MALI kullanınız; Türk parası Türk toprağında kalsın’ sözleri unutulmuş ve unutturulmuştur.
Yine o yıllarda çok moda olan küreselleşme rüzgârları doğrultusunda yeri, ulusal sanayi, yerli malı, tutum ve tutumluluk gibi kavramlar da sümen altı edilmeye başlanmıştır.
Yerli Malı Haftasının amacı, yerli malının yabancı mallar karşısında üretiminin de tüketimin de bilinçli olarak artırılmasıdır. Bu hafta süresince öğrencilere tutumlu olmanın, yatırım yapmanın ve yerli malı kullanmanın önemi anlatılır.
Yerli Malı Haftasında yalnızca evimizden getirdiğimiz elma, ayva, nar, fındık, kuru incir ve ceviz gibi mevsim meyvelerini aramızda neşeyle, gülüşerek, şakalaşarak yemekle kalmazdık. Okullarımızda 12-18 Aralık tarihleri arasında tutum, tutumluluk, yatırım ve Türk malları ile bunları kullanmasının sağlayacağı yararlarla ilgili bilgiler verilirdi.
Bankalar öğrencilerin bu yöndeki bilinçlerini artırmak ve harçlıklarından artıracakları paracıkları biriktirebilmeleri için kumbaralar dağıtırlardı.
Hafta boyunca şiirler okunur, konuşmalar yapılır, skeçler ve oyunlar oynanırdı.
“Yerli Malı, Yurdun Malı Herkes Onu Kullanmalı”
YERLİ MALI
Yerli malı yiyelim, yerli malı loy loy. Yerli malı giyelim, haydi arkadaş.
Yerli malı yiyelim, yerli malı loy loy. Yerli malı giyelim, haydi arkadaş.
Yerli malı alalım, yerli malı loy loy. Yerli malı satalım, haydi arkadaş.
Yerli malı alalım, yerli malı loy loy. Yerli malı satalım, haydi arkadaş.
Yerli malı üretelim, yerli malı loy loy. Yerli malı tüketelim, haydi arkadaş.
Yerli malı üretelim, yerli malı loy loy. Yerli malı tüketelim, haydi arkadaş.
Bu şirin şarkı sözlerinin bir sınıfta çınladığını göz önüne getirin. Çocuklar hem yeni ve güzel şeyler öğreniyor hem de eğleniyorlar. Arkadaş diye seslenmenin güzelliği içinde içlerindeki enerjiyi haydi haydi diyerek yanındakine aktarıyorlar. Bu bilinçlenle ne güzel, ne büyük şey…
O tarihlerde bir de TUTUM BANKASI vardı. Banka 1948 – 1963 tarihleri arasında bankacılık işlemleri yapmıştır. Aşağıda Tutum Bankası TAO’ nun bir cep ajandası fotoğrafını göreceksiniz. O yıllarda bizler küçücük çocuklardık ama büyüklerimizden bir şeyler öğreniyorduk. Devlet örgütünde yer alanlar ile halk arasında bir yardımlaşma ve dayanışma vardı. Herkes birlik ve beraberlik içinde ortak bir amacın gerçekleşmesi için doğal bir çaba gösteriyordu.
Eski yıllarda tutumlu olmak önemli idi. Özel ve kamu bütçelerinde tasarruf etmek, tasarruf edilen şeyi veya parayı verimli bir yatırımda kullanmak önemli idi.
Giderek tutumlu olmak cimri olmak, nekeslik diye algılandı. Tüketim her alanda özendirildi. Ve sonuçta bir tüketim cenneti olarak gösterilen ABD’ yi de solladık ve yarınını hiç düşünmeyen bir tüketici toplum olduk.
Eskiden genç bir kızımız çeyizinden bir parçayı veya sırtındaki bir kazağı göstererek bunu ben ördüm, ben işledim diye övünürdü. 1965’ler sonrası bu tür tutum ve davranışlar küçümsenmeye, pazarda, dükkanda daha iyisi var, aynı fiyata geliyor, uğraşmaya değmez, gözlerine yazık denerek sürekli konfeksiyon ve yurtdışından getirilen ürünler önemsenmeye başlandı. Bu yıllarda, NATO – Amerikan üslerindeki PX’ lerden kaçak olarak piyasaya sürülen ve ne acıdır ki birçoğu kullanılmış giysiler göklere çıkartılmıştır.
Almanya, İngiltere ve ABD’ nin kimi eyaletlerinde gördüğümüz ve çoğu kez imrenerek baktığımız bahçeli evler vardır. Bu evlerin genellikle otomobilini koydukları bir kapalı garajları vardır. Bu garajın bir bölümünde küçük ve orta büyüklükte onarımları ve hatta yeni bir eşyayı yapabilecek alet ve edevatın saklandığı bir bölüm vardır. Bazılarında bu bölüm bir atölye gibidir. İsveç, Norveç ve Finlandiya gibi gelir düzeyleri yüksek gelişmiş ülkelerde şimdilerde, küresel ısınma düşünceleriyle “atma, tamir et” anlayışı gelişmeye başlamıştır. İsveç kökenli IKEA’nın kuruluş ve büyüme öyküsünde de bu anlayışın olduğu bilinmektedir.
Bizim ülkemizde ise artık onarmak, tamir etmek neredeyse ayıp sayılmaya başlanmıştır.
Bu yanlış giderek toplumda kalıcı bir algıya dönüştü.
Sistem bir aletin onarımı için harcanacak paranın yenisini almaktan daha pahalı olduğu bir sisteme dönüştü. Giderek toplumda “tamirci” kalmadı. Al kullan ya da kullanma at ve yenisini al. Buna koşut olarak tarihi ve arkeolojik değerlerine paha biçilemeyen eserler ehliyetsiz, liyakatsiz, bilgisiz “ustaların” eline kalmıştır. Son dönemlerde restorasyon işleri kültürel bir cinayet halini almıştır.
Yeri gelince muhafazakâr bir toplum olduğumuzu söyleriz ve hatta bu halimizle övünürüz ama hiç bir değerimizi korumuyoruz, korumanın gerektiğine ilişkin bir bilincimiz de yok. Sanırım muhafazakârlık yanlışlarımızı, din adına doğru sandıklarımızı kıskançlıkla sürdürmekten ibaret.
Tutum esasen iktisat anlamına kullanılan bir sözcüktür. İktisat bilimi yerine bir dönem tutumbilim kullanılmak istenmiş ama tutumbilim tutmamıştır. İktisat veya ekonomi sözcüklerinin kullanımı sürmüştür.
Aslına bakıldığında iktisat sözcüğü 1870’lerde Fransızcadan alınan ekonomi sözcüğüne karşılık olarak bulunan Yeni Osmanlıca sözcüklerdendir; eski Osmanlıca sözlüklerde iktisat sözcüğü yer almaz. İlber Ortaylı’nın ifadesine göre Ahmed Cevdet Paşa tarafından bulunmuştur.
Öztürkçecileri eleştirenler için bu güzel bir örnektir. Yani Osmanlı da gereksinim duyulan alanlarda sözcük türetmiş, uydurmuştur.
Türkçe’mizde türetilen birçok sözcük te öylesine tutmuştur ki, eskiden onun yerine kullanılan sözcük unutulup gitmiştir. Örnek anayasa. Şimdi hiçbir kimse Kanun-i Esasi veya Teşkilat-ı Esasiye Kanunu sözcüklerini kullanmamaktadır.
Şimdi gelelim yazımızın başlığındaki tutum kavramına, TDK sözlüklerine göre tutum a) tutulan yol b) gelirle gideri, üretimle tüketimi, sarsıntılara meyden vermeyecek biçimde düzenli tutma veya gereksinmeleri sınırlı olanaklarla en verimli olacak bir sıraya göre karşılama, iktisat, ekonomi anlamlarına gelmektedir. Tutumlu olmak da tutumla davranan, muktesit anlamına Türkçe bir sözcüktür. Tutumsuz da dilimizde müsrif, israf eden anlamına gelmektedir.
Tutumlu olmak bazılarının anladığı gibi bazı gereksinimlerin karşılanmasından kısmen veya tamamen vazgeçilmesi değil bu gereksinimlerin kaynaklar göz önünde tutularak en akılcı yollarla karşılanması demektir.
Tutum sözcüğünün kökeni Türkçe tutmak eyleminden türemiş olan tut köküdür. Buna um soneki takılarak tutum sözcüğü elde delmiştir.
Tutum bir kişi veya kuruluşun bir sorunu ele alış biçimi, bir sorun karşısında aldığı durum, takındığı tavır ve tutulan yol, davranış (İngilizce attitude karşılığı) olarak açıklanabilir ancak bizim konumuz bu anlamdaki tutum kavramı değildir. Üzerinde durduğumuz gereksiz, aşırı harcamalardan sakınma, harcamaları kısma anlamındaki tutumdur.
Yukarıda da değindiğimiz gibi tutum dilimize yerleşmiş olan iktisat veya ekonomi kavramının karşılığıdır.
İktisat Ferit Develioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe Sözlüğünde; iktisat sözünün Arapça ile ilintisine değinilmekte anlamı tutum, biriktirme, artırma olarak açıklanmaktadır. Sevan Nişanyan’ın Sözlerin Soyağacı adlı kitabında sözcüğün Arapça qşd kökünden geldiği iqtişad haliyle tasarruf etme, harcamalardan kaçınma ve taşkınlık yapmama olarak açıklanmaktadır.
Şemseddin Sami’nin Kâmûs-I Türkî’ sinde iktisad sözcüğünün Fransızca economie sözcüğünün karşılığı olarak Arapça kasd mastarından türediği (iktisadat) a) itidal üzere hareket etme b) tasarruf, idare anlamına geldiği belirtilmektedir.
Kavramın kaynağı batı dillerindeki ekonomi sözcüğüdür. Dilimize de Fransızca économie sözcüğünün okunuş şekliyle girmiştir. a) İktisat bilimi, b) tutumluluk anlamlarına gelmektedir. Sözcüğün aslı Eski Yunanca oikonomía οικονομία ev idaresi sözcüğünden alıntıdır. Sözcüğün Latincedeki karşılığı oeconomia’dır. Fransızcada bu sözcük Eski Yunanca oikonómos οικονόμος ev idare eden, kâhya, vekilharç sözcüğünden türetilmiştir. Yunanca sözcük Eski Yunanca oíkos οίκος ev ve Eski Yunanca nomós νομός yönetim, düzen, kural sözcüklerinin bileşiğidir.
Eskiden kamu iktisadi teşebbüslerinin içinde “ekonoma” adıyla satış yerleri vardı. Bunlar bir anlamda tüketici kooperatifleri olup çalışan işçilerin ev idarelerine katkısı düşünülerek bu adı almışlardır.
Dünyada Fransız Devriminden sonra gelişen kapitalist üretim ilişkileri üretim ve tüketim ve pazarlama işlerinin planlanması gereksinimini kendiliğinden doğurmuştur. Bunun için öncelikle istatistik veriler toplanmış ve 19.yüzyılın ortalarına doğru cliometri adıyla bu konularda kuramlar geliştirilmeye başlanmıştır. Bunlar giderek karşımıza ekonometri ve ekonomi kavramlarını çıkarmıştır. Daha doğrusu antik dillerde var olan kavram güncellik kazanmıştır. Daha sonra da bilindiği gibi tüm dünya dillerine dönüşü olmayan bir biçimde yerleşmiştir. Günümüzde hemen herkes bu sözcüğü öğrenmekte ve okurken ya da yazarken gelmişini geçmişini düşünmeden kullanmaktadır.
Sanayi devriminin dışında kalan Osmanlı devletine ve Arap coğrafyasına ekonomi kavramı tümüyle yabancıdır. 1870’li yıllara gelindiğinde gelişen ticaret ilişkileri Osmanlı toplumunda da bu faaliyetler için bir kavram kullanılmasını zorunlu hale getirmiştir. Fransızca’ dan alınıp konuk edilen ekonomi sözcüğüne seçenek oluşturacak bir kavram türetilmesi çalışmaları da aynı tarihlerde, eş zamanlı olarak başlamıştır. Resmi yazışmalarında Arapça’ dan yararlanarak geliştirilen Osmanlıca içinde iktisat kavramı bir gereksinimin karşılanması amacıyla bürokrat ve entelektüel çevrelerce bulunmuştur. Bu kavram Araplara da Osmanlının bir armağanı olmuştur.
Cumhuriyet dönemi ile birlikte dilde yenileşme çalışmaları çerçevesinde iktisat kavramının karşılığı olarak tutumbilim önerilmiş ama bu kavram tutmamış, yaygınlaşamamıştır. Onun yerine ekonomi, iktisat kavramları kullanılmaya devam etmiştir.
O antik dönemde ilgi veya etki alanı bir evden ibaret olan ekonomi, bugün tüm dünyayı ilgilendirmekte ve etkisi altına almaktadır.
Ekonomi, sınırlı kaynakların nasıl kullanılacağını inceleyen sosyal bilim dalıdır. Kavramın ortaya çıktığı andan başlayarak ekonomi birbirinden çok farklı şekillerde tanımlanmıştır. Zaman içinde belirlenmiş tanımlar ortaya çıkan yeni gereksinimler nedeniyle yetersiz kalmakta, eskimektedir. En genel anlamda kıt kaynakların insanların daha geniş gereksinimlerine yetirilebilmesidir.
Bu kabaca yapılmış olan, çok basit tanımın içinde kaynakların gereksinimleri karşılayabilmesi için idareli davranmaya, har vurup harman savurmamaya, tutumlu olmaya yani ekonomi biliminin koyduğu kurallara uygun davranmaya gereksinim vardır. Kaynakların kıt, onları gereksinimlerimizi karşılayacak düzeneklerin gelişmemiş ve teknolojilerinin de az ve zayıf olduklarını düşünürsek ülkemiz insanlarının tutum ve tutumluluk konusunda çok daha duyarlı olması gerekmektedir. Cumhuriyetimizin önceki yıllarında bu yöndeki istem ve çabaları görebiliyorduk ancak özellikle son 30-40 yıldır gerek kamu ve özel bütçeli işletmelerde kişisel aile bütçelerinde tasarruf, tutum, tutumluluk gibi kavramların yerini hesapsız, kitapsız bir tüketim çılgınlığı almıştır.
O yıllarda bizden önceki kuşaklar tutumluluk bilinciyle nasıl denk bütçelerle yüksek oranlı büyümeleri sağladılarsa, bu yolla bağımsızlığımızı koruyabildilerse, ayakta tutabildilerse şimdi de aynı istenç ve eylemlerle aynı sonuçlar alınabilir.
Dün sabah banyonun lavabosunda gördüğüm küçülmüş sabunu görünce annemin o küçük sabunu atmayarak daha büyük bir sabun parçasının üzerine yapıştırdığını anımsadım. Annem yapıyorsa ben de yapabilirim dedim. Denedim ve başardım…
Hepimiz, bizi sarıp sarmalayan tüketim çılgınlığından kurtulabilir, tutumlu olmayı deneyebilir ve başarabiliriz. Tutumlu olmanın bize kazandırdıklarının rahatlığını, huzurunu hep birlikte paylaşabiliriz.
08.07.2022