KOT PANTOLON
Halkımız bir çok ürünü markası ile adlandırmayı seviyor. Bunun nedenlerini epey araştırdım ama pek öyle dişe dokunur bir neden, bir gerekçe bulamadım. Söylemek istediğim, şu örnekleri verdiğimde sanırım daha iyi anlaşılmış olacaktır.
a) Diş macunu yerine İpana
Türkiye’de diş macunu denince bir kuşağın aklına ilk gelen isim İpana’dır. İpana ilk kez 1915 yılında ABD’de piyasaya sürülmüş ve halk arasında hayli tutunmuş. Sonra deyim yerindeyse üretici firma tarafından bu markanın yaşlandığı düşünülmüş ve başka adlarla, başka markalarla üretim ve satış yapılmış. Ancak Türkiye’de bu marka öyle çok sevilmiş ki; kimse onun yerine bir şey koymaya cesaret edememiş. Şu anda Türkiye’den başka bir yerde üretilip pazarlanmıyormuş. Türkiye’de üretimi Eczacıbaşı Grubu yapıyor.
b) PVC pencere yerine Pimapen
PVC esaslı bir kimyasaldan Türkiye’de üretilen ilk pencerenin markası PIMAPEN idi. Halkımız bu ilk gördüğü, tanıdığı ürünün ne olduğunu, neden yapıldığını düşünmek araştırmak gibi bir zahmetlere katlanmak istemediği için markası ile adlandırmayı uygun ve yeterli görmüştür. Şimdi örneğin WINSA firmasına gidiyor, pimapen siparişi verdim diyebiliyor.
c) Margarin yerine Sana yağı
Sana, Unilever tarafından 1952 yılından başlayarak üretilen bir margarin markasıdır. Üretildiği zamanlarda pazarda rakibinin olmaması ve Amerika’dan ucuza ithal edilen soya yağından yapılması dolayısıyla ve ucuz olan fiyatı nedeniyle çok başarılı bir ürün olmuştur.
d) Tıraş bıçağı yerine Jilet
Gillette bir tıraş bıçağı markasıdır. Bu sözcük King Camp Gillette’ in Amerikalı sanayici (1855-1932 özel adından türetilmiştir.
Jilet kelimesi tarihte ilk kez “tıraş bıçağı” anlamında 1929 kullanılmıştır.
e) Orkid de öyle. Bir genç kızımız bu ürünün satıldığı yere gidince bir tane orkid istiyorum diyor.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Aynı şekilde kot pantolon diye bildiğimiz giyeceğin adı da jeans veya blue jeans’ dir. Bu kumaşı bizde ilk kullanan kişi Beyoğlu’nda, Bankalar Caddesinde terzi dükkânı da olan Muhteşem Kot adında Arnavut asıllı bir Türk’tür.
Gelin şimdi şu kot öyküsünü ilk ağızdan dinleyelim.
***
‘‘KOT’’ aslında pantolon adı değil, tek başına bir markadır.
Terzi Muhteşem’in oğlu, 1940 İstanbul doğumlu Aytaç Kot ile yapılmış bir röportajın ilgili bölümlerini birlikte okuyalım.
Tekstilcilik baba mesleği
Babam Muhteşem Kot, Arnavut asıllıdır, 3 yaşındayken ailece Gossiva’dan Türkiye’ye göç edip Edremit’e yerleşmişler. Ailesi çok fakir olduğu için zor bela ortaokula kadar okumuş, onu bir terzinin yanına çırak vermişler. Bu arada dedem vefatından önce babama 8 tane altın veriyor, bütün sermayesi bu. İyi bir terzi olmayı kafasına koyan babam, bu altınları cebine koyup o yaşında Paris’e gidiyor. Birkaç ay sonra altınlar bitiyor, oralarda aç sefil kalıyor, sokaklarda yatıyor. Bu arada Fransızcayı da öğrenmiş oluyor, çalışmadığı iş kalmıyor. Sonunda Institut Ladeveze-Darroux adlı bir terzilik okuluna girmeyi başarıp 2 sene okuyor, yıllar sonra ben de oradan mezun oldum. Türkiye’ye dönüşünde annemle tanışıp evleniyor, bu arada İstanbul’da terziliğe başlıyor.
Kısa zamanda çok ünlü bir terzi oluyor, Raif Dinçkök ve Bal Mahmut’la birlikte taahhüt işlerine giriyorlar.
Kot’un marka olduğunu bir türlü anlatamadım
– Turgut Özal’ın kapıları açmasından sonra yabancı markalar geldi, biz de otomatikman 2. lige düştük. ‘‘Kot’’ imajı bulutlarda dolaşıyor, biz yerdeyiz. Hatta ‘‘Kot, kot değildir’’ diye bir reklam kampanyası yaptık ama anlaşılamadı, zaten kimse de anlamak istemiyordu. Hala ‘‘Levi’s kot’’ diyorlar, anlatılması mümkün değil. 1992’de üretime son verdikten sonra Topkapı’daki fabrikayı kiraya verdim, ihracata dönük işler yapıyorlar. 1992’de üretimi durdurduğum güne kadar ben ve ailem ayağımıza Kot’tan başka blucin giymedik. Malımızın çok iyi olduğuna kendim inanmazsam başkalarını nasıl inandırabilirdim ki? Bugüne kadar ne yaptıysam Türkiye standartlarında hep en iyisini yaptım, hep birinci oldum,
Levi’s’in müdürü rüşvet istedi
Levi’s 1985 yılında bizimle çalışmak istedi, bir yıl süren görüşmelerden sonra anlaşmayı imzalama noktasına geldik ama başkaca nedenlerle olmadı. Sonunda Cem Boyner’le anlaştılar. Levi’s belki dünya devi ama bu işi ilk yapan biri olarak bana sorarsan ‘‘Mavi Jean’’ hepsinden çok daha iyi blucin yapıyor.
Zımparayla blucin ağarttım
Avrupa’da ilk blucin fuarı 1978’de Frankfurt’ta yapıldı. Ben de orada bir stand kiralayıp Kot’larımızı güzelce sıraladım. Orada öğrendim ki onlar ponza taşı ile ağartıyorlarmış. Fuardan döndükten sonra Denizli, Nevşehir, Van’da ne kadar bayimiz varsa hepsine sipariş verdim, bir hafta içinde çuvallar dolusu ponza taşı geldi. Çamaşır makinesinin içine attık ponzalarla pantolonları; çok küçük açılmalar oldu, o kadar. Bu arada 30 tane, marangozların kullandığı zımpara makinelerinden alıp 2 bin pantolonu tek tek ağarttık. Derken kimya mühendisleri ponzanın yanı sıra bazı formüller geliştirdi de biz de Avrupa’dakiler gibi üretime başladık. Bu mamullerle 1979’da Rumeli Caddesi’ndeki dükkân açıldığında büyük izdiham oldu, polis zor baş edebildi. Vitrinde bir çamaşır makinesiyle Silivri’den toplattığım çakıl taşları ve ağarmış blucinler vardı. Olay çıktı, işte gerçekten ‘‘stonewash’’ (taş yıkama) idi. Başta Samanyolu Sokak’taki tekstilciler olmak üzere bunu gören herkes blucinlerini makinelerde taşla yıkamaya başladı.
Türkiye’de blucin modasının tarihi:
Blucinin genç kuşağın ilgisini çekmeye başlaması, ünlü Amerikalı aktör James Dean’le başlar. Özellikle ‘‘Devlerin Aşkı’’ filminde giydiği blucin, İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana’daki Amerikan askerlerinin giydiği pantolonların aynısıydı. Amerikalılar ülkelerine dönerken bunları Kapalıçarşı’nın Beyazıt girişindeki elbisecilere satarlardı. Daha sonra Tophane Salıpazarı modası çıktı. Amerikan üslerindeki PX lerden kaçak olarak çıkartılan mallar, el altından akıl almaz fiyatlara satılırdı. Zamanla yurtdışından TIR’larla kaçak olarak tanınmış yabancı marka blucinler gelmeye başladı. Babam 1958’de vefat edince annem ve dayımla birlikte işin başına geçtim, 1960’ta ‘‘Kot’’ markasını tescil ettirdik. Mallarımızın gerçekten çok sağlam olması, 3 dikişli makinelerle dikilmesi, temizlenmesinin kolaylığı, ütü istememesi nedeniyle özellikle köylü ve işçilerin ısrarla aradığı pantolon haline geldi. Kot markası dolayısı ile de ‘‘kot pantolon’’ denildi, hâlâ da öyle gidiyor. İlk blucinler renk olarak bugünküleri andırıyordu, ama aynı değildi. Çünkü ‘‘denim’’ denen blucin kumaşı, Hindistan’da aynı adlı bitkiden elde edilen ‘‘indigo’’ boyalı iplikle dokunmadığı için yıkanma ve aşınmayla rengi açılmıyordu. Bizim kumaşları Akfil yapıyordu, ‘‘naftol’’ adı verilen bir yöntemle. Rahmetli Mehmet Mermerci’nin beynini yıkaya yıkaya zorla bu kumaşı yaptırdım. Ardından yine benim ısrarımla indigo tesisi kurdu.
Ayakta duran pantolonlar:
Babam 1940’ların sonunda Fransa’ya gittiğinde eline bir Levi’s blucin geçiyor. Taş gibi sağlam bir pantolon, olağanüstü dikişleri var. Öğreniyor ki, bunları Amerika’da kovboylar, işçiler giyiyor. Babam aynısını Türkiye’de iş pantolonu olarak yapmaya karar veriyor. Hemen İstanbul’a dönüp işe koyuluyor, ama görüyor ki bunu dikecek makine yok, hemen Singer’ e gidip ısmarlıyor. O da tamam. Ama bu sefer de blucin kumaşı yok. Kazlıçeşme’ de ne kadar fabrika varsa hepsini tek tek dolaşıp bazı örnekler yaptırıyor. Ve sonunda o şartlarda yapmayı becerdi ve benim için yaptırdığı ilk blucini bana 5 kuruşa sattı. İlk pantolonlarımızın etiketi Levi’s benzeriydi, bir pantolonu iki tarafından ayrı yönlere çeken atlar vardı. Bu simge, dayanıklılığı ifade eden bir gösterge olarak hafızalara yerleşti. Tüccarlar iş yerimize geldiklerinde önce etiketi kontrol ederler, sonra pantolonu paçaları üstüne dikine yere bırakırlardı. Pantolon ayakta durursa alırlardı, yana düşerse gerisin geriye giderlerdi. O yüzden apreden geçerken kumaşa aşırı kola, nişasta verilirdi taş gibi olsun, odun gibi ses çıkarsın diye. Ne kadar sert, ne kadar karton gibi olursa o kadar makbuldü, ama bir kere yıkadıktan sonra kolası gidip normale dönerdi. Bu arada babam pantolonları eline alıp İstanbul Necati Bey Caddesi’nden Ankara Hergele Meydanı’na kadar işçilerin, köylülerin alışveriş ettiği bütün dükkânlara tek tek pazarladı. Vefat edene kadar günde 200 pantolon diker hale gelmiştik, o zamana göre büyük rakamdı.
Blucinlerin hepsi aynı
Benden herkese tavsiye, blucin almadan önce ne kadar marka varsa hepsinin dükkânından içeri girip deneyin. Hangisi üstünüzde iyi duruyorsa, hangisinde rahat ettiyseniz kafanıza koyup, onların içinden en ucuzunu alın. Çünkü blucinlerin hepsi aynıdır, markaya boşuna para vermeyin…
Birinci elden böyle bir anlatım varken benim anlatacağım bir şey kalmıyor. Kotumuzu giyelim ama Kotun pantolonun kendisi değil markası olduğunu da unutmayalım.
Ali Can Polat
13.02.2022